31 Aralık 2011

Yeni Yıl - Hediyeler - Elleri Çalıştırmak

24 Aralıkta yazılan yazıdan bu yana boş durmadık ben de Uğur Böceğim de. Daha önce yaptığım Redwork yastığın aynısını, bu sefer kenarları pamuk fıstolu olarak hediye verilmek üzere hazırladım. Bir seneden fazla oldu, gönderemediğim bir paket var. Onun içine girecek.

Bir başka arkadaşıma daha önceden kasnakta gördüğünüz bu Hollandalı küçük nakışçı gidecek. Gene Redwork.

Bu TonTon küçük hanımı kendimle özdeşleştirdim de biraz galiba. Pek sevdim o yüzden. En az yukarıdaki kuşlar kadar. O kuşlu yastığın eşi Uğur Böcüğü'nün yatağında. Başı kalorifere çarpmasın diye koruyucu olarak aynı zamanda.

Uğur Böcüğüm de boş durmadı. Benimle birlikte kartlar hazıladı. Eller ve ayaklar onun! Yapılışını Pinik Kuşum Ayçam'dan öğrendik.

Evren'in tarifi üzerine ben denedim yukarıdakini de. Çok sevdik. Alt kısımdan görüleceği üzere parçalamaya bile başladık. Küçümen çekiştiriyor akordiyon gibi oynuyor onunla. Hatta ben bile... Dolabın kapağına astım, gelip geçip çekiştiriyorum. Malzeme olarak aldığımız bir derginin içinden çıkan reklam broşurünü kullandım. Kağıdı kalın ve kaliteli birşeydi. O yüzden dayanıklı. Ama keserken elimi yordu bayağı. Eh elleri çalıştırmıyor muyduk zaten?

Gene bir arkadaşıma hediye etmek üzere, bir başka ellerini çalıştıran arkadaşımdan Melda Başçakır'dan bu çantalardan aldım. Hani geç kaldım, hediye etmek üzere güzel, kaliteli ama fiyatı da uygun birşeyler lâzım diyorsanız, sitesine bir gözatmanızı öneririm. Düğündür, doğumgünüdür, Sevgililer Günü, Anneler Günü derken hediye almaya fırsat çok...

Melda kendi tasarımlarını yapıyor. Son dönemde de yoğun olarak seramik çalışıyor. Hani elleri çalıştırmak diyoruz ya, esas bu işi Melda yapıyor. Seramik kilini yoğuruyor, şekillendiriyor. Sırla kaplıyor, pişirmek için fırına veriyor. Sonuçta da çok orjinal, güzel ürünler çıkıyor. Bu aralar yoğunluğu notluklara, tütsülüklere vermişti ama ben esas onun duvar panolarına, çanaklarına hayranım. Gene elle boyadığı Ev Tekstili kolleksiyonu var İstanbul adında. Başka başka da kumaş boyama ürünleri var. Aşağıdaki fotoğrafta ürünlerini azıcık derlemeye çalıştım... Melda'nın elleri epeyce çalıştı bu sene, seneye daha da çok çalışır dilerim.

Bugün yılın son günü... Bir yılı daha bitirdik. Ömürlerimize hatıralar katarak tüketti. İyi ya da kötü günlerimiz oldu. Herkesin kendisine özel bir 2011 anısı olacak.

Dilerim 2012 güzellikler getirsin. Savaşlar, insanların para hırsı yüzünden birbirini kırması, yok etmesi üzerine kurulan düzenler bozulsun. Yerine dirlik, birlik, huzur için olanlar gelsin. Gökyüzümüz, denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz mavi, topraklarımız yeşil olsun. Üzerlerinde oynanan oyunlar bitsin. Huzurlu, adil, doğru bir dünyada yaşayalım. Yarınlara güzel anılacak şeyler bırakalım. Neticede dünya fani, kendi hırslarımızla onu yok ediyoruz, insanları, insanlığı yok ediyoruz ama bunların bir tekini bile bir başka dünyaya götüremiyoruz. İyilikleri, yaptığımız güzellikleri, kırmadığımız kalplerden bize gelenleri götürebiliyoruz.

2012'de sağlıklı, mutlu, tüm sevdiklerinizin yanınızda olduğu günler sizlerin olsun.

27 Aralık 2011

Robin - Kızılgerdan - Bibercik

Yılbaşı yaklaştı ya, sana özlemim arttı. Daha önce başka bir yerde yazdığım bu yazıyı, buradan da paylaşma isteğim de arttı.

Seninle ilk yakın görüşmemiz, Granchester'da oturduğum şezlongun yanına konmanla basladı Kızılgerdancık. O mini mini gövden, tatlı kiremit rengi gerdanınla(genç olanlarında yokmuş ama bu renk gerdan), bana eski dost, serçeleri hatırlattın ama onlardan daha tombul, daha şirindin. Tüylerin daha yumuşacık görünüyordu. Daha cana yakındın. Aslında pek cana yakın olmayı sevdiğini sanmıyorum ama şehir hayatına uyum sağlamış olmalısın. Bunda bahçelerindeki zararlıları yemeni sağlamak için, en güzel ağaç dallarına, senin için, tatlı olarak, kuş yemi asan İngilizler'in katkısı olmalı...

Sonra, bahçeme gelir oldun. Minik minik kurtları, solucanları yakalardın. Bense senin, o tatlı kiremit rengi, tombik gerdanından okşamak isterdim hep. Bir de güzel fotoğraflarını yakalayabilmek. Ama ne mümkün, o kadar hızlısın ki! Bahçeye çıkıncaya kadar, çıt duysan kaçar giderdin. 

Ardından, neden seni bu kadar çok sevdiğimi düşünür oldum... Çocukluğumdan yerleşmiş meğer sevgin kalbime, parmağında seni taşıyan kızın resmi ile süslenmiş kartpostallar geldi aklıma, defter kapakları, sen en şirin kuş sembolüydün adeta oralarda. Yılbaşı zamanının vazgeçilmezlerindendin. Karların içinde o güzel kızıl gerdanınla...

Hatta İngiltere'de, 18.yüzyılda, Christmas zamanında, postacılar, dağıtımlarını kırmızı bir kıyafetle yaptıkları için,  Robin takma adıyla(kartlara ilham olan güzelliğin için mutlaka buraya bir tık - teşekkürler Meyvelitepe) çağrılır olmuşlar. Ne yazık ki, Kraliçe Victoria döneminde tüylerinden kart yapmak için yakalamışlar seni, belki de o yüzden, kaçarken bu kadar hız kazanman! 1960 yılında İngiltere'nin en sevilen kuşu olmuşsun. Ama seni ulusal kuş listesine almamışlar her nedense. Eh doğru ama, sen sadece İngiltere'ye ait değilsin ki!

Tüylerin, dişi ve erkeklerinin kanatlarında, kuyruğunda, başında tatlı zeytin yeşiline benzer bir kahverengi, belinde beyazımsı gri, yüzünün alt kesiminde ve göğsünde benim sevdiğim o tatlı kızıl renk, karnında beyaz renk ile çooook güzel çok. Başının arka tarafındaki kahverengi  V şeklindeyse dişi, U şeklindeyse erkek olduğunu anlamamız kolaylaşırmış ama herzaman buradan tanıyamazmışız seni. Gençlerin tek renkmiş ve o yumuşak tüycüklerin yokmuş ki, tanıyamasın onu diğer kuşlar. Burada o sevimli halinle arz-ı endam etmişsin.


Erkekler hakimiyet için ölümüne savaş verebilirmiş senin türünde(Oysa çok uysal bilirdim genelde seni ben). Dövüşler 30 dakika ve daha fazla sürebilirmiş. Kızıl gerdanın da bu savaşlarda gözdağı vermek içinmiş. Hatta hakimiyetini bildirmek için, şarkı söylemeyi de severmişsin.. Hanım kuşlar da altta kalmazmış şarkı söylemekte. Bütün yıl şarkılarınızı dinlermişiz ve bütün yıl boyunca öten nadir kuşlardanmışsınız. Alacakaranlıktan alacakaranlığa, sabahtan akşama, hiç durmazmış şarkıların, gece ışıklar yansa bile... Ah o şarkıların da çok güzel çok, bıcır bıcır. Bak burada, söylediğin şarkılardan birisi var, meraklı meraklı halinle. Hatta araştırmalardan bazıları, akşamları trafik sesi ve şehir hayatına direniş diyormuş senin şarkıların için...

Boyun 13 - 14 cm'cik, kanat açıklığın da 20 - 22 cm. imiş. Öyle miniciksin ki, ağırlığın anca 16 - 22 g geliyormuş. Kuyruğun hep dik, havada, etrafına karşı tetiktesin. Etobursun. Sinekleri,böcekleri, kurtları, solucanları, yani omurgasızları seviyorsun. Ama bahçenin yaramazı olarak, tatlı da severmişsin sen, öyle duydum. Kek, pasta da yiyormuşsun. Hele kekler hindistancevizli ise, meyveli ise bayılırmışsın, hatta hamur halindeyse bile alıp kaçarmışsın. Ayçiçeklerini de tırtıklamadan duramazmışsın.
Mart ayından Ağustos ayına kadar olan zaman üreme mevsiminmiş. Kışları İskandinav ülkelerinden akrabaların gelirmiş soğuklardan kaçarak, ama onlar senin gibi bahçelerde, insanların arasında yaşamazlarmış pek. Daha ormanlık, insandan uzak yerleri severlermiş.

Yuvaların fincan şeklinde imiş. Otlardan, yosunlardan, kuru yapraklardan hazırlarmışsın onu ve bulursan biraz da saç, yün eklermişsin yatak olarak kendine. Gerdanınla aynı renk toprak saksılara, İngilizlerin meşhur Wellington çizmelerine, palto ceplerine,arabalara, hatta posta kutularına yuva yapmayı severmişsin. Aman kızılgerdanım, bu kadar da yaklaşma insanlara...
Yumurtanı ise hiç sorma, muhteşem birşey! O güzelim mavi rengi hele... Açık kırmızı minik minik noktacıkları, 15 - 20 mm boyu ile çok şeker. Bir defada 4 - 6 tane yumurtlayabilirmişsin. Kolleksiyoncular peşindeymiş hep. Anne kızılgerdancık beklermiş yumurtayı ve yavrular çıktığında hem anne, hem de baba beslermiş. Annesiz, babasız yavru görürsen dayanamayıp onu da beslermişsin. Ne kadar evcimen ve dostsun sen Kızılgerdancık.


Yumurtalarının mavi renginin ismine ait olan telif hakkı Tiffany Co. firması tarafından alınmış. Mücevherleri o renkte adlandırmak isteyenler bu firmaya para ödemek zorunda kalıyorlarmış. Oysa senin ödülün o Kızılgerdancık. Seni ve yumurtalarını korumaya harcanmalı onun geliri. Aynı renkte bandana takmanın da anlamı varmış ama ben sebebini söyleyemem, utanırım!
Gel senin vücudunu çocuklar renklendirsin buradaki boyama sayfalarında, ne dersin?
Türkiye'de seni Karadeniz, Marmara, Ege bölgelerinde, kışın da güneyde görmek mümkünmüş ama İngiltere'deki dost canlısı halinden çok daha doğal buradaki ortamın. Esas düzeninde yaşıyorsun Türkiye'de, evcilleşmeden, doğada, en güzeli bu değil mi? Kimseden birşey beklemeden, özgürce...
Soyunun sopunun bilgilerine buradan ve bulunduğun yerlere ait haritaya buradan erişmek mümkünmüş.

Krallık: Animalia
Şube(Phylum): Chordata
Sınıf: Aves
Takım: Passeriformes
Aile: Muscicapidae
Cins: Erithacus
Tür: E.Rubecula
İngilizce'de Robin, Almanca'da Rotkehlchen(teşekkürler Evren), derlermiş sana.
Türkiye'de ise şu yerel adlarla anılırmışsın:

Kırmızı göğüs - Nar Bülbülü - Kınalı - İzmir
Hınn - Hatay
Kınalı - İmanısarı - İçel
Cennetika - Kinalika - Rize
Çipi - Yalova 
Kızılgerdan - Osmanpali / Düzce - Gümüşova - Giresun
Göğsükızıl - Side/Antalya da
Hasancık - Ordu
Mesuik kuşu - Rize Hemşin
Bibercik
Haydi sor Kızılgerdancık, var mıymış seninle ilgili hikayeleri, şiirleri, özellikle çocuklarla paylaşacak güzellikleri dostlarımızın? Varsa eğer paylaşırlar mı bizimle?

24 Aralık 2011

Bugün ben ellerimle...

Evren ile aynı başlığı yazdım bugün ben de...

Salı gününden bu yana sesim çıkmıyorsa boş durduğumdan değil. Yastıklar çeşit çeşit devam etmekte. Yenileri de hazırlanmakta. Ama bir türlü fotoğraflarını çekemedim. Ya hava çok karanlık olduğundan ya da fotoğraf çekebileceğim hale geldiklerinde çoktan akşamı bulduğumuzdan...

O yüzden yukarıda yeni başladığım ''Redwork'ün'' fotoğrafı da istediğim gibi değil ne yazık ki!

Bizlerle birlikte ellerini çalıştıran başkaları da var. Üstelik doğumunu bildiğim, her yaşında ayrı bir güzelliği tattığım, hayal gücüne hayran kaldığım, daha ilkokula gitmeye bile başlamadığı bir yaşta, saçlarıma takmaya çalıştığı tokaya direnince ben, ''niye toka paslı, tetanoz olurum diye mi korkuyorsun?'' sorusu ile hayretler içinde kaldığım Mu'dan Kalma Bir Deli de onların arasında. Bu minik böcük, şimdilerde 20'li yaşlarına vardı. Basın Yayın Yüksekokulu'nu dereceyle bitirmesine pek az kaldı. Çocukluğunda zorlu bir dönemi aştı ve parmakları çalıştırmanın önemini en iyi o dillendirip de anlatacaktır aslında. Belki yazar bir gün bizlere, o güzel anlatımıyla...

Bu aralar bol bol ödev hazırlayıp, kafasını müzikle ve bu kuklalarla dağıtmakta. Birisi de bizim Uğur Böcüğü'ne gelecekmiş, bekliyoruz merakla... Ellerine sağlık Mu'dan Kalma Bir Deli.

Elleri ve aklı çalıştırmanın en güzel örneklerinden birisi İbeking'de. Muhteşem bir defter hazırlamış. Bayıldım!

Sizler de birşeyler yapsak ama ne diyorsanız, Van'daki çocuklar için güzel birşeyler örebilirsiniz. Mutlaka evlerinizde değerlendirilmeyi bekleyen bir parça yününüz ve bir bereyle atkı örebilecek kadar zamanınız vardır. Yok demeyin sakın, ne yapıp edip yaratın!

Sizlerin işlerini de bekliyoruz, haydi durmayın!

20 Aralık 2011

Yeni Yıla Merhaba Sofrası

Geçen sene, Yeni Yıla, Neslihan'da, merhaba demiştik.

Bir senedir de o sofrayı konuşup duruyoruz. Şu harikaydı. Bu nasıl da ince düşünülmüştü. Şu yiyeceği yeniden yapmalısınız...

Kolay kolay unutulmayacak o sofra. Üzerine bir de Neslihan'ın minik kızına hoşgeldin partisi düzenlendi. Gene dillere destandı. Ama ne yazık ki, ben onu kaçırdım.

En son Pınar'ın İpek böceğine hoşgeldin demiş olduk. Araya pek çok şey girince de bizim blog dostları ile buluşmalarımıza uzunca bir süre katılamamış oldum. Ama aklım hep onlarda kaldı.

Bu sene, Yeni Yıl için, Selen talip oldu. İki aydır onun telâşesi sarmış onu. Ama öyle güzel hazırlamış ki herşeyi, bayıldık! İnce ince düşünmüş tün detayları, mağaza mağaza gezmiş. Hoş Selen zevkli kız, aslında özel bir çaba sarfetmesine de gerek yok ama gene de üşenmemiş, uğraşmış. Evinin her yeri öyle cici bici eşyalarla bezeli ki, İngiltere'de içine girip de saatlerce çıkamadığım mağazalardaymışım gibi hissettim kendimi. Yeni ve eskiyi öyle güzel biraraya getirmiş ki, anlatılmaz, ancak görülür!


Tek tek her tabak için böyle uğraşmış. Minik isim kartları ile, kimin nereye oturacağını belirlemiş.

Yetmemiş, sandalyelere de kurdelalaları ve bu minik çanları takmış. Bayıldım ben! Hele evin böcüğü hiç görmesin, elinden düşürmez.

Geyik, bize hoşgeldin diyordu tuzlu yiyeceklerin başında.

Bütün tuzlular burada biraradalar. Neler vardı diye tek tek bakacak olursak...

Esra'dan Yasemin'in üç renkli böreği...

Neslihan'dan curry'li buğday salatası.

Minicik kızına rağmen uğraşmış iki salata yapmış Neslihan. Ben utandım bu durum karşısında. Yağmur ise tam bir prenses. Annesinin minyatürü. Yemelik lokum! Ama kıyılamayacak kadar da minik. Gene de minik hali ile insanlarla iletişimi şimdiden inanılmaz. Kalpleri tek tek fethetti bile.


Gene Neslihan'dan tavuklu salata. Çam ağacı kalıbında. Süslemelerini kızlar elbirliği ile mutfakta yaptılar.

Müge'den tuzlu kurabiyeler. Ama bu kurabiyelerle kalmadı, hiç boş durmadı. Fadime ile ikisi yiyeceklerin tabaklara yerleştirilip süslenmesinde başrolü oynadılar. Aras bey, arabasında paşa paşa oturdu. Pek centilmendi. Pek sevdim bakışlarını, cici bey olarak diğer iki hanımın yanında paşa paşa oturuşunu. Maşallah ona.

Selen, Meksika fasulyesinden salata yapmış. Yemeye doyamadım, öyle güzel.

Köfteler gene Selen ve annesinin ortak çalışması imiş. Ama Müge onlara sihirli parmaklarını bir değdirdi, çiçek açtılar. Daha da bir güzelleştiler. Mutfağa gidip döndüklerinde gözlerime inanamadım.

Fadime'nin bu dolmaları sihirli. Yiyip yiyip doyamıyorsunuz. Daha da çok yemek istiyorsunuz. Ama bu buluşmada sihirin sebebi anlaşıldı. Özel toplanıp donduruluyormuş yaprağı. İncecik, ipek gibi yaprağa bir Fadime dokununca ortaya bu sihirli dolmalar çıkıyormuş.

Otlu çörekler, Selen'in tarifi ile benden. Her daim yaptığım halde, kıvamı da aynı olduğu halde, sanırım içine koyduğum Ezine peyniri yağlı geldiğinden bu sefer yassı olmayı tercih ettiler. Diğer yiyeceklerin yanında içinde sunulduğu tabak da olmasa pek yüzüne bakılmazdı sanırım! Eh ben de yemek uzmanı değilim ve de yemek bloğu yazmıyorum ne yapalım diye avundum. İngiltere'deyken mutfak benden soruluyordu ama Türkiye'ye geldim geleli, malzemeler, kap kacak, herşey değişti ve mutfak hakimiyeti annemin elinde olduğundan, belimle ilgili sorun da yaşayınca gene ona bırakıldı. Arada bir mutfağa girer oldum. Çok fazla da ayakta duramaz oldum, ne yapalım...


Yasemin klasiği bozmayıp bu sene de pasta benden dedi. Bu seneki kütük pastanın içinde de bir sürpriz var dedi. Geçen senekinde lokum vardı. Bu seneki nedir dediysek de, ser verip sır vermedi.

Ama ilk dilim kesilince anlaşıldı ki, kek kırmızıymış bu seferkinde de! Üzerinde epey konuşuldu. Gıda boyası yerine ne koysak diye düşündük biraz da... Günün en çok konuşulan yiyeceği oldu sanırım. Keki şu tarifle mi yapıldı, kreması böyle miydi diye... Yasemin süsleme için bütün malzemeleri yanında getirmiş. Sen biliyorsun deyip Müge'ye havale etti. Uzaktan, onu oraya koy, bunu da kat dediğini duyabildim. Ortaya işte bu nefis görünüm çıktı!

Münevver hanım'ın ay ve yıldızlı kurabiyeleri muhteşemdi! Hatta muhteşem lafı bile az kalır yanlarında. Hayal bile edemeyeceğiniz nefis bir tat. İkisi aynı hamurdanmış izlenimi verse de, ayrı ayrı iki lezzetti. Fotoğrafları çekildikten kısa bir süre sonra yıldızlar tükendi. Faili benim biline!

İpek böcüğünün annesi Pınar bu nefis tek lokmalık, gene elinizi attığınız an bırakamayacağınız türden fındıklı kurabiyeleri yapmış. Kurabiyeleri mi yemeli, İpek böcüğünü mü bilemedim. Artık iyice büyümüş böcük, gülücüklerle konuşur olmuş. Fotoğraf makinesini pek tanır ve de bilir olmuş. Kimin elinde görse, takipte idi. Hanım hanımcık, uslu uslu oturdu. Bir de güzel giyinip bize mankenlik yaptı. O günden beri gülüşü gözümün önünden gitmiyor, Maşallah!

Yasemin, pasta ile yetinmemiş, bu ara gelen siparişlerle eli hızlanmışken, bir de araya minik keklerden sıkıştırmış. Mudcake kıvamında, bol çikolata tadında(ama içinde sadece bol kakao var dedi) harika kekler yapmış. Ayşem'im olsa şimdi ona ''Ajanım'' derdi. Hakikaten ''Ajanım''. Her tarifinde bir sır gizli. Varsa kurabiye pasta siparişleri, hali hazırda süper hatun hızında yetişmeye hazır...


Tuzluları tabağa alınca böyle birşey çıktı ortaya. Çayın kokusu hala burnumda...

Yiyecek faslından sonra sıra geldi hediye faslına... Herkes çekilişte birbirine vermek üzere hediye almıştı. Selen tek tek sürpriz çikolata kaplarını güne uysun diye kırmızıya boyamış. Üzerine yeşil kurdelalar takmış, sonra da süslü bir çorabın içine atmış. Tek tek oradan çektik. Ben Selen'i çektim. Esra da beni. Yukarıdaki fotoğraf için Yasemin'e teşekkürler. Benim elim, konu mankeni olarak orada bulunmakta!

Tüm hediyeler Selen'in daha önceden süsleyip de hazır ettiği ağacın altına kondular.Çekilişin ardından da buradan sahiplerini buldular.

Ağaç davası artık(önceden severdim de, İngiltere'de yaşamak bende bu adete karşı ters tepki doğurdu) pek benlik olmasa da Muazzez İlmiye Çığ'ın kulaklarını çınlattım... Bu alıntıyı mutlaka izlemenizi öneririm.

İlk gördüğümüzde ağacın süsleri zannettiğimiz bu minik paketler de meğer Selen'in bizlere hediyesi imiş. Hepimize sürpriz yapmış.

Bir başka ağaç süsünü de ben hemen fotoğraf kayıtlarıma aldım. Zira biliyorsunuz Evren'in başlattığı  ''Bugün ben ellerimle...'' etkinliği var. Böcükle ikimizin birlikte deneyeceği, parmaklarımızı çalıştıracak birşeyler olsun istedim.

Yasemin bu aralar binlerce kurabiye yaparak parmaklarını çalıştırıyor.


Selen, bu minik kuşları bize hediye olarak hazırlamış. Kendi el emeği, göz nuru. El boyaması hepsi.

Ayrıca evini ve yiyecekleri hazırlarken de epeyce çok yorulmuş. Herşey için bir de buradan çok teşekkürler Selen'e ve emeği geçen tüm dostlara. Gelemeyen Ayşem, Gülriz ve Müge'nin de kulakları çınlamıştır herhalde.

Sahi, siz bu aralar parmaklarınızı çalıştırıyor musunuz? Neler yapıyorsunuz? Bir ay boyunca bu soruyu her yazımda soracağım. Aklını çalıştıran insanlar lâzım ülkeme zira. Hele de bu günlerde...

Ben son yazıdan bu yana redwork bir yastık yapmaya başladım. Ayrıca diğer yarım patchwork yastıklara devam... Böcük ile evde yapıp da oynayacağımız oyun hamuru tarifi arıyorum. Ufak ufak kartlar hazırlamaya başlayacağız, onlar için modeller buldum. Elde kalan kumaşlardan birkaç Suffolk Puff kutuya atıldı... Boş durmuyoruz yani.

Haydi sizler de ses verin, neler yapıyorsanız söyleyin...

16 Aralık 2011

Suffolk Puff'dan Yastık

Ben bugün ellerimle... diyordu ya Evren...

Kendisi de çok güzel bir bakkal dükkanı hazırlamış Sincap için bayıldım!

Ellerimizle yaptıklarımıza devam etmek istedim. Aslında bir günde yapılmadı bu yastık elbet. Hayatta bitmez zaten. Ara ara çalışmanın ürünü. Eksik kalmış son kısımları tamamlandı bitsin diye böylece bu bahane ile eller boş durmadı.(bu yazıyı okuyup da elleri çalıştırmanın önemi hakkında konuştuklarımızı duymayanlar için buradaki yazıya bir tık tık! )

İki farklı renkte Suffolk Puff'lar hazırlanmıştı. Ama ne yazık ki, bu sefer geri dönüştürülebilecek bir kumaştan değil de, patchwork için özel alınmış bir kumaştan.

Sonra, birbiri ardına çubuk şeklinde olacak biçimde hizzalandırılarak, arkadan minicik dikişlerle tutturuldu. İkinci çubuk şeklindeki dizi gelirken, farklı renkte olanlarla başlandı ki, yanyana geldiklerinde de aynı renkler yanyana gelmesin. Çubuk diziler, sonra yanyana tutturuldu gene arkadan minik dikişlerle.

Ortaya çıkan parça, ekru kumaş üzerine, dört kenar kısmının çevresinden sabitlendi. Bunun için gizli dikiş kullanıldı. Orta kısımlar kabarmasın diye, ara ara, rastgele daireler seçilmek üzere, en orta noktasından tutturuldu.

Ekru parçaya, kenar çerçevesi arkadan elde makine dikişi ile dikilerek köşe yapıldı. Biten parça ütülendi. Kenar birleşim noktasına, sim kordone gizli dikişle tutturuldu.

 

Arka parçalardan üste gelecek olanına kazayağı nakış yapıldı. Altta kalanın içten gizli dikişle çevrildi.


Gene elde makine dikişi ile arka parçalar ön parça ile birleştirildi. Kurs hocamız Anne'ın bize önerisi, arka parçaların yastık uzunluğunun 3/4'ü olacak şekilde hesaplanması idi. Ben de buna dikkat ettim.

Bitmiş 40 x 40 cm'lik yastık da yukarıda görülen şekilde birşey oldu... Komşularımızdan biri çok beğenip torunuma da isterim dedi ama aynı kumaşı bulamayınca ve o da en az iki tane isteyince isteği gerçekleşemedi. Bu yastık da benim için nadide olan parçalar arasına katıldı!

Nadide olmasının sebebi de, üzerinde bir tek makine dikişinin bile olmaması. Tümüyle elde dikilmiş olması!

15 Aralık 2011

En Çok Okunan Yazılar

Dün Berceste epeyce çok okunmuş.

Pek çok kişi Elmalı Kek yapmak istemiş olmalı ki, günün en çok okunan yazısı Kerime Teyze'nin Elmalı Keki olmuş.

Sonra da İngiliz Tarzı Banyo merak edilmiş.

Hayır 5 - 10 kişi merak etse anlayacağım da, 186 kişi İngiliz Tarzı Banyo'yu bir günde niye merak eder onu çözemedim. Yazıyı okuyanlardan birisi bu merakımı giderirse pek sevineceğim!

12 Aralık 2011

Suffolk Puff - Yo Yo Patchwork - Parmakları Çalıştırmak - Geri Dönüşüm

İngiltere'de iken U3A'de kurs veren Anne Culver'dan öğrenmiştim elde patchwork yapmayı. Patchwork ve Suffolk Puff kelimelerini kullanmam bu yüzden!

İngilizler Suffolk Puff, Amerikalılar da Yo Yo Patchwork diyor bu tür patchwork çalışmasına. Bir parça anlatmıştım daha önceki yazımda.

Aslında Suffolk Puff'ın tarihçesini çok merak ediyorum. Epey bir baktım internetten ama detay bulamadım.

Bu sefer yapılışını da yazayım istedim. Adım adım... Daha önceki yazımda belirtmiştim. Ama yeniden yazayım. Anne, bize Suffolk Puff' ın çapını ne kadar istiyorsanız, onun iki katı büyüklüğünde bir daire kesin demişti. Ben genelde bizim böcüğün eski mama kutularının kapağını(kutunun içine de biten Suffolk Puff'ları koyuyorum) ya da CD'leri kalıp olarak kullanıyorum. Bu seferkilerin çapı CD'ye göre ayarlı.

Kullanacağınız kumaşların üzerine CD ile daireleri çizip, kesiyorsunuz. Evin Uğur Böcüğü,  bu aşamaya bayılıyor. Patchwork yapımına ilk gördüğü andan beri bayılıyor. Çünkü her evresinde onu değişik bir obje bekliyor oluyor. Cetveller, kumaşlar, kalemler, makaslar, iplikler... Bu dünya, ona çok hareketli ve güzel geliyor. Aklına estiği dakika ''haydi anne peçpörk yapalım'' diye eline dikiş kutusunu alıp, yanımda bitiyor. Biten Suffolk Puff'lar kamyona yükleniyor. Dizi dizi koltuğu ya da onun masasını süslüyor. Çaktırmadan yanıma gelip, kapıp kaçıyor. Kapıp kaçtığı, bir sonraki aşamada dikeceğim parça ise, onu kovalıyormuş gibi yapıyorum. Oyuna oyun katılmış oluyor. Daha da çok seviyor, seviniyor.

Neyse... Nerede kalmıştık... Kestiğimiz kumaş parçalarından çok az içe kıvırarak oyulgama dikişle(isterseniz teğel gibi diye de tarif edebiliriz) dikiyorsunuz.

Tüm kenarı bu şekilde dikince, başladığınız noktanın biraz uzağından ipliğinizi çekiyorsunuz.

Yukarıdaki şekilde büzülmüş oluyor.

İpliği iyice, sıkı sıkıya çektikten sonra, görünmeyecek bir şekilde tutturup düğüm atıyorsunuz ki, açılmasın.

İşte Suffolk Puff'ınız hazır. Onu nerede kullacağınız da size kalmış.

Gelelim kullanılan kumaşa. Belki farketmişsinizdir, farketmeyenler için ben söyleyeyim. Eski bir pijama, bu şekide değerlendi. P,jamanın pantalonunun ağ kısmı erimişti. Ama kalan kısımlar sapasağlam idi. Atsanız atılmaz, tekir bekir giyilmez. Birisine verilmez... Bu şekilde güzelce değerlendi.

Her bir puff, bir diğeri ile küçük dikişlerle arkadan tutturuldu. Bir dönem orta kısmından ipliği içeri alıp, hiç dikiş görünmeyecek şekilde dikiyordum. Ama bu sefer yaptıklarım, bir zemine tutturulacakları için o özeni göstermedim. Kullanacağınız yere göre formülasyon size ait.

Benimkiler, önce çiçek oldular. Sonra da çiçekler birleştirilerek örtü olmaya doğru gidiyorlar.

Aşağındaki fotoğrafta yer alanlar da gene artık kumaşlardan. Onları gömlek diken bir aile dostumuzdan aldım. Ara ara reklamlarda da görüyorsunuzdur belki kendisini. Kullanmadığı, top başı ya da aralardan çıkan kumaşları, benim için sakladı. Atacağına, ben aldım ve değerlendirdim. Ama aşağıdaki çalışmada lacivertli kumaş kenar çerçevesine yetmediği için, bu kısımları tamamlayamadım, yastık olmak için uygun lacivert kumaşı bekliyor hali hazırda. Olur ya, belki eşimin eskiyen bir lacivert pantalonu çıkar ya da elinde lacivert kumaş kalmış birileri haber ederse, o da tamamlanacak. Böylece geri dönüşüm için de güzel bir örnek oluşturacak.

Gelelim tüm bunları, bu aralar yazışımın ana sebebine.
Evren, ''Hindiba üretime geçiyor. Siz de var mısınız?'' dedi Basit Bir Yaşam'da, Ben de evet varım dedim. Elişleri zaten yaptığım, ruhumu dinlendiren uğraşlardan. Böcüğümü de mutlu ediyor. Neden var olmayayım ki?

Ama Evren, çok önemli noktalara parmak basmış bu yazıda. Varlığımız da basit bir sebepten değil. Gandhi'den örnekler vermiş. Parmakları, elleri kullanmanın önemine dair. Toplumsal hareketin önemine dair.

Parmakları çalıştırmak ve sinirlere etkisi üzerine de Evren'in yazısına yorumuyla Şebnem Oğuz çok güzel noktalara dikkat çekmiş.

Ben de internette arayınca iki yazı ile karşılaştım.

Birisi yünlerle çalışma üzerine. Orada kabaca,(yani bire bir tercüme etmeden, özetle) diyor ki, 6 yaşındaki çocuklarda beyin, yetişkin beyninin 2/3'ü kadardır. Ama sinirlerle bağlantısı 5-7 kat daha fazladır. Bu taze beyinlerin öğrenme kapasitesi de çok yüksektir. Büyüdükçe bu yeteneğin %80'ini kaybederler. Araştırmalar göstermiş ki, 6 yaş civarında beyin fonksiyonları daha da fazla çalışmaya başlar, miyelinasyon başlar.(sözlüğe göre miyelinasyon, bir aksonun etrafında miyelin üretimi olarak açıklanmış, miyelin de beyinde ve omurilikte sinir liflerini çevrelermiş Ayrıca burada da miyelin hakkında şu bilgi var: Sinir lifleri ya da aksonlar, merkezi sinir sistemi içinde adeta kablolar gibi çalışırlar. Beyin ve omurilikten kaslara emir türünde sinyallerle giderken; gözler, kulaklar ve deri gibi duyu organlarından da beyne çevre hakkında bilgi akışı vardır.) 

Gene araştırmalar göstermiş ki, beyin ne kadar çevresel faktörlerle bağlantı kurarsa, miyelinasyon o kadar kolay harekete geçer. Çocukların hayatında hoplama, zıplama, sallanma, örgü örme, dokuma yapma, tekrarlanan aktiviteler de bu yüzden önemlidir. Sağ beyin, görsel, şekilsel objelerden sorumludur ve düşünen kısımdır. Sol beyin ya da diğer adı ile mantıksal beyin, çocukların okuma, yazma,konuşma, matematik ve analitik düşünmesinden sorumludur ve sağ beyinden sonra gelişir.

Corpus Callosum ise, geniş sinir yollarından oluşur ve sağ beyin ile sol beyin arasındaki köprüyü oluşturur. Vücudun sağ ve sol yarısı da bu iki beyinin uyumuyla hareketlerini koordine eder. Elle yapılan işler de Corpus Callosum'un çalışmasını kolaylaştırıp hızlandırır.

Gelelim ikinci kaynağa...Gene özetle şunları der...

Ellerimiz harika hareketli 5 parmak ve bunların birleşim yeri olan el ayası ile şekillendirilmiştir. Dokunma duyusu, tutma, hareket etme, şekillendirme, birbirini sarma, bir materyal ile diğeri arasında bağlantı kurmaya yarar. Aynı zamanda da ruhla davranışların bağlantı kurmasına yardımcı olur. Rudolf Steiner'e göre, ellerle gözler ritmik bir sistem oluşturur.

Matti Bergstrom'a göre, parmak uçlarımızdaki sinirlerin yoğunluğu muazzamdır. Eğer parmak uçlarımızı kullanmazsak bir çeşit körlük oluşur. Özellikle çocuklarda parmakların ve parmak uçlarının çalışması birinci kaynaktaki sebeplerle açıklanmış ve çok önemli olduğu belirtilmiş.

Eski Yunanlılar, dokuma yapmanın, elişlerinin düşünmeyle bağlantısı olduğuna inanırlarmış ve bunu efsanelerine, destanlarına da yansıtmışlar. Athena, Zeus'un başından doğuyormuş. İlmin, bilginin, dokumacılığın ve elişlerinin tanrıçası imiş.

Kant'a göre, ellerimiz, bizim dış beynimizmiş.

Wilson'a göre, eller, konuşmayı tamamlar.(bunu günümüzde vücut diliyle açıklıyoruz sanırım) Makalede bu konuda yapılan diğer araştırmalar da detayları ile açıklanmış.

Vaktiniz olursa ve İngilizce ile aranız iyi ise bu iki yazıyı okumanızı şiddetle öneririm.

Gelelim bize...

Ellerimiz madem bu kadar önemli, madem onları çalıştıkça bize fayda sağlamaya devam edecekler. O zaman ''Evren'in var mısınız?'' çağırsına katılmaya ne dersiniz? Sizler de ellerinizle yaptıklarınızı bir ay boyunca kendi günlüklerinizde, olmadı Evren'in adres göstereceği bir başka kaynakta yazmak ister misiniz? Bizlere gösterir misiniz? Hem fikir alış verişi yapalım, hem beyin jimnastiği yapalım, hem de beynimizi boş tutmayıp, el, göz, beyin koordinasyonu ile çalıştıralım. Tamam bütün gün yolda, işte, evde beynimiz yeterince çalışıyor diyebilirsiniz ama bırakın parmak ucu sinirleriniz size rehberlik etsin bu sefer ve duyu körü olmadan yaşamak neymiş görelim.

Benim ilk elişlerim Suffolk Puff'lardı. Bakalım başka neler gelecek ardından?