26 Ekim 2010

Kabak Tohumunun Hikayesi

Doğayı Keşfederken'de Beste'nin Kabakları anlattığı yazısı var. Hazır onu görmüşken, birilerinin aklına kabağı tohumdan yetiştirmek fikri düşerse, ben de tohumunun hikayesini yazmak istedim.

Yıllar önce, Kew Gardens'a sonbahar ziyaretimizde, hem kabaklar arz-ı endam ediyorlardı Cadılar Bayramı Münasebetiyle, hem de elmalar... Elmaların hikayesini yazdım. Elma günü! Gelelim kabaklara...

İngiltere'de her müzede, bahçede, gezilen yer park bile olsa, çocukları içine alacak, onlara birşeyler öğretecek illa ki en az bir görsel materyal olur. İnteraktif olanları da vardır, anne babayla yapılanlar da... Kew'da, kabaklar için ayrılan kısımda da, çocuklar için, tohumun hikayesini çizmişler. Ben de tek tek fotoğrafını çektim ki, olur da bir öğretmen arkadaşımız görüp, benzerini Türkiye'de uygular!

Tohumcuk(ben ona sadece kabak tohumu diyeceğim), dışı turuncu olan İngilizlerin ''Squash'' dediği, Latince adı ''Cucurbita maxima'' olan türe ait. Dilim döndüğünce yazıların çevirisi de şöyle:

1. Kabak tohumları, Mayıs ayının ilk günlerinde camlı bir kısımda tutulmak üzere ekilmelidir.  (burada özel geri dönüştürülmüş bir topraktan bahsedilmekte ideal ekim için, annem funda toprağı diye satılıyor Türkiye'de dedi! Bitkilerin budanması, çimlerin biçilmesi vs elde edilen atıkların çürümesiyle elde edilmiş, geri dönüşüm toprağı diye tarif edeyim ben de) Funda toprağı ile saksıyı doldurun. Tohumcuğu da saksının ortasına, yan tarafı toprağa gelecek şekilde yerleştirin.

Çoğu tohum, birkaç gün içerisinde filizlenir. Bu süreçten sonra onu soğuklardan koruyacak bir yerde saklanmalıdır. Bu bir sera ya da cam fanusun altı olabilir.

Yazılı olmayan ama genelde kullanılan bir noktayı da ben söylemek isterim. Böyle çimlendirilen, filizlendirilen tohumların, sonradan karışmaması için etiketlemek çok önemli. Özellikle, bu işin acemisi iseniz, bitkileri bu aşamalarda tanımıyor, yaprağının, gövdesinin nasıl birşey olduğunu bilmiyorsanız,mutlaka etiketleyin.

Bir de benim çok hoşuma giden birşey var, bu aşamalarda tohumun, çimlenmiş filizin tutulduğu yerlere İngilizce'de ''Nursery'' deniyor. Aynı kelime minik bebeklerin bakıldığı bizde kreş(Fransızca'dan gelmiş herhalde) denilen yerlerin de adı.

2. Mayıs sonu ya da Haziran başında, donlar bittiğinde, toprak bitki için yeterli sıcaklıkta olacaktır. Genç bitkileri bulundukları yerden, toprağa geçirebilirsiniz. (Çizimdeki yazı balonunda, genç bitkimiz, ''Hımm tadı güzel'' der toprak için! Alttaki şapkalı bir uğur böcüğü de aynı fikirde olduğunu Yumm! ünlemi ile belli eder, nefis kelimesinin halk dilindeki söylenişi diyelim buna da...)

Bir miktar daha funda toprağı ve gübre ilave edin üzerine, böylece bitkinin hem beslenmesini, hem de yeterli nem düzeyinde olmasını sağlarsınız.

3. Genç bitkileri birbirinden 1m uzağa dikin. (Uğur böcüğümüz mühendis galiba!)

4. Kabaklar özellikle çiçeklendiklerinde ve meyve verdiklerinde bol suya ihtiyaç duyarlar.

Aydınlık yerleri, kumlu toprakları severler. Onları beslemek için sıvı besin vermek gerekli olabilir.
(Benim notum, bu sıvı besinler sağlıklı olur mu? Organiği var mı diye bakmak lazım!)

5. 1 ya da 2 bitkide bir meyve sayısını azaltmak, diğerlerinin daha büyük olmalarını sağlayabilir.

(Benim notum, çocukluğumda Adapazarı'nda koca koca balkabaklarını görmüş birisi olarak bu çok gerekli midir ya da istenir mi bilemedim. Yani küçük kabaklar mı daha lezzetlidir, kocaman ağır basanlar mı denemek lazım ya da en iyisi birebir kabak yetiştiren, bu sene kabak bolluğundayız diyen, bir bilene yani  Meyvelitepe'ye sormak lazım...)

6. Pek çok kabak çeşidi genellikle en az 95 - 100 gün içerisinde yeterince gelişir, bazılarının daha uzun süre beklemesi gerekir. Eylül ayı sonlarında, dökülen fazla yaprakların üzerlerinden uzaklaştırılması, meyvenin daha olgunlaşmasını sağlar.

Dilerim bu çizimler, kabak yetiştirmek isteyen miniklerin ve büyüklerin işine yarar ve güzel çizim yapanlar başka bitkiler için de onlardan birer tane hazırlar. Böylece toprakla tanışmamış minik eller de bahane ile tanışır...

Benim aklıma bulaşık süngeri de yapabileceğim bir kabak türü ile Türk Türbanı düştü yetiştirmek için.

Tüm bunları yazarken de canım kabak tatlısı istedi şimdi benim. Hani şu, Adapazarı kabaklarından. Başkalarının tercih etmediği, ama benim en sevdiğim kısmı olan, kestane tadındaki kabuğu üzerinde, ince kabuğu alınmış. İçi tupturuncu, mis gibi bir kabak tatlısı. İzninizle, balkondaki kabağa doğru kaçıyorum ben ama önce tekrar buraya bir tık...

Güncelleme:
Beste, kabak hakkında sorduğum sorulara cevap vermiş yorumlarda(teşekkürler).Kendi tecrübelerine dayanarak şu noktalara parmak basmış:
  • Mart sonu, Nisan başında ev içinde çimlendirme yapabiliyormuşuz.
  • Filizciğimizin üzerinde en az 3-4 yaprak olunca, mutlaka Haziran ayında(aksi halde bitki cılız kaldığından verim alınamıyormuş) , toprağa ekebiliyormuşuz.
  • Ekolojik kabaklar için kompost ile karıştırılmış toprak ya da önceden at gübresiyle beslenmiş toprak yeterli oluyormuş, bitki besinine ayrıca gerek yokmuş.
  • Bitkiler genç iken kesinlikle gübre vermemek lazımmış, aksi halde kökleri de genç olduğu için yanıyormuş.
  • İlla bitki besini kullanılacaksa, bitkinin büyümesi beklenmeliymiş ve biyolojik olanlar tercih edilmeliymiş.
  • Minik kabakların, lif oranı daha az olduğu için, lezzeti daha fazla imiş. Doğal olarak olgunlaşmış olmalıymış.(Tahminim doğru yani meyvesini azaltmak mutlaka gerekli değil. Önemli olan büyümenin rahat sağlanmış olması)
Beste, isteyenlere kabak tohumu yollayabilirim der, lezzet açısından önerdiği ''potiron'' denilen tür.

Ben de kabak etkinliği ve oraya yazdığım yazıyı eklemek isterim kabaklı lezzetler, tarifler için...

22 Ekim 2010

Pembe Gün

3 yıl kadar önce, Londra'da çalışıyorken, topluca herkese gönderilen bir e-posta geldi şirketin merkezinden. Yarın herkes pembe giyecek! Üzerinde mutlaka pembe birşey bulunacak. Hanımlar da, beyler de! Pembe hırkamı giyip gittim. Bu e-postayı da yapılanı da hiç yadırgamadım, hatta pembeler içindeki yaşlı, saçsız, komik bir halde ortalıklarda dolanan muhasebe müdürümüzün halini de hiç yadırgamadım. Eşimin iş yerinden alışıktım!

Belli bir günün önemi vurgulanmak isteniyorsa, bir hayır derneğine yardım toplanıyorsa, mutlaka belirgin birşey yapılır çünkü. Eşimin iş arkadaşlarını palyaço ve akla hayale gelmedik kıyafetlerle görmüşlüğüm, bol bol gülmüşlüğüm(amaç dikkat çekip akılda kalmak zaten, kaç yıldır hatırlıyorum işte) duymuşluğum vardır, Red Nose Day'de. Ülke sokaklarında, metrolarda, otobüslerde, trenlerde değişik tipler görmeye hazırlıklı olun ve şaşırmayın böyle günlerde.

Gelelim ''Pembe'' rengin önemine. Bu ay, bütün dünyada Meme Kanseri Hakkında Bilgilendirme yapılıyor. Hani özel gün ve haftalar kapsamında ama bu sefer bütün bir ay boyunca... Konu hakkında toplantılar, görsel, yazılı hertürlü bilgi, bilinçlendirme toplantıları, savaşacak her türlü malzeme insanlığa sunuluyor.

Az önce gene böyle bir e-posta geldi mesela ve korunma önlemlerini içeriyordu. Ben de pembeleri giydim ve yazmaya başladım! Ciddiyim, üzerimde pembe bir kıyafet var...

Öncelikle MRC Laboratuvarı Cancer Cell Unit'e (her iki başlıkta ayrı ayrı bağlantılar vardır söyleyeyim) ziyaretim sırasında öğrendiklerimi hatırlatayım, daha önceden yazmıştım.

Şimdi yazacaklarım ise, EWG(Environmental Working Group)'dan Diyorlar ki;

Çocuklar daha doğmadan 300 ayrı endüstriyel kimyasala maruz kalıyorlar. Alınan kordon kanı numunelerinde tek tek bulunmuş bunlar. (Ülkemizde düzgün istatistikler yok ne yazık ki ve istatistik bölümü mezunları neden bu konu üzerinde çalışmazlar bilmem. Zira en büyük açığımız bence. O yüzden Amerika İstatistikleri üzerinden konuşacağız ne yazık ki) Her 10 Amerika'lıdan birisi ömrü boyunca mutlaka kansere yakalanacakmış ve bunlardan 2'si de ölecekmiş. Hayat tarzımız ise bu rakamları etkileyebilirmiş. Sigarayı bırakmak, içkiyi azaltmak, kilo vermek, spor/egzersiz yapmak, doğru beslenmek bahsedilen değişikliklerin başında gelmekteymiş. Diğerlerini de numara ile sıralarsak:

1 - Amerika için musluk suyunu filtreleyin diyorlar ama ne yazık ki, bu Türkiye için geçerli değil. Biz zaten hiç içemiyoruz! Kullanırken de dikkat etmek zorundayız. Biz bu konuda şunu yapabiliriz, BPA içeren polikarbonat damacanalara savaş açabiliriz! Birinci derecede karsinojen ve özellikle küçük çocuklarda meme kanserini, cinsiyet değişimini tetikleyen bir kimyasal. Bu konuda, daha önce de bebeklerini biberonla besleyen anneleri uyarmıştım. Yazılar burada ve burada Sizler de konuyu detaylı araştırıp, kendi kararınızı vermekte özgürsünüz, hatırlatmaya bile gerek yok sanırım.

2 - EWG Amerika için oturulan banklar ve kullanılan kimyasallar konusunda uyarmış. Bizdekilerin durumunu bilmiyoruz bile!

3 - Perfluorochemicals kullanımına son verin denilmiş. Bunlar nedir diye bakarsak, hayatımızda bizimle içiçe, her yerde yanımızda olan belli markalar aynı zamanda. Teflon, Scotchgard, Stainmaster, Gore-tex. Leke tutmayan koltuklarımız, halılarımız, ayakkabılarımız, yapışmayan tavalarımız, yapışmayan tavalarla birlikte satılan onları çizmeyen kaşıklar, kepçeler vb, ıslanmayan yağmurluklarımız, yağ geçirmeyen hazır gıda paketleri, hani şu aldığınız kızarmış patatesin yağ geçirmeyen kağıdı ya da mikrodalgada yaptığınız patlamış mısırın paketi mesela, hatta kullandığınız makyaj malzemeleri... Hem üretimleri sırasında suyu kirletmekle suçlanıyorlar, hem de kullanımları sırasında hata yaparsak, faturasını sağlığımıza ödetmekle. Dikkat edin içinde PTFE ya da perfluoro ibaresi bulunmasın der EWG.

4 - Güneşte gerektiği kadar ve korunarak kalın deniliyor. MRC ziyaretimde de yazmıştım. Hergün televizyonda da anlatılmakta. Ozon tabakasının incelmesi sebebiyle zararlı UV ışınları bizi perişan etmekte. Buna önlem olarak kullandığımız güneş yağları ve sütleri ne kadar güvenli? Son araştırmalar bilmemkaç faktörlülerin bile risk taşıdığını ortaya çıkarttı. Dolayısı ile açık renk ve uzun kollu t-shirtler ya da güneşte dolaşmamak en güvenli çözüm olarak öneriliyor. Güneş yağları ile ilgili araştırma sonuçlarını merak edenleri buraya alalım. Yalnız baştan söyleyeyim, ben bu yazıyı okuduktan sonra, evin böcüğünü belli saatlerde sokağa çıkartmamakta buldum bu seneki çözümü. Arabada giderken de her yana güneşlik koyarak ya da uzun kollu beyaz birşey giydirerek. Kendisi, kar tanesi şeklinde olduğundan, fazlasıyla güneşe hassas çünkü.

5 - Yağlı eti ve yüksek yağlı hayvansal ürünleri kesin, deniliyor. Uzun ömürlü, kansere yol açan kimyasallar içerdikleri için. Dioksin ve PCB'yi de bunlara örnek veriyorlar. (Hayvanların beslenme zinciri içinde konsantre halde bulundukları için)

6 - Pestisid içermeyen meyve ve sebze ile mümkünse organik olan ile beslenin diyorlar. Amerika için bir liste vermişler ama biz Türkiye'de bunu ne kadar uygulayabiliriz bilemiyorum. Elimizden geldiğince dikkatli olmalı, bol su ile yıkamalı(ama bazı kimyasallar var ki, içine de nüfuz ediyor meyve ve sebzelerin), gerçekten de az öz ve organiğe kaymalı diye düşünüyorum.

7 - Veee gene bizim BPA! Her ne kadar üreticileri lobi oluşturup, zararlı olmadığını iddia etse de, hakkında yapılan araştırmaların büyük bölümü zararlı diyor! Buna rağmen bizim Sağlık Bakanlığımız neden önlem almıyor, kanser ilaçları onlara daha mı ucuza geliyor diye sorgulamak lazım elbet! Arayın Alo Gıda 174 hattını, sorgulayın en başta su damacanalarını. Sonra neden ithalat izni var BPA'lı ürünlerin demeyi de ihmal etmeyin. Damacanalar dışında nerelerde var derseniz, polikarbonat adı altındaki herşeyde var. Konserve tenekelerinin iç yüzey kaplamasında(illa konserve diyorsanız cam olanı tercih edin), hatta alış-veriş fişlerinde. Evet evet onlarda bile bulunmuş! Hani şu ısı ile baskı yapılabilen kağıtlarda...

8 - Karsinojen kozmetik malzemelerinden sakının diyor. Bunların listesi ve hakkında yazılmış yazıya buradan ulaşabilirsiniz. İpucu olarak, içinde PEG ve ''-eth'' geçen kimyasallar olan kozmetik ürün kullanmayın diyorlar. Ben zaten güzelim, ne gerek var kozmetik ürünlerine diyenler yaşıyor, ama unutmayın, parfüm, deodorant gibi ürünler de bu kapsamda!

9 - Uyarı işaretlerini iyi okuyun diyorlar. Örneğin Amerika'nın Kaliforniya eyaletinde "Proposition 65" adı altındaki uyarılar eyaletin karsinojen bulduğu bir ürünü içerdiğini belirtirmiş. Darısı başımıza ne diyelim! Belediyelerimiz ya da valilerimiz el atıp karsinojenleri listeler ve sınırlarında bu ürünlerin bu şekilde etiketlenmesini sağlarlarsa daha ne isteyebiliriz ki onlardan?

Kendimizce korunma önlemleri bulmak durumundayız. Gördüğünüz gibi çeviri yapmaya çalıştığım elbise bize hem uydu, hem uymadı. O yüzden bunları aklımızın bir köşesine yazıp, kendi doğrularımızı da eklemeliyiz.

Evren ve Evren'in evrenimiz ve kendimiz adına plastiklerden arınma serisi var mesela, bize örnek olması gereken. Bu liste buzdolabımızın üzerindeki yerini aldı bile mesela, her daim gözüm üzerinde. Zararlı olanlardan yakaladığım gidiyor çöpe!

Cam hayatımızda idi, kırılsa da dökülse de ondan güzeli yok, sloganı ile daha çok hayatımıza girdi. Oda parfümleri, tuvalette kullanılan kokular, hayatımızdan tamamiyle çıktı gitti.

Erken teşhisin önemini bildiğimizden kontrollerimizi düzenli hale getirdik.

Doğal, babaanne, anneannelerden gördüklerimiz geri geldi. Kendi yiyeceklerimizi kendimiz daha çok yapar hale geldik. Evde yemek yemek daha büyük zevk oldu. En önemlisi aldığımızı ve aldığımız yeri sorgular olduk. Bunda Fikir Sahibi Damaklar'ın etkisi büyük! Yerimizde durmadık, yeri geldi açtık telefon, yeri geldi gittik, bizzat gördük, iyiye doğru yönlendirildik, yönlendik. Daha çok meyve, sebze tüketir olduk. Karınca kararınca pembelerle dolaşıyoruz, bir hayat daha kurtarılsın, kendi canımızı, sevdiklerimizin canını olabildiğince kurtaralım diye! Yanımızda mısınız? Pembe renkle sizler de var mısınız?

19 Ekim 2010

İlkbaharın Soğanlı Güzellerini Toprakla Buluşturma Zamanı

 (Anemon)

Bu güzelliklerle bahar, bahar olur...
Şimdi onların soğanlarını toprakla buluşturma zamanı. Zaten teker teker soğanları boy göstermeye başladılar bile, satıldıkları yerlerde. İster onları alıp, buzdolabının sebzeliğinde ince kağıtlara(gazete olmasın, mürekkebi zarar vermesin) sarıp sarmalanmış halde bekletin ki, mevsimlerini şaşırsınlar. İçlerindeki biyolojik saati harekete geçirmiş olun ve yaklaşık 1-1,5 ay sonra evdeki saksılarınıza dikin. Erkenden açsınlar.
İster doğal hallerine bırakın, bahçenizde toprakana işini halletsin. Ama seçin kendinize göre bir güzellik, buluşturun onu toprakla.


 (Çiğdem)

Soğanları toprakla buluştururken buradan ve buradan yararlanabilirsiniz.

Bu sene belki özel vazosunda sümbül ya da çiğdem açtırmayı başarabilirim. Evin küçümeni izin verirse elbet, bu aralar pek meraklı herşeye çünkü!

 (İris)
Belli aralıklarla ekin ki, yaprakları çıkıp büyüdüklerinde birbirlerine yaşam şansı versinler. İki soğan arası yaklaşık 10cm olsun. Aldığınız soğan paketlerinin üzerinde yazar gerçi, kim için, ne kadar alan gerektiği.

(Lale - bu türünün adı Mickey Mouse imiş)
Katmerlisi, katmersizi, hatta siyah olanları bile var lalelerin. Kokanlar benim en çok sevdiklerim. Lalede de, nergiste de.

(Muscari - Dağ Sümbülü) 
Çocukluğumun sevgilisi. Kıyamadığım, toplamaktan kendimi alakoyamadığım, şimdilerde asla doğada kendi başına bulamadığım biricik dağ sümbülüm...

 (Nergis)
İngiltere'deyken her türünü doya doya seyreylediğim, sevdiğim, okşadığım, kokladığım, öptüğüm nergisler. Bahçemde bana sürpriz yapıp açan, kokulu olanları, katmerli olanları, çeşit çeşit nergisler...

(Ters Lale)
Anavatanı ülkem toprağı olan, bana ülkemde değil de yadellerde görmek kısmet olan ters laleler...

(Sümbül) 
Çocukluğumda, sümbülcü dededen morunu, pembesini, katmerlisini aldığımız, komşu bahçede tarla halinde çıkan, ama şimdilerde yeni ev sahibinin, çim bahçe aşkı uğruna katlettiği sümbüller. Mis gibi kokan, evin küçümeninin çiçek koklamayı ondan öğrendiği sümbüller...

Birara bluebell olduğundan şüphe ettiğim ama sonra olmadığına kanaat getirdiğim, yazıyı yazarken de, adının glory of the snow [(Chionodoxa luciliae (syn. C. gigantea)] olduğunu öğrendiğim güzellik.

(Kardelen)
Cambridge'e baharın geldiğini beyaz başından anladığım biricik kardelenim.

Şöyle uçsuz bucaksız bir tarlaya, birer sıra sizlerden eksem. Bahar gelince de sıra sıra selam verişinizi izlesem ne güzel olurdu!
Siz hangisini seçtiniz?

16 Ekim 2010

Hoşçakal Maviş Kuşum

Keşke başka bir vesileyle bu satırları yazıyor olsaydım. 13.10.2010 tarihi itibariyle sen artık yoksun...

Şimdi fotoğraflarına baktım da, ilk eve gelişini hatırladım bir bir... Evimizin 3. muhabbet kuşu ve de 2. Maviş'i idin sen. Daha mini miniydin ilk geldiğinde. Hafif tombiktin. Beyhan teyze minik bir kesekağıdında getirmiş seni. O sırada kanadının tek teleğini ters döndürmeyi de başarmış ama ne gam! Ellemeyin dediler. Ellerseniz ölür. Yaşayacağı kadar yaşasın. Çekersek mikrop kapma ihtimali var. Kaybettiğim iki kuşun ardından bu riski alamazdım. Öyle bıraktık mecburen ve onlara inat, muhabbet kuşlarının 8 yıllık ömrüne inat 12 yıl bize yoldaşlık yaptın.

Kimi zaman uzun yolculuklara çıktık seninle. Kimi zaman evde kapının zil sesi ile karıştırdık sesini. ''Cici Maviş'', ''Aşkıııııım'', ''Cici Kuş Maviş'' der oldun. Depremde ev ahalisinin bir kısmı senin sesine uyandı. Sonraki her artçı sarsıntıyı da önceden haber verdin. Bazen cama gelen kumrulara meydan okudun, panjura yuva kurmaya çalıştıklarını farketmemizi sağladın.

Kah kafanı kaşımama izin verdin, kah kaçtın. Parmağıma gelirdin. Sevgini dıdıklayarak belli ederdin. İngiltere'ye gittim diye bana küstün ve unuttun sonra. Ne konuşur oldun, ne de parmağıma gelir oldun. Hatta beni görünce arkanı dönüp darıldın küçük çocuklar gibi.

En neş'eli anlarımızı babamla yaşadın. Onun saç diplerini tırtıklamayı pek sevdin, ama o sevmedi. Seni kovaladığı zaman önce kaçtın, sonra kaçtığın yerden cak cak cak en serseri sesinle kafa tuttun. Annemin canı, biricik menekşelerinin yapraklarını bir bir yedin. Tavandan boyaları kazıdın, perdelerin kenarını tırtıkladın. Sana hiç ses ettik mi? Tamam tamam babam bir defasında seni çok pis kovaladı, kabul ediyorum ama adamcağızın çok canını yakmıştın, haklıydı, kabul et!

Pek de nazlı bir kuştun. Marka takıntın vardı. İlla ''o'' yem olacak! Bunu farkedene dek seni az daha açlıktan öldürüyorduk bir defasında. Suluğun illa sarı olacak! Eskidi diye sarısını atıp da beyaz suluğu taktığımızdaki isyan sesin hala kulağımda ve ondan korkup kaçman hala gözümün önünde. Biliyor musun, balık kemiğin hala kafesinde takılı duruyor, sanki geri gelecekmişsin gibi...

Yaşlanıp kafesinden çıkmaz olduğun günlerde evin küçümeni tanıdı seni. Bir defa parmağını sokmaya kalkmış kafesine, haddini bildirmişsin garibana. Maiş cınnn dedi durdu bir zaman. Senin isteyerek yapmadığını, seni ellemeden sevmesi gerektiğini anlatmamız biraz zor oldu. Bebekken ve gençken böyle değildi, insan canlısıydı, yaşlanınca huysuz Maviş oldu dedik artık ne yapalım? Seni sevdi, hem de çok sevdi. Hepimiz gibi...

Artık yoksun. Mutfağa girince kafesinin olduğu yere hala bakamıyorum. Sabah annemin sesiyle öğrendim yokluğunu. İyi ki, ben görmedim. Daha çok kahrolurdum. Soğuklar başlayınca şişinirdin alışıncaya kadar, son günlerdeki halini buna yormuştum. Oysa yorgun, çok yorgunmuşsun. Tek ayağın üzerinde uyuduğun, cici kuş Maviş dediğin günleri çok ama çok özleyeceğim. Evdekiler bana farkettirmiyorlar ama onlar da seni arıyorlar biliyorum. Hele evin küçümeninin babası, senin uçup başına konmana alışamamıştı ama seni en çok arayanlardan biliyorum. Sesli olarak seni özlediğini söyleyen bir tek küçümen var. Kafesinin olduğu yeri gösterip gösterip Maiş Maiş diyor. Ardından mama diyor. Mama almaya gitmişsin. Ama bu mama almaya gitmek neden bu kadar uzun sürdü akıl erdiremiyor. İki elini yana açıp ok diyor sonra. Yokmuşsun...

Dilerim gittiğin yerde mutlu olursun. Dilerim sana bakımda kusur etmemişizdir. Dilerim sen de bizi hatırlarsın. Hoşçakal 12 senelik dostum, oğlum Maviş.

13 Ekim 2010

Elma Günü - Apple Day

İngiltere'de ''GÜN'' kavramı pek meşhur. Anladığınız hanımlar gününden değil elbet, özel gün, yerel gün, geleneksel gün bunlar.

Pancake Day , D-Day,  Guy Fawkes Day benim aklıma geliverenler...

Apple Day de onlardan biri. Her sonbahar düzenlenen, vazgeçilmezlerden. Sonbahar zaten eğlencelerin, festivallerin de yoğun olduğu bir ay. Harvest Festival(Hasat Bayramı), Hallowen(Cadılar Bayramı) derken eğlenerek ay bitiriliyor bu ülkede...

21 Ekim ulusal  ''Elma Günü'' günü. İlk defa 1990 yılında bir sivil toplum örgütü (Common Ground) tarafından başlatılmış ve bütün ülkeye yayılarak geleneksel hale gelmiş. Bu günün şerefine, ülkenin elma yetiştiricileri, botanik bahçeleri, elma fidesi satanlar, elma satanlar, elma bahçesi olanlar, bahçesinde elma ağacı olanlar, elma ile ucundan bucağından ilişkili kim varsa faaliyete geçer. Elma sevenler ve elma yiyenler de bayram eder.

Ulusun elinde yiyecek hammaddesi kısıtlı olursa, ulusal birliği, birlikte yapılacak şeyleri de böyle elma gibi kendilerine mal ettikleri bir simge belirler. Diğer yandan da ülke halkını yerel yiyeceklere, yerel tohumlara, yerel bitkilere çekmek için de bir vesiledir. Bir nevi ''sahip çık'' kampanyasıdır.

(Kew Gardens)

Her sene, ülkenin elma uzmanları, sakın hafife almayın, böyle bir uzmanlık birimi var, iş başı yapar, bahçesindeki elmanın ne tür olduğunu bilmeyip öğrenmek isteyenlere yol gösterir. Biz böyle bir etkinliğe Kraliyet Botanik Bahçesi Kew Gardens da denk gelmiştik. Kocaman bir salonda tabakların içine üçer elma konmuş, türlerin adı üzerlerine yazılmış. Herkes elinde kendi elması, hangi türün ellerindekine yakın olduğunu bulmaya çalışıyor. Elinde kocaman kitaplarla bir uzman köşeye oturmuş, bir diğeri aralarda dolaşarak sorulara cevap veriyor. Oturan daha kıdemli olmalı ki, önünde uzun bir kuyruk var. Ayaktakinin yanından geçerken dayanamayıp kulak veriyoruz, konu ilgimizi çekiyor, daha da dayanamayarak gayet bariz bir şekilde, ardından da izin alarak başlarına dikiliyoruz. Yaşlı bir teyze bahçesindeki elmanın türünü öğrenmek için gelmiş. Masadakiler üzerinde çalışma yapmış, elinde kalemi, kağıdı, notlar almış. Şu şu şu türlerden birisi olabilir diyor. Evet ama diyor uzman da. Sizin elmanızın alt kısmındaki tüycükler, içe doğru, sizin not aldıklarınızdakilerde ise dışarı doğru. O yüzden bunlar olamaz. Aaaa ama tıpkısının aynısı diyor teyze. Bir tüycüklerden mi ayıracağız yani? Evet daha başka belirleyici noktalar daha var diyor uzman. Ama önce sizin elmayı kesmemiz lazım! İzin veriyor musunuz? (Nezakete ve usule bakar mısınız? Bizde olsa burada herşeyi anlatıyorum, elbette keseceğim mantığı hakim olurdu diye geçiriyorum içimden. Sonra teyzenin dava edebilme hakkı var ama bu ülkede diyor iç sesim, izin almak zorunda o bey!) Aaaa evet evet elbette diyor teyze. Uzman masadan aldığı bıçakla çok dikkatli, kesit alacak şekilde kesiyor. Çekirdeğini eline alıyor. Sonra gidip oturan uzmanın yanından kalın kitaplardan birisini alıyor, sayfaları çevirip buluyor. Bakın diyor sizin elma bu! Tüycükler, çekirdeği, çekirdeklerin durduğu kısım, renkler... Bulduklarınız da bunlar... Farkı görüyor musunuz? Teyze ve biz şaşkın bakışlarla eveeeet diyoruz.(İç ses uzman işte diyor bende!) Teyze teşekkür ediyor, birkaç sorusu daha var belli. Ama uzman bekleyenlere gülümseyerek teyzeye kısa kes diyor gene kibarca... Biz de oradan uzaklaşıyoruz. Dünyada böyle insanlar, böyle öğrenme hırsı da var diyerek. Zira teyze ayakta zor duruyor ama bir şehirden diğerine elmasının ne olduğunu öğrenmek için gidebiliyor... Sonra aklımıza geliyor, bu ülkede en güzel bahçe yarışmaları, en iyi meyveyi yetiştirme yarışmaları var, meyveleri kayıt altında tutma ve türünü yok etmeme için uğraşılar var. Belki de teyze kendisine birşey olsa bile, ağacı yıllarca yaşasın istiyor kim bilir? Ağaç kesenlere, ağacım yaşlandı, az meyve veriyor diyenlere de bu durum hatırlatılır!


Üç adım ya gidiyoruz, ya gitmiyoruz, bir ağaç saksı içinde. Muhtemelen elma ağacı. Üzerinde sallanan bir sürü etiket. Altında soyu tükenenler diyor. Etiketlere bakıyoruz, tür, şehir, yıl, ne zamandan beri görülmediği yazıyor. Türlerine, fidanlarına, ağaçlarına, tohumuna sahip çık denmiş oluyor. İnsanın ciğerine işliyor. Bizim bile!
Bu sene İngiltere'de Elma Günü için yapılacak etkinliklerin yerel listesini buradan bulabilirsiniz ya da RHS (Kraliyet Tarım Kuruluşu diyebiliriz sanırım)web sitesini önerebilirim size.
Halkın dilinde olan bir şiir var,
An apple a day keeps the doctor away
Apple in the morning - Doctor's warning
Roast apple at night - starves the doctor outright
Eat an apple going to bed - knock the doctor on the head
Three each day, seven days a week - ruddy apple, ruddy cheek

özellikle çocuklar için yazılmış. Onların daha küçük yaştan elmayı sevmesi, bol bol tüketmesi aşılanıyor olmalı. Günümüzde özellikle diş hekimleri bu şiiri çocuklara söyler olmuşlar.


 ''Orchard'', meyve bahçelerinin genel adı. Elma, ülkede en çok bulunan meyve olunca da ilk akla gelen ''Elma Bahçeleri'' oluyor. Bize en yakın elma bahçesi Granchester'da(ileride burayı ve esas meşhur olduğu şeyi de anlatacağım) vardı. Bahar aylarında çiçekleri açtığı zaman keyfine doyum olmazdı. Şezloglarda oturup, çayımızı yudumlarken clotted cream(Afyon Kaymağı'na benzer diyelim bunun için) eşliğinde dumanları tüten yeni pişmiş bir scone yemekten(tatlı ya da tuzlu yenilen bir tür çörek diyelim bunun için de) daha keyifli birşey daha olamazdı. Mis gibi bahar havası, beyazlı pembeli elma çiçekleri, bir de yanınızda kafa dengi bir arkadaş varsa, kah kitap, kah sohbet koskoca gün nereye geçtiğini anlayamadan bitiverirdi.

Sonbaharda gittiğinizde de sizi elmalar ve taze elma suyu karşılardı. Katkı maddesiz, cam şişede, Granchester'a özel!


 (Granchester Elma Çiçekleri)
Bir başka elma bahçesi de Burwash Manor'da vardı(hakkında yazdığım yazı burada ama oraya arabasız gitmek zor olduğu için elma bahçesi keyfi şansım hiç olmadı.

 (Granchester, The Orchard ve tadını çıkartanlar, özellikle köpeklerin durumuna dikkat)

Bir de bir de Girton College'in elmaları pek meşhurdu. Elma zamanı, bahçe kapıları bekçisiz halka açılır, yere düşen elmaların halk tarafından toplanmasına izin verilirdi. Dikkat yere düşen elmalar! Sakın ola ki, ağaca tırmanmaya, ağaçtan elma kopartmaya kalkmayın. Ne kerametse bu İngiltere'de pek çok meyve için geçerli. Yere düşeni alırsanız, kimse size neden diye sormaz, ama dalından toplarsanız karakolluk olma ihtimaliniz bile olabilir. Bir arkadaşımın önerisi ile onunla, Girton College'e gidip, çok eski ve bir daha hiç bir yerde yiyemeyeceğimi söylediği bir tür elmadan bir iki tane toplamışlığım da var, sırf meraktan.

(Girton College'den alınan elma)
 (Sokakla paralel ön kapının olduğu evlerde minik bahçedeki minik elma ağacı, elma ağacı İngiltere'de heryerde kısaca...)
Hazır elma ve elma ağaçlarından bahsediyorken bir de anıyı not edelim... Bir dönem, o zamanlarki karşı komşumuz elma dendiğinde çıldırır hale gelmişti. Kendi arsası üzerinde, Belediye ve komşularından izin aldıktan sonra evini büyütmeye kalkışmış, bu iş için de çok büyük paralar harcamıştı. Ama komşusunun elma ağacını hesaba katmamıştı! İnşaat başladıktan sonra yan komşusu bahçesindeki elma ağacının köklerinin inşaat sebebiyle zarar görebileceğini iddia etmiş ve dur demiş, durmayınca da Belediye'ye şikayet etmiş. Yetkililer gelmiş, evet zararı olabilir demişler ve evin bütün planları değiştirilmek zorunda kalınmış. Tüm bunlar olurken inşaat belirsiz süre durdurulduğu için, komşumuz ustalarına günlük ödemelerini yapmak zorunda kalmış, planların değiştirilmesi için mimara, Belediye'ye, gelen uzmana, akla gelmedik bir sürü yere para ödemek zorunda kalmış ve yeni daha büyük bir ev alsa daha ucuza gelirdi diye hayıflanır olmuştu. Bu süreçte eşinin ikinci bebeklerini beklediğini ve büyütme işlemine de sırf bu yüzden başladıklarını da söylemiş olalım ve bizim belediyelere örnek olması dileği ile diyelim...

1990 yılındaki ilk Elma Günü etkinliği eski Elma ve Meyve Pazarı, günümüzün bir numaralı turistik mekanı Covent Garden'da(Defne'nin fotoğrafları eşliğinde Covent Garden burada) düzenlenmiş. Açılan 40 tezgahta fide üreticileri, meyve bahçesi sahipleri, meyve alıcıları, cider(İngiltere'de elma birasına cider deniyor Amerika'nın aksine) üreticileri, elma ile yiyecek hazırlayanlar(reçel, chutney, tart, turta, pie vs vs) hatta kitaplara çizim yapanlar ve yazalar ile halk biraraya getirilmiş. Marks and Spencer(evet evet kıyafet satan M&S aynı zamanda yiyecek de satar İngiltere'de) satışa çıkarttığı çok eski elma türlerinden tadımlar yaptırmış. Cider üreticileri biralarından ve elma sularından sunmuşlar. Juggler'lar top yerine elmaları çevirerek, sihirbazlar elmalarla gösteri yapmışlar. Elma uzmanları, bizim Kew Gardens'da denk geldiğimiz usulde elma tanımlamışlar. Tahminin çok üzerinde ziyaretçisi olmuş bu etkinliğin.
Her geçen yıl katlanarak artmış etkinlikler ülkenin dört bir yanında. Doktorlar sağlığın simgesi saymışlar. Cancer Research kampanyalarında yer vermiş. Okullar önemsemiş ve kampanyalar düzenlemiş, etkiliğe katılmış. Destekler arttıkça da güçlenerek günümüze gelmiş. Tarihçesine ve detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Diğer yandan Hasat Bayramı ve Hallowen'in geçmişine de bakarsanız, Pamonia ve Pamona'yı sorgularsanız, Elma Günü'nün neden bu kadar rahatça gelenekselleştiğini hiç mi hiç yadırgamazsınız. (İngiltere'den bir blog günün önemine dair notlar almış)

Nefis elma fotoğrafları için buraya buraya bir tıklamanız yeterli. Meyvelitepe'nin elma deneyimlerini mutlaka okumalısınız, onun için buraya bir tık Eski yazılarını bulmak da size kalmış artık ama mutlaka okuyun derim.

Elmalı neler yapmış yayımlamışım diye bir baktım. Yemek Etkinlikleri kapsamında Heike Salatası ve de Sıcak Şarap yapmışım. En kısa zamanda Kerime Teyze keki yapmam ve yayımlamam lazım diye not aldım.

Benim İngiltere'deyken en sevdiğim tür Pink Lady idi. Sert, sulu, hoş bir aroması olan... Resmi web sitesinde şampanya tadı diye bahsediyor aromasından. O zamanlar bayıla bayıla yemiştim. Ama şimdi olsa türü, fidesi, meyvesi copy right içeren bu elmadan şüphe duyar, temkinli yaklaşırdım herhalde. İki türün tozlaşması ile oluşturulduğu söylenmekte ama gerçekleri iyi öğrenmek lazım. Buraya bir '' ? '' soru işareti bırakarak ve bugüne dek neden araştırmadığıma üzülerek not düşüyorum...

Türkiye'de de çeşit çeşit elma var. Ama bir bulduğunuzu bir daha bulamazsınız.Sert sulu seversiniz, bol posalısına denk gelirsiniz, asker gibi tek düze olanından derseniz ithal ne olduğu belli olmayanına mahkum kalırsınız. Ülkem tarım ülkesi iken neden ithal ediyorsak meyveyi, sebzeyi, neden birilerinin ceplerini şişiriyorsak???? diye de kendi kendinize sorarsınız.

Amasya elması en sevdiklerimden gene. Keşke dediğim, olsa dediğim, dileğim ise türlerin belirlenmesi, kayda alınması ve benzer etkinliklerin elma ve yurdumun yok olmaya yüz tutmuş bütün güzellikleri için düzenlenmesi.

06 Ekim 2010

10.10.10 - GDO Orucu ve Fikir Sahibi Damaklar

(Fotoğraf sisli bir İngiltere sabahında, Cambridge - Londra treninden)

Bilinçli ya da bilinçsiz, günden güne dünyadaki kaynaklarımızı tüketiyoruz. Yarınlarımızdan ödünç aldığımız dünyayı, onlara nasıl teslim edeceğimizin yönünü de ancak bizler, kişisel tercihlerimizle belirleyebiliriz. Karaya vurmuş deniz yıldızlarının içerisinden bir tanesinin bile hayatını değiştirebiliyorsak, bu yarına bırakacağımız mirasımız olur. Hani bir elin nesi var misali, tek elle ses çıkartırken, bunu iki yapmak, sonra çıkan sesin güzelliği ile o iki ele yeni eller katmak da bizim elimizde.

Küresel ısınmadan, onun getirdiklerinden haberdarız. Son günlerde hava epey soğusa da, en bunaltıcı, en nemli yazı yaşadık yakın zamana bakarsak.

Bilim adamları, iklim uzmanları, ölçüp, biçip bir tespit yapmışlar ve demişler ki, güvenli limitlerde karbondioksit gazının atmosferik konsantrasyonu en fazla 350ppm(parts per million) olmalı, bunu aşmamalı. Sonra bakmışlar ki, bu limiti aşalı epey olmuş ve konsantrasyon 392'ye dayanmış.

Bunu aşağıya çekmek, çekebilmek için bütün dünya gayret göstermeli demiş 350.org ve dünyaya sesimizi hepbirlikte duyurabilmek için de 10.10.2010 tarihinde gösterin kendinizi demiş.

Bütün dünyada okullar, sivil toplum kuruluşları, bireyler, ellerinden geldiğince toplumu bilinçlendirmeye ve dikkat çekecek organizasyonlar düzenlemeye talip o gün için. Yeşil defilelerden, yerleştirilecek güneş enerjisi panellerine, açılışı yapılacak yel değirmenlerine, dikilecek ağaçlara kadar tam tekmil o günü bekliyor dünya.

Karınca kararınca Fikir Sahibi Damaklar da buradayız ve ''Yemiyorsak Sebebi Var!'' demiş o gün için.

02 Ekim 2010

Berceste'de Tadilat Var



''Blogger'' yeni şablon sistemini uygulattırmakta pek ısrarlı. Eninde sonunda, istesen de istemesen de seni bu sisteme uyduracağım der.

Ben de güncellenen siteleri, daha pek yenilileri, çok ama çok sevmeme rağmen şu andaki şablonumla izleme sorunu yaşarım.

Hal böyle olunca minik bir tadilat da ehven oldu.

Okurlarımıza vereceğimiz rahatsızlıktan özür dileyerek, doğruyu bulana dek biraz şablon üzerinde oynayacağız. Bu sırada yok olan, kaybolan şeyler olursa, kusura bakmayın, elimizde olmayan sebeplerden olacak!