10 Mayıs 2010

Gündönümü'nün Möööö'lerini Görmeye Gittik!

Bizim küçük hanım için, doktorumuz katı gıdaya geçebilir, dediği andan itibaren yoğurt, olmazsa olmazlar listemizde yeraldı. Kalsiyum içeriği başta olmak üzere, bol vitamine ihtiyacı olan, anne sütünü içmeyi de reddeden bu bızdık için, mutlaka doğru bir de süt bulmamız lazımdı.

O sıralarda Ayça'nın yazısı gözüme çarptı. İlk cümle, tam da bam telime basıyordu! Bir köşeye not aldım beynimde. Sonra severek okuduğum, fikirlerine güvendiğim Sibel'in yazısını gördüm. Bizim yoğurtlar için, uygun süt bu süt dedim. Biraz internette araştırdım. Nedir, kimdir Gündönümü'nün sahipleri diye. Baktım eğitimli insanlar. Tanınmış, bilinen bir aile. Boşuna ismini karalamak da istemez. Güvendim, hem de çok güvendim ve hemen iletişime geçtim Aysun hanım ile. Aysun hanım da, bu güveni boşa çıkartmadı. Dolu dolu bilgilerle, mis gibi bir sütle geri döndü.

Minik bir de sistemi var bu işin. Önce Aysun hanım ile iletişime geçiyorsunuz. Dağıtım ağına, o günün şartlarına bakıp, size sütü iletme durumunu inceliyor, cevabı ile birlikte size geri dönüyor. Hangi gün süt alacağınızı öğreniyorsunuz ilk olarak. Cep telefonu numaranızı veriyorsunuz. Süt alacağınız günden 1 gün önce, sms geliyor telefonunuza. Böylece süt siparişinizi unutmuyorsunuz. Ne kadar süt sipariş edeceğinizi cevap olarak iletiyorsunuz ve kapınıza kadar geliyor sütünüz. Mis gibi...

Eh biraz uğraşıyorsunuz savura savura kaynatmakla, yoğurtla ama gerçek süte de ulaşıyorsunuz. Üzerindeki kaymağı cam kaba aktarıp(Afyon kaymağı da neymiş diyerek) ertesi güne yenmek üzere buzdolabına koyuyorsunuz. 1 bardak sütü hemen küçümene yoğurt olsun diye mayalıyorsunuz. Siz de, sütlü kahvenizi yudumlayıveriyorsunuz ardından. Geri kalan sütle ne yapacağınız size kalmış. Biz hergün, günlük yoğurt mayalıyoruz. En az 5L geliyor haftada bir ki, bize o bile yetmiyor! Eğer kaynatır, şişeler, hemen(soğumasını beklemeden) buzdolabına koyarsanız uzun süre dayanıyor. Yok buzdolabıma kıyamam diyorsanız, soğutup koyarsınız, bozulmasın diye de, 3-4 gün sonrasında kalan sütü toptan yoğurt ya da lor yaparsınız. İhtiyacınıza göre.

Kefire de yetiyor süt hatta bizde.Evren sağolsun, onun sayesinde kefir de yapabiliyoruz artık!

Gündönümü ve Aysun the sütçü ile tanışma hikayemiz böyle. Eylül ayından beri bizim evin küçümenini Gündönümü'nün inekleri besliyor. Ocak ayından itibaren sütünü içmeye de başladı hatta...

Gelelim ziyaretimize. İnternet günlüklerinde okuyup duruyordum. Aysun the sütçü pikniğine gittik, şöyle eğlendik, böyle mutlu oldu bizim küçümenler diye...

Bu sene biz de listeye girdik. İkinci pikniğe gidebilmeyi başardık. Hava muhteşemdi. Yolda giderken erguvanlar, çiçekler, doğa muhteşemdi. Aysun hanımın tarifi üzerine, elimizle koymuş gibi bulduk yeri. Katılan herkes karınca kararınca, yeteneğince yiyecek getirdi. Ortak bir masamız oldu. Hepsi birbirinden lezizdi. Herkesin ellerine sağlık. Ponpon hanım en çok Aysun hanımın sakızlı, vişneli muhallebisine ve adını hatırlayamadığım bir sütdaşımızın tonton poğaçalarına bayıldı! Onları yapan ellere ayrıca teşekkürler...

Çiftlik geri dönüşüme önem vererek kurulmuş. Yukarıdaki yapay gölet sulama suyu için kaynak oluşturduğu gibi, içindeki yapraklar, ineklerin leziz süt verebilmesi için ekilen yoncalara doğal besin oluyormuş göletin suyu boşaltıldığında.

Aysun hanım, ''kızlarım'' dediği ineklerine gözü gibi bakıyor. Hastalıklardan âri durumda olmalarına özen gösteriyor. Yedikleri, içtikleri ile özel olarak ilgileniyor. İthal yem kullanmıyor, mısırı yerli üreticiden alıyor, çiftliğin bir bölümünde yetiştirdiği yoncaları kışlık yeme katıyor ve iki ayrı merada kızlarını serbest olarak otlatıyor. Eh günümüz koşullarında bundan başka ne yapılabilir bilemiyorum.
Amerika'nın GDO'lu mısırdan glikoz şurubu yapıp, artan atıkları hayvan yemi olarak sattığını, bunların ülkemize de geldiğini, Ukrayna'nın Avrupa'nın 1 numaralı ucuz mısır satıcısı olduğunu, GDO'lu mısır sattığını, Fransa'nın tüm araştırmalarını Ukrayna üzerindeki bu genleri ile oynanmış bitkilerde yapmak için destek verdiğini, bir de Çernobil'in kalıtınlarının hala bu ürünlerde olduğunu düşününce, içim nasıl kötü oluyor bilemezsiniz.

Aysun hanım tüm bunların bilincinde, tüm bunları tek tek izleyen, hatta bizleri uyaran konumunda. O yüzden güvenimiz sonsuz... Biliyoruz ki, gün gelip mısır bulamazsa, durumum bu, hayvanlarımın yaşaması için ben bunu yapmak zorundayım, karar sizin der, o kadar açık yürekli ve o kadar açık sözlü. Biliyoruz ki, işletme sahibi ama sonunda o da bir anne.
Ortak masanın güzellikleri ile midelerimiz şenlenirken yanına katık ayranımız vardı köpük köpük... Küçümenlere de sütümüz. Küçümenler en şanslılardı o gün. Saldım çayıra, mevlam kayıra lafı bugün için söylenmiş olsa gerek. İnekler gibi biz de küçümenleri saldık ormana. Kimi top oynar, kimi koşar, kimi kendi boyunda bir başka küçümen bulmuş, sohbet etmeye çalışır haldeyken, sizler de uzaktan izlemeliydiniz, nasıl eğlendiler anlatamam.

Adını bilmediğim bu çiçekler öbek halinde oturduğumuz masanın yakınlarındaydılar. Bilmem ekilmişler mi, yoksa kendiliğinden mi çıkmışlar ama mavi renkleri ile çok alımlı bir halde süzüm süzüm süzülüyorlardı. Dayanamadım ters ışıkta fotoğraflarını çektim. O yüzden biraz baygın görünmüşler...

Burası da geleceğin meyve bahçesi. Belki gün olur, Aysun hanım o meyveleri de bizimle paylaşır ama bu sıralar bize çabuk büyüsünler, bereketli olsunlar demekten başka birşey düşmüyor. Arkalarda da Aysun hanımın kızları var. Mutlu mutlu çayır, çimen koşuyorlar.

Aysun hanım, kızlarının besinlerine ne kadar özen gösterdiğini bizlere anlatırken, pikniğin afacanlarına da söyleyin bakalım, orada ne var diye soruyor. Uzaktan tahmin yürütemeyen küçümenler, yanına gidince, mısırı hemen tanıyıveriyorlar. Haydi elleyin bakalım sözünün ardından da bir bakıyoruz, oyun parklarındaki topların içinde yüzen küçümenlere dönmüşler, mısırların arasında yuvarlanıp duruyorlar...

Onların haline gülümseyen bizler de, hangi yemden nasıl karışım hazırlandığını, hamile inekler ile süt veren ineklerin, buzağıların yem oranlarının farklı olduğunu, bu karışımların özel olarak hazırlanıp ayrı yerlerde bekletildiğini öğreniyoruz.
Ve işte kızlaaaaaar! Nam-ı diğer Möööö ler. O günden beri Ponpon hanım Möööö'den başka laf söylemez oldu. Kedi de, köpek de mööö idi o gün. Hatta uykusunda bile mööö sayıkladı dönüş yolunda. Çok sevdi onları çok. Ama sevilmeyecek gibi de değiller. Gözleri, kirpikleri bile o kadar güzel ki! (Maşallah!) Biraz narin, biraz korkaklar. Eh haklılar, kalabalıklardan, stresten uzakta, mutlu mesut yaşıyorlar. Mis gibi havaları, bol gıdaları, tatlı mı tatlı bakıcıları var. Bir dedikleri iki olmuyor.

Kızları daha yakından görmek isteyenlere Aysun hanım ve eşi eşlik etti. Hatta o kadar yakından gördüler ki, tuvaletlerini neden söylemeleri gerektiğini bile öğrendi küçümenler!

Buradaki kızlar da yeni doğum yapmış olanlar ya da hamile olanlar. Ayak ağrıları çekiyorlarmış onlar da. O yüzden özel yatakları var. İsteyen böyle sere serpe yatıp dinleniyor.

Bunlar da en küçümenler, en tatlılar, en şekerpareler... Biz onları çok sevdik. Ama onların sütüne ortak olduğumuz için de biraz hüzünlendik. Neyse ki, miktarı belli imiş yediklerinin, içtiklerinin. Biberonla özel besleniyorlarmış. Gittiğimiz zaman mama saatleri gelmişti ve çok acıkmışlardı.

Bu küçük hanım en miniği çifliğin. Adı Figen. Nazar boncuğu var. Çünkü, ikiz kız kardeşini kaybetmiş. İkizi olduğu için de eksik kiloda doğmuş. Yaşam savaşı vermiş ve hala vermekte. Ama gayretli, çok tatlı idi. Bakıcılarının uyardığı gibi ''Maşallah'' da diyelim ona.

İşte bizim küçümen, bu Figen kız ile dost oldu. Bakıcısı, yanına girmesine izin verdi bizim küçümenin. Aynı boyda yanyana çok şekerlerdi. Bizimki onu, o bizimkini kovaladı. Bir ara Figen, mama sandı Ponpon hanımın hırkasını. Onu kolundan yakaladı. Bizimki ''ah anne ah, ah anne ah, mööö'' derken şaşkın bir ifade ile yüzümüze bakıyordu. O sırada biz de gülmekten ölüyorduk. Figen hanım, anneyi de ayağından yakaladı. Anne, kot pantalonunun taşlı işlemeleri Figen'in boğazına kaçmasın diye paniklerken, bizim küçümen iyice dehşete düştü. Sonra biraz uzaklaşınca, anlattık tekrar. Acıkmış Figen, mama zannetti bizi, o yüzden, çok tatlı Figen bak dedik. Bol bol öpücük gitti Figen'e. Döndü döndü el salladı, öpücük gönderdi. Şimdi soruyoruz, Figen sana ne yaptı? Eli ile kolunu tutuyor ucundan, ıh diyor. Kolundan, öyle çekmiş Figen!

İşletme turundan dönerken bu güzelim menekşeler karşıladı bizi. Belim el vermedi ki, kokuyorlar mı bakabileyim!

En son da, becerikli küçümenlerin, kızların saçlarını taramasına izin verdi Aysun hanım ve ekibi. Deliye döndü çocuklar sevinçten. Etraflarında dört döndüler. Kızlar da çayırda olmanın mutluluğunda. Bakıcılar aman kimseye zarar gelmesin diye telaşlı...

Herkes ayrı bir mutlu, yüzlerde gülücükler. Gülümsemekten çene kaslarımız yoruldu, o derece...
Bize evini, çiftliğini, gönlünü açan, aile fertleri ile tanıştıran, bilgiyi her daim paylaşan, doğruyu bulmaya her daim hazır olan Aysun hanıma, kar kış demeden kapımıza kadar sütümüzü getiren aile üyelerine(aile diyorum çünkü kan bağları olmasa da tam bir aile olarak göründü tüm çiftlik çalışanları gözümüze) çok teşekkür ediyor, bir başka piknikte buluşmak dileğiyle diyoruz...

Ponpon hanım da hala Möööö diyor, ona da en kısa zamanda bir möööö oyuncak bulunacak, kayıtlara geçile!

05 Mayıs 2010

Haydi Nehir ve Annesinin Yüzünü Güldürelim

Açalya her zamanki duyarlılığını göstermiş gene. Nehir ve ailesini de ilk onun sitesinde tanımıştım ve beni şu cümleler çarpmıştı:

''Hatta bu işi farketmemiş olan çocuk doktorumuza bile öfkeli değilim. Hayatının hatasın yaptı, kendi de üzülüyordur...Ama şuna şaşırdım. 16 ay süt verdiğim, sadece organik beslediğim, free range bulamadığım için tavuğun tadını bilmeyen, meyve suyu değil de meyveyi yedirdiğim, süt bilmemneymiş diye sadece yoğurt verdiğim, Nehir'imde nasıl olur da kanser olur! dedim. İlk günlerde etrafımdaki herkesin ilk tepkisi, "Nehir iyileşince onu çukulataya boğacağız" oldu...Ben de "tamam" dedim.
Bilginiz olsun...tamam değil. Mahmut da İngiliz adamdan etkilendi...Eski beslenme stilimize devam! Şimdi benim Nehir'in iyileşeceği yönündeki inancımın iki temeli var. Kendimce justify ettim. Birincisi umuyorum ki bağışıklık sistemi daha iyi gelişmiş olsun...''

O zamanlar anne değildim ama babamı kanserden kaybetmenin acısını yaşıyordum, hala derinden derinden yaşadığım gibi.

Şimdilerde anneyim ve daha da iyi anlıyorum Nehir ve annesini, ailesini. Beslenme konusunda titizlendiğimde de bu satırlar aklıma geliveriyor hemen, içim cız ediyor ilk günden beri. İçime işlemiş bir kere.

Bu sefer gözünüzün önüne gelen bir zamanlar yardım istemiş birisi değil, şu anda canlı canlı yazdıklarını yaşayan bir aile. Bu posta kutunuza atılmış bir posta ya da e-posta da değil. Hani olur ya, sonradan ihtiyaç kalmamıştır ama zamanında ameliyat için kan istemişlerdir, sonradan arayanlarla yıkılırlar zamanında yetişmediği için, siz de rahatsız etmek istemezsiniz bu düşünce ile ya ihtiyaç kalmadıysa diye.


Ama bu sefer hayattalar, hala yapabileceğiniz, paylaşabileceğiniz birşey var. Siz de ellerinizle yakalayın bu minik serçeyi. Güldürün onun yüzünü. Çünkü ben o serçelerden gördüm babamı radyoterapiye götürürken nasıl umut oluyor içlerinde, sizin yüzünüzü güldürmek için nasıl insan ötesi bir çaba harcıyorlar bir bilseniz! Nasıl büyük bir acıya katlanıyorlar, tahmin bile edemeyeceğiniz.

Haydi sıra sizde, söz sizde, aşağıdaki link de yol göstericiniz:

http://nehir-im.blogspot.com/p/paypal.html