30 Kasım 2007

İstanbul'dan İnekler Geçti...


Sessiz, sedasız, renkli, hoş bir şekilde İstanbul'dan inekler geçti...


Tatile gittiğimde bazıları ile tanıştım, sizlere selam söylediler.


Ne demiştik ağustos ayında ''Çatılarda, yollarda adamlar var!'' Londra'da... O zaman merakla inekleri görmeyi diliyorduk. Dileğimiz gerçekleşti, gördük.

Onlar da dizi dizi hazırlanmışlar, süslenip püslenmişler gittiğimizde. Pek sevdim...

Teşhir süreleri dolunca, 24 Kasım'da müzayedeye çıkmışlar, ama yeni sahipleri kim öğrenemedim, çünkü web siteleri güncellenmemiş. Kimbilir belki de bilinmesin istediler...

Uzun metrajlı, animasyon film yapılacakmış haklarında. Konusu yavru ineğin gizli yolculuğu ve bunu gerçeğe dönüştürme cesareti olacakmış. Mesajı da ''Kendine inan, başkalarının da kendilerine inanmaları için esin kaynağı ol!'' imiş.

Ayrıca 2008'de yaz olimpiyatları ile birlikte Beijing'de binden fazla inek gezinecekmiş. Yolu o taraflara düşenlere duyurulur. Biz herhalde o kadar uzaklara gidemeyiz, ama belli mi olur, kısmet...


Gördüklerimin arasında en çok bilgisayarlarla haşır neşir olan bana uydu. Ama Defne, fotoğraf çeken bir inek gördüğünden bahsetmişti Nişantaşı civarında, o da gidip onun fotoğrafını çekecekti neler oldu bilmem... Mola dedi, sesi sedası çıkmamakta. Çekebilse ve ben de görebilseydim herhalde en çok onu severdim. Gerçi o da paparazziyi temsil ediyormuş ama siz fotoğraf çekenleri temsil ettiğini düşünün, paparazzileri boşverin.



Renkli, şenlikli, güzel, yakışıklı, endamlı, süslü püslü, düşündürücü, inaçlı, bilimsel, acıktırcı, tılsımlı, masalsı.... inekler geçti İstanbul'dan! Sonsuz hayal gücünün ürünü...


Nice böyle renkli etkinliklerin güzelim kentime renk katması, halkının da gereken değeri vermesi dileğiyle...

19 Kasım 2007

Türk Malı Kullanmalı

Neler kutlandı İngiltere'de son zamanlarda diye sorarsanız ve yaklaşık bir aylık özet yaparsak: Hasat Bayramı yapıldı.Cadılar Bayramı'nı kutladı buralılar. Sonra Guy Fawkes'u andık geceleri şenlendirerek. Ardından geçen hafta ''Pudsey Bear'' yardıma muhtaç çocuklar için yardım topladı.

Ben neler yaptım derseniz de, yola ve çağın gerisinde yöntemlerle çalışmaya çalışan firmama dayanamayarak işten ayrıldım. Eski düzenime dönmeye çalışırken gribin hain pençesine yakalandım, burnumu ve gözlerimi elinden kurtarmaya çalışıyorum. O ise ciğerlerimi ele geçirme savaşında!

Benim verdiğim Türk Elişi kursundaki Japon teyze zencefil kökü çayı önerdi. Goncam bana sattığı gripten kurtulmam için elleri ile yaptı ama içene ödül vermek lazım! Yakıcı mı yakıcı...

Yapmak için zencefil kökünden bir parça alıyorsunuz. Kabuğunu soyuyorsunuz ve rendeleyerek suda 5-10 dakika kaynatıyorsunuz. İçine limon, bal ilave ederek içmeye çalışıyorsunuz. Dün gece ben can havliyle ve de burnumun tıkalı olması nedeniyle yarım çalışan tad duyum sayesinde içmeyi başardım. Eşim gecenin ilerleyen saatlerinde ''Bu zıkkım nasıl içilir. Acaba yanlış birşeyler mi yaptık?'' diye diye evin içinde geziniyordu. Sonra baktım o da bitirmiş.

Bugün yatmaktan her yanım ağrıyarak, canım da sıkılarak, gözlerimi sile sile geçtim bilgisayarın başına. Size söz vermiştim. Yazmam lazımdı.

Hani bir zamanlar okullarda ''YERLİ MALLARI HAFTASI'' kutlardık ya, o çok ama çok önemliymiş meğer. Şimdi anlıyorum. O zamanlar komik gelirdi bize. Yemiştir, meyvedir götürüp okula bir güzel yerdik. Ama o değilmiş sadece meğer. Hakikaten yerli malı kullanmak gerekliymiş. Geçtiğimiz yaz, etamin kumaş alayım dedim. Benim bildiğim üç çeşit etamin kumaş vardı. Karelerinin büyüklüğüne göre, iri, orta, küçük diye adlandırılırdı. Eh ortaokulda el-işi dersinde az uğraşmadık onunla. Kumaşçıya gittim; ''Orta etamin var mı?'' diye sordum, adamcağız uzaydan inmişim gibi baktı suratıma. Uzun süredir etamin yok hanımefendi dedi. Şaşırdım. Denemediğim kumaşçı kalmadı. Hatta tatil için gittiğim küçük şehirlerde el-işi yapanlar vardır, o yüzden bulunur diye düşündüm ama yanılmışım. Sonuçta en azından açıklama geldi o şehirlerden. Ben çeşit konusunda yanılmıyormuşum, evet o çeşitler eskiden mevcutmuş ama kullanılmaya kullanılmaya, talep olmadığından kalkmış. Eskiden Bursa'da fabrikası varmış etamin üreten ama şimdilerde üretilmiyormuş. Bazen Bulgaristan'dan gelenler bavullarında getiriyorlarmış. Azıcık iri etamin varmış ellerinde, seccade işlemek isteyenler arada soruyormuş çünkü.

Eh az Sümerbank tesisi kapanmadı koca Türkiye'de... Hem de ne güzel tesisler...



Sonra pazara gittim, aaa ne göreyim, bizim dolmalık biberlerin yerinde bu ülkede gıcık olduğum kafa büyüklüğünde kocaman kırmızı, sarı, yeşil biberler... Kabaklara el atıyorum, aaa tombik tombik acayip bir kabak bizim sakız kabaklarının yerinde.

''Nerde bizim biberler, kabaklar?'' diyorum
''Eh bu aralar bunlardan geliyor abla'' diyor satıcı.
''Ay siz bunlara rağbet etmeyin, alıp getirmeyin bile!'' diyorum.
''Olur mu abla, bunlar çok satılıyor, alıcısı çok diyor'' satıcı.

Çıldırmak işten değil. Ben devamlı gidip, geliyorum Türkiye'ye 5 senede neler olmuş? Ben neden farkedememişim?
Sonra aklıma burada aldığımız her ürünün üzerinde gördüğüm işaretler geliyor.
İnsanların nasıl birbirini teşvik ettiği geliyor. Katıldığım nakış kursunda teyzeler birbirlerini uyarıyorlardı. Beni de. Yerel üreticiler zarar etmesin diye özellikle süt ve süt ürünlerinde üzerinde ''British'' yazanları alın diyorlardı. Ucuza ürün satan süpermarketler Hollanda'dan ucuza alıyor, bizim üreticilerimiz zarar ediyor diyorlardı.

En son aldığım şeker hamuru kesme kalıbında da ''İngiliz Malı Al'' yazısını görünce dayanamadım, yazmak istedim. Kararı artık siz verin. Konuyla ilgili
BBC'ye ait yazı burada.

Patatesinden, havucuna, elmasına, sütünden, peynirine, etine, hediyelik eşyasına, bisikletine, futbol takımına.... Bu ülke mallarına sahip çıkıyor, üstelik kimse de onlara şuncu buncu damgası vurmuyor ya biz? Biz başaramaz mıyız?