29 Ekim 2011

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!



Yıl 1938...

Atam hasta yatağında...

----

Cumhuriyet Bayramı gecesi, Boğaziçi vapurlarından birini tutan gençler, Dolmabahçe Sarayının rıhtımına yaklaşmışlar, haykırışıyorlardı. Atatürk kesik kesik konuşarak pencereye gitmek istediğini anlattı. Kollarına girdiler. Pencere kenarındaki koltuğuna oturdu. Vapurda bir kıyamettir koptu. Gençler hepbir ağızdan ''Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar'' türküsünü söylüyorlardı. Atatürk mırıldandı:

- Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle dedi ve gözyaşları ile ölüm yatağına döndü.

Kaynak: Çankaya - Falih Rıfkı Atay - Sayfa 491

Yıl 2011...

Biz, bize bırakılan yarınımıza ''Cumhur (TDK - 1. Halk. 2. Topluluk)'' olarak ''Cumhuriyetimize ve Cumhuriyet Bayramı'mıza ne kadar sahip çıkıyoruz? Bunu lütfen kendi kendinize sorunuz.

Biz, ailece elimizde bayrağımız, gönlümüzde Atatürk sevgimizle, herşeye, herkese inat Cumhuriyet Bayramımızı kutlayacağız.

''Cumhuriyet özgürlük, insanca varlık yolu, Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu!'' diyerek, 50. yıl marşımızı, ''Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız, karanlığın üzerine güneş gibi doğarız''deyip 10. yıl marşımızı, 1938 yılındaki gençler gibi Dağ başını duman almış türküsünü söyleyeceğiz...

Hepinizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!

20 Ekim 2011

Permakültür Bahçesi

Biraz Permakültür diyelim...

Aşağıdaki videoda hangi teknik kullanılmış?

Çiçekleri, özellikle de arının üzerinde uçtuğu çiçeği bilen var mı?



Güncelleme (28 Ekim 2011):

Permakültürü ve ilkelerini öğrenmeye çalışan acemi birisi olarak, benim bu bahçede gördüklerim şu şekilde:

Mandala yapılmış. Detayları için buradaki ve buradaki yazıları okuyabilirsiniz. Türkçe kaynak için de bu yazıyı okumanızı öneririm.

Mandala'da yürüme yolları ve bitkilerin dipleri samanla malç yapılmış ki, zararlılar bitkilere kolay ulaşamasın ve yabani otlar bitkiyi boğmasın. Aynı zamanda toprağı su tutma gücü de artsın.

Turuncu çiçekler aynı sefa. Permakültür bahçelerinde kardeş bitki olarak kullanılıyor. Genelde yararlı böcekler, sinekler onu seviyor. Aynı zamanda yenebilir çiçeklerden ve şifalı bitki olarak kullanılabiliyor.

Arıların etrafında uçuştukları soğan çiçeği ve bir soğanın çiçeğinin bu kadar güzel olduğunu biliyor muydunuz? Özellikle bahçelerine yıllarca güzel çiçek arayanlara hatırlatılır. Ben de bir zamanlar annem İngiltere'deki evimizi ziyaret edene dek, sarımsak çiçeğine nadir bir tür çiçek gözüyle bakmıştım, itiraf edilir...

Sarı çiçek açanları da kabağa benzettim. Bir çeşit top kabak sanırım.

Alman papatyaları... Gene hem kardeş bitki olarak, hem de şifalı bitki olarak kullanılıyor. Yenilebilir, çayı tüketilebilir.

Bezelye çiçeğini görüyorum sanki ve soğanlar artık tohuma kaçmış halleriyle veda ediyorlar. Bizim soğanlı pidenin soğanları bu halde imiş kayınvalidem sakladığında. Çöpte aynen bu halde gördüm kendilerini.

Arada pek çok sebze ve mutfak bitkisi de bize göz kırpıyor ve bu bahçe beni çok özendiriyor.

Şehirde permakültür uygulamalarına dair bu yazıyı okumanızı öneririm.

Dilerim herkesin bir avuç toprakla üretim yapabilme becerisi olsun. Yarınımız genetiği değiştirilmiş ürünlerde değil de sağlıklı, atalık tohumlarımızın yaşatıldığı bu birer avuç toprakta filizlensin...

17 Ekim 2011

Taş Fırında Soğanlı Pide ve Kabaklı Pizza

Herşey Meyvelitepe'nin taş fırında pişirdiği pizza ile başladı! Aylardır, aaaah o pizza çok güzel görünüyordu, kayınvalideme gidince yapmalı dedim durdum.

Yaz tatilinde de kayınvalidemlere gider gitmez, sizin fırında pizza yapmamız lâzım diye bıdırdanmaya başladım hemen!

Eşim de anne ben soğanlı pide istiyorum demeye başladı.
Böcük una bulanma işini çok sevdi, daha önceden babaannesi ile kurabiye, poğaça ve cücük böreği denemeleri oldu. Haydi yapalım, noooooolur babaanne demeye başladı.

Birgün bizler bahçede otururken, kayınvalidem elinde koca bir kap hamurla çıkageldi! Bu senin dedi. Nasıl yani demeye hacet kalmadan, bu da benim diye bir başka kabı getirdi. Seninki pizza için, benimki bizim oğlanın soğanlı pidesi için!
Meğer bizden habersiz sürpriz olsun diye hamur mayalamış!

Soğanlı pide için de iç hazırlamış. Bol soğan(salata soğanı gibi uzun uzun doğranmış), tuz, domates, bol nane ile soğanı yağsız tavada haşlamış.

Bir miktar hamuru yağlanmış tepsiye koydu, eliyle bastıra bastıra içine yaydı. Üzerine hazırladığı içi boca etti. Onun üzerine de kalan hamuru gene hafifçe bastırarak hazırladı ve serdi. Sonra da kesti. Çörekotu, susam, nane serpti.
Fırına gelince...

O ayrı bir uzmanlık konusu.

Önceden toplanan dallarla ateş yakılıyor, sonra daha kalınca odunlarla besleniyor. Ateş iyice kor halini alınca da o korlar öne çekiliyor, içi ısınan fırının içine pişirmek istediklerimiz atılıyor. Öndeki közün üzerine de gelsin patlıcanlar, gelsin biberler...
Ben pinpirikliyim diye kayınvalidem bizim pizzalara da tepsi getirdi. Doğrudan fırının içine koydurmadı. Zaten köz öne alınınca, fırının içi de ıslak bezlerle bir güzel siliniyor!
Isı dışarıya kaçmasın diye tahta parçaları ile fırının ağzı kapatılıyor. Bu kısım profesyonel bilgi istiyor. Fırının ısı ayarını o yılların deneyimi ile biliyor. Ne çok fazla, ne çok az! Tüm bu pişirme usulleri, doğma büyüme şehirde yaşayıp hiç köye gitmemiş, gitse de böyle şeylere hiç dikkat etmemiş benim bilgi dağarcığıma yerleşememiş. Benim için fırın hep mutfaktaki beyaz gaz ya da elektrikle çalışan, üst kısmı tüple yemek pişiren bilmem hangi marka fırın oldu...

Oysa geçenlerde NTV'de Türk yemekleri üzerine bir program vardı. Orada fırının öneminden bahsediliyordu. Bizim kuzinelerden(ne güzel kestane, patates, börek pişer o kuzinelerde... Anneannemin kuzinesi hâlâ gözümün önünde), böyle taş fırınlardan, hatta elektrikli halk arasında davul diye bilinen fırından. Onların Türk yemeklerine uygunluğu, Amerikan kültüründen(öyle bir kültür mü var acep?) kopyalanan fırınlarda pişen yemeklerin de o tadı vermediğinden sözediliyordu.
Neticede pişen soğanlı pide böyle birşey işte...

Lezzetini de ne siz sorun, ne ben söyleyeyim...
Mayalı hamurun mayasını da evde yapmayı denemiş olsaydık, bu pide benim için çok daha değerli olacaktı o da ayrı mesele. Bu kısım insallah seneye denenecekler listesine yazılsın...

Gelelim bizim pizzamsıya...
Hamuru tepsiye güzelce yaydım. Biraz kalın olmasına da aldırmadım. Hem pide hem de pizza çok fazla idi aynı güne. O yüzden bir tepsi daha çıkardı o hamurdan ama ziyan olurdu. Ben bulduğumu tepsiye attım ve bastırarak yaydım.

Minik doğranmış domateslerden sos yaptım. Halka halka doğranmış soğan, zeytin, dilimlenmiş kabaklar, dilimlenmiş biberler, hatta biraz sarımsak bile attım üzerine.
Sonra bol yumurtayı peynirle çırpmaca...

Eh yumurtalar serbest gezen, özgür kızlardan. Gıdaaaaak sesinin ardından böcük bile öğrendi. Babaanne yumurtladı galiba, haydi gidip alalım demeye başladı.

Ne diyorduk, yumurtayı peynirle çırpmaca ve tüm malzemelerin üzerine döküp pidelerle yanyana fırına vermece...

Bir tepsiye de artan bir parça hamuru ekmek niyetine koyuverdik...
Bu da sonucu...
Neymiş?
Oralarda hiçbirşey ziyan olmazmış...

Nedenmiş?
Paylaşılırmış!

Eh şehirde de oturduğum yerde durum aynı. Kim güzel birşey yapsa komşusu ile paylaşır. Kayınvalidemlerde komşular zaten aynı zamanda akrabalar.
Gelin yaptı deyip onlar pizzanın tadına bakarlarken, ben soğanlı pideleri yemekle meşguldüm o ayrı...

Sevgi hamura, hamur fırına, fırından da sofraya geldi o gün!

10 Ekim 2011

Lüfer Bayramı - Anne Bak Lüfer Çizdim!

İstanbulun ve İstanbullunun bir bayramı var artık, bir canlıya dair, bir balığa dair, lüfere dair bir Bayramımız var!

Fikir Sahibi Damaklar bu bayramı kutlamaya tüm İstanbulluları, İstanbul sevdalılarını davet ediyor. Bayram 14 Ekim Cuma günü başlıyor. Program şu şekilde:

I. Gün,


14 Ekim 2011, Cuma

Açılış

14 Ekim 2011, İstanbul Su Ürünleri Hali - Yenikapı

08:00 - 10:00

Mehdi Eker, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı

Kadir Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı sayın Mehdi Eker'in katılımıyla yapılacak ve Yenikapı'daki İstanbul Su Ürünleri Hali'nde gerçekleşecek açılışa SürKoop, İstanbul Su Ürünleri Kooperatifler Birliği, İstanbul Kabzımallar Derneği, İstanbul Balık Müstahsilleri Derneği gibi belli başlı balıkçı STK'larının yanı sıra, Profesyonel Balıkçı Forumu gibi kıyı balıkçılarının temsilcisi sivil gruplar da katılacaklardır.


"Sucul Kaynaklarımızın Sürdürülebilirliği ve Yeme İçme Sektörü"


14 Ekim 2011, Mutfak Sanatları Akademisi - Maslak

14:00 - 17:00

Mehmet Gürs, chef/işletmeci

Kaya Demirer, Turyid başkanı

Ramazan Öztürk, SürKoop başkanı

Meriç Albay, SÜMDER başkanı

Mutfak Sanatları Akademisi, Maslak'ta gerçekleşecek bu etkinlikte sucul kaynakların küresel ve ulusal durumuna dair bir özet sunumun ardından; genel çerçevesiyle dünya, dar çerçevede ise Avrupa Birliği balıkçılık politikaları bağlamında Türkiye sucul kaynaklarının yönetimi ve yeme içme müesseselerinin geleceğine bu politikaların nasıl etkileri olabileceği tartışılacaktır.

II. Gün


15 Ekim 2011, Cumartesi

"İstanbul'un En Baba Lüferi" olta avı yarışması

15 Ekim 2011, Fındıklı Parkı - Fındıklı

08:00 - 11:30

Amatör ve profesyonel tüm balıkçılara açık bir olta ile balık avı yarışmasıdır.

Yarışmanın birincisine "fish finder" (balık bulucu) armağan ediyoruz! İlk 10'a giren amatör ve profesyonel olta avcılarına da çeşitli süprizlerimiz olacak!

"Anne bak! Lüfer Çizdim!"


15 Ekim 2011, Enstitü - Meşrutiyet caddesi, Tepebaşı

13:30 - 15:30

"Beş yaşındakinin karışı kadardır defneyaprağı'nın boyu, annesinin karışı kadar da sarıkanat'ınki" ya da "Artık büyümüş, olgunluğa erişmiş bir lüferi sırtındaki sarı çizgisinden tanırsın" gibi sözel ifadelerin duvarları bezediği bir ortamda, çocuklarla "lüferin resmi"ni çizeceğimiz ve 05-15 yaş grubuna yönelik olmakla beraber her yaştan katılımcıya açık bir resim atölyesi...

"Boğaz'ın Efendileri"


15 Ekim 2011, Yemek Sanatları Merkezi - Nuruosmaniye, Çemberlitaş

15:30 - 17:30

İstanbul'un son 50 yılında gerçekleşen balıkçılığa denizden tanıklık etmiş emektarları bir araya getiren bir sohbet.

Tüm detaylara buradan ulaşabilirsiniz.

Biz elbet Uğur Böcüğümüzü lüfer çizmeye götürmeye niyetliyiz. Daha düz çizgilerde ama olsun, insanların içine güzel tohumlar böyle böyle atılıyor...

Gelelim neden Fikir Sahibi Damaklar üyesi olduğuma...

Bu programda anlatılanlar bence herşeyi gayet güzel ifade ediyor. Anne olmakla başlıyor herşey!

08 Ekim 2011

Bayramiç Tohum Takası Şenliği


Bayramiç Yeniköy'e gittiğimizde Mustafa bey'den Bayramiç'de Tohum Takas Şenliği yapılacağını öğrenmiştik. O güne kadar oralarda olursak da mutlaka katılalım diye not almıştık. Tatilden dönüşümüzü biraz da bu sebeple uzattık. Şenliğe katıldık.

Daha önceden Fikir Sahibi Damaklar ile birlikte giden gruba katılamadığıma ve Seferihisar'da yapılan Tohum Takas Şenlği'ni kaçırdığıma üzülmüştüm, böylelikle bir başkasını kaçırmadığıma sevindim. Aşağıda anlatılacaklarımı okuduktan sonra siz de kaçırmamalıyım diyecek olursanız, üçüncüsü İzmir Torbalı'da 15 Ekim'de yapılacak, şimdiden bir kenara not edin.

Seferihisar'da yapılan şenliğe dair bu yazıyı mutlaka ama mutlaka okuyalım ki, üretici, tüketici, köylü neler yaşıyor, neleri kaybediyoruz farkına varabilelim.

Biz takasın yapılacağı pazar yerine vardığımızda uzun bir masayı hazırlanmış bulduk. Tek tek gelenlerden kayıt ve tohumlar alınıyordu. Verilen zarflara yerleştirilmeleri ve geri iade edilmeleri isteniyordu ki, eksik var mı kontrol edilebilsin? Son dakikada kaybolan tohum sorunu yaşanmasın.

Biz de kayınvalidemin sakladığı tohumları Mustafa bey'in daha önceden verdiği zarflara koyarak yanımızda getirmiştik. Gidip gösterdiğimizde, kaydı aldılar, isterseniz sizde de kalabilir dediler. Biz de neler olacağını bilmediğimizden karışıklık olmasın, izdiham yaşanmasın deyip tohumlarımızı yanımızda saklamaya devam ettik.


(Pazar yerinde yerel üretim ürünleri satan Bayramiçli köylüler)
Neler olup bittiğini heyecanla anlatmaya başlamışken, size biraz tohum ve tohumun önemini hatırlatmam gerek diye düşündüm.

Herkesin çocukluğundan, içinde bulunduğu yaşa dek bir tohum ile tanışıklığı mutlaka vardır. En azından ilkokulda pamuk içinde fasulye yetiştirmişliğiniz, filizlendirdiğiniz vâkidir! Eh istisnalar da varsa, istisnalar kaideyi bozmaz, herkesi tohumla tanışık kabul ediyoruz. Hani deney yaparken pamuğun arasına sardığınız tohum var ya, artık o pıt diye birkaç gün içerisinde filizlenemiyor. Çocuklarınızla bu deneyi yapacaksanız haberiniz ola. Bizim çocukluğumuzdan bu yana, köprülerden çok su aktığı gibi, köprüler, yollar da değişti. Bu gidişat, o tohumu da değiştirdi. Kimi dedi ki, hemen filizlenmesin, kimi dedi ki, içinde şu olsun, bu olsun, kimi dedi ki, bire çok versin. O denilenlerle, elinize aldığınız masum tohum şekilden şekile girdi. Hayatımıza GDO kavramı girdi. Islattığınız su da masum değil artık, içinde pek çok kimyasal var, kirlilik var. Pamuğun da tohumu ne durumda ve sizin yeni tohumunuzu nasıl etkileyecek bilmiyorsunuz.

O fılizlendirmeye çalıştığınız tohumu koruyan, yok yok içime sinmedi bu tanım, koruduğunu iddia eden kanunlar çıktı ülkemde de. Islah edilmemiş(!!!???) tohuma izin vermeyen. O ıslah sözcüğü göreceli elbet. Amaç her ne kadar korumak olsa da! Tohumculuk Kanunu'na(bu kanunu mutlaka okumanızı öneririm) göre, çok basit ve herkesin anlayacağı bir dille, tohum satmak, almak YASAK! Bunun dışında, çiftçiyseniz, elinizde kullanacağınızdan fazla tohumluk bulundurmak da YASAK!

Genelde köyde, tohumları, kadınlar saklarmış. Ninelerin sandıklarının içinden mendile sarılı tohumlukların çıkışının hikayesini duymuşluğum çoktur. Nereden derseniz elbette ki, bir şehir çocuğu olarak televizyondan! Epey bir süre önce kalın kabuklu ticari domates yerine, doğup büyüdüğü yere özgü domatesi böyle bir ninenin sandığından çıkartıp, tohumluklardan şimdilerde kocaman ekim alanlarına ulaşan, lezzetinden herkesin ağzının suyunun aktığı domatesi yetiştiren birisinin hikayesi vardı, örnek sanayici diye, bir programda. Kabuğu ince olduğu için çok uzaklara gönderilemiyormuş domatesler ama salçası, yemelik ezmesi yapılıyormuş. Harika bir hikaye idi ve o zamandan düştü bu sandıktaki tohumlar benim aklıma. Ne demiştik, genelde köylü kadınlar tohumlukları saklarmış, onlar öldüğünde ne olurmuş? Şehre giden yakınları, onları bulunca, ne işime yarar ki der, atarmış... Artık onlar ekip biçen, üreten değil de tüketen ya! Böyle böyle atalık tohumlar birer birer yitmiş gitmiş.

Sonra bir de aynı ürünü birkaç sene üst üste ekememe durumu var, verim düşüyor. Eh kanuna göre elinizde tohumluk da saklayamıyorsunuz! O sene ekmeyeceksiniz ya...

Ne olacak çifçinin hali, ne olacak atalık tohumlar, birer birer yok oluşuna şahit mi olacağız? Tohum devi firmalar ülkemiz sınırlarında istedikleri gibi hibrit, GDO'lu tohumlarını mı satacaklar. Her gün şunu yapacağız, bunu edeceğiz diye teker teker bir tür GDO'lu tohuma izin verilmeye başlandı bile güzel ülkemde. Biz sebze, meyve olarak tüketmeyeceğiz ama onları yiyen hayvanlarla besleneceğiz! Dolaylı yolla vücudumuzda onları taşır hale geleceğiz.

Düşünülmüş, taşınmış, tohumuna sahip çıkmak isteyenler tohumun takas edilebileceğine karar vermiş. Böylece yokoluşun önüne geçilmeye çalışılacak. Az, ama öz miktarlarda. En azından bileceğiz ki, minicik ama sağlıklı, nineden dededen kalma tohumlar var saklanacak. Yok edilmeyecek... Kızım, yeni nesillerimiz, çimlendirdiğinin halis muhlis Türkiye'ye has bir fasulye olduğunu bilebilecek! O yüzden bu şenlikler çok ama çok önemli. Sizin de atadan kalma bir tohumunuz varsa, takasa mutlaka katılın. Üç tohum, beş, beş tohum on olsun. İyi ellerde, yürekli kalplerde büyüsün.
(Bayramiç'in yıllar içindeki değişimini anlatan fotoğraf sergisi)

Aynı gün, aynı yerde bir başka konuya daha dikkat çekiliyordu. Yazmakla doğaya, insana önemini ifade bile edemeyeceğimiz Kaz Dağları'nın siyanür ile altın arayan firmaların önüne atılışına isyan vardı! Siyanürle altın aramanın zararları da yazmakla bitmez, Kaz Dağlarında bunu yapmak nasıl bir mantıksızlık örneğidir, akıl sır ermez.

(Belediye Başkanı'nın açılış konuşması ve ''Altına Hayır''diyenler)
Tohum Takas Şenliği'nde düzenlenen panele konuşmacı olarak, Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Ege Üniversitesi – İzmir, Dr. Füsun Tezcan, “Börtü Böcek” kitabı yazarı, EÜ Zirai Mücadele Araştırma Enst. – İzmir, Zerrin Çelik, Tarım İl Müdürlüğü – İzmir, Feray Karapınar, Karaot Tohum Derneği – Torbalı, İzmir, Sevinç Özkaya, Çiftçi – Bayramiç Yeniköy oluşumu üyesi, Çanakkale, Cem Birder, Toprakana Platformu – Bayramiç, Çanakkale katıldı.


Her bir konuşmacı ayrı ayrı tohumun önemini anlattı. Ama Prof. Dr. Tayfun Özkaya, öyle bir şey ifade etti ki, doğruluk payı inanılmaz!

Tohum firmaları hiç bilmediğimiz bir şekilde o kadar hayatımızın içinde ki! Biz farkında değiliz.

Araştırın bakın, kaç tohum üreticisi firma var, hangi ülkelerden bu firmalar? Doğumdan, hastalığa, ölüme hep onlar yanımızda gölge gibi. Araştırınca görüyoruz ki, tohum üreten firmalar, aynı zamanda tarım zararlılarına karşı ilaç üreten firmalar, suni gübre üreten firmalar. Ama ilginçtir ki, kanser ilacı üreten firmalar da onlar!
Bu konu o günden beri beynimde çınlayıp duruyor... Birilerinin eli benim cebimde ve doğumdan ölüme hiç bırakmıyor. Onlar ne isterse o oluyor... Buna karşı durabilmek ve onların ürünlerini kullanmamak da benim elimde...

(Paneli izleyenler)
Ara bilgilerden sonra dönelim gene o güne...

Panelin ardından takas zamanı gelince anons yapıldı. Masaya tohum bırakanlara, tohumları iade edildi. Sonrasında da takas başladı.


(Tohumların içine konulduğu zarflar)
Herkes en yakınında bulduğu kişiye elinde ne tohumu olduğunu sordu, elindeki ile aynı tohuma denk gelenler ya da aklına başka bir tohum düşmüş olanlar bir başkasını bulmak üzere ayrıldı. İstediğini bulanlar denk gelince birbirleri ile takas yapıldı.

Yalnız, bu organizasyonu eleştirmek adına değil, çünkü çok zaman ve emek harcamışlardı, bu her emek verenin gözünde vardı. Sadece bir sonraki organizasyonun daha iyi yapılabilmesi adına benim kişisel gözlemim şu şekilde:

1- Yeni gelenlerin bilgilendirilmesini sağlayacak yönlendirmeler olsaydı çok doğru ve yararlı olurdu. Bu bir pano ya da elden verilen broşür de olabilirdi, gelenleri karşılayan görevliler de olabilirdi. Bu şekilde herkes oraya varınca ne yapacağını, bir sonraki adımı bilip, boş yere oradan oraya koşturmak zorunda kalmazdı.

2- Tohumların kayıt sırasında alınması ve geri dağıtılması biraz izdiham, biraz karışıklık yarattı. Keşke kaydedilip sahibine o sırada geri verilseydi.

3- Katılan herkes elinde tohumla gelmemişti ki bence en büyük sorun onların da takasa alınmasıydı. Boşuna ortalıkta dolaşan bir kalabalık oluştu. Bunun yerine önce tohumu olup değiştirmek isteyenler birbiri ile takas yapsa, sonra elinde vermek istediği tohumu olanlar isteyenlere dağıtsa daha iyi olurdu. Neredeyse elinde tohumu olup takas etmek isteyenler boşuna ortada kalıp, elindeki tohumdan da olacaktı!

İnanıyorum ki, her takas bir diğerinden daha iyi olacak ve doğru insanlar, doğru şekilde tohumumuza sahip çıkacak...


Gelelim o gün oradaki diğer misafirlere...

Köylü pazarının ürünlerinden biri de bu keçilerdi sanırım. Tanıtımları yapılıyordu.

Veee size dünya tatlısı bir insan ile ekibini tanıtmak isterim. Ne yazık ki, onların bulunduğu köye zamanımızı denk getirip de gidemedik. Ben bu duruma üzülüyorken, şenlikte Allah çıkarttı Ayla hanımı karşıma!

O öyle güzel bir insan ki, yanına vardığınızda sıcacık gülüşünü hissedince ne derdiniz kalıyor, ne tasanız. Kendine has, insana umut veren bir ışığı var. Yanında da cin mi cin bir ufaklık. Köyün genç neslini temsil ediyormuş. Zaten köy de epi topu kaç hanecik ki? Ama yaptıkları, umutları, istekleri çok büyük. Bu güzel insanla dilerim yolunuz biryerlerde kesişir. İçinde bulundukları oluşuma dair günlüğü okumak isterseniz buraya alalım sizi...

Bu fotoğrafta gördükleriniz Bayramiç köylüleri... Eskiden, Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk yıllarından. Giyimlerine özellikle dikkat edin. Fotoğrafı eskiden günümüze dek fotoğraflarla Bayramiç panosundan çektim.

1967 Türkiye'sinin Bayram Çocukları
1949 Türkiyesinin izcileri

Bu fotoğrafları görünce düşündüm... Köy Enstitüleri o kadar güzel işler çıkartmış. Bu konu için Punto amcanın yazılarını öneririm. Siyaset denmiş, KAPATILMIŞ!

Bir dönem ilkokulda Yavrukurt olunurdu. İzciliğin ilk adımı idi. Ben de üç sene yavrukurt oldum. Pek çok yararlı şey öğrendim. Bir başka siyasi oluşum ile adı benzetildi. Bağ olduğu düşünüldü. ORTADAN KALDIRILDI.

Neden iyi ve güzel şeyler yok edilip, yerine boş beyin olmayı tetikleyen sistemler oturtuluyor, düşündürücü!

Bu fotoğraflar bende bunları çağrıştırdı.
Bu amca da benim düşündüklerimi soru şeklinde dillendirdi...


Sonunda alan memnun, veren memnun, takas tamamlandı. Gelen tüm konuklar köy düğününe davet edildi. Otobüslerle ulaşım da sağlandı. Gidip de keşkek yiyemeyenlerin ise ayağına kadar keşkek geldi!

Tabağını kapan keşkek almaya koştu. Bize de bu durumu fotoğraflamak düştü.

Bir güzel,doğru tohumdan, binlerce tohum elde edilmesi, takas şenliklerinin artması, milletin efendisi köylüye sahip çıkılması dileği ile...