17 Ocak 2009

Yeni Yastıklar...

Daha önceden Redwork'ten bahsetmiş, işlediğim Redwork parçayı yayımlamıştım. Sonunda o parçadan yastık yapmayı başardım ve bitmiş halini paylaşmak istedim.

İstanbul'a geldiğimde de kırkyama(patchwork) için çeşit çeşit kumaş bulma imkanım oldu. Resmen şekerci dükkanındaki çocuğa dönmüş bir halde idim! Üzerine bir de annemdeki küçük parça kumaşları bulunca, keyfime diyecek yoktu. Aşağıda fotoğrafları görülen yastık da çok sevdiğim bir arkadaşıma hediye edilmek üzere başlandı ve ancak tümü ile bitirebildim. Yapılış aşamasını bir parça anlayabilmeniz için de arkası geçirilip, dikilmeden önceki halinin de fotoğrafını çektim. Bu desen için İngilizler windmill(yeldeğirmeni) diyorlar.

Dilerim kırkyama yapan, yapmak isteyenlerin işine yarar bu çalışmalar...



10 Ocak 2009

Araştırmak



Ortaokul 1.sınıftayız... Dönem ödevleri ile ilk tanışmamız. Herbir dersin öğretmeni bize ayrı ayrı dönem ödevi veriyor. Onları çizgisiz kağıda, dolma kalem ile yazmamız gerektiği, nedense kapak yapılması gerektiği tek tek anlatılıyor. Sanki kitap yazıyoruz! O kadar dersin sınavın arasında bana gayet luzumsuz geliyor.

Fen bilgisi öğretmenimiz yeşil gözlü, genç, hoş bir hanım. Saçı arada önüne düşüyor ve eliyle düzeltmek yerine onu üflüyor. En bariz özelliği bu, hatta tiki diyebiliriz. Arada bir de konuşurken boğuluyor gibi iç çekiyor. Nedense... Nefes mi alamıyor acaba diye, meraklı çocuk gözleri ile bakıyoruz. Bize ders anlatmıyor. Devamlı ödev veriyor. Her dersinin ardından kitaptan 30 - 40 sayfa okuyup özet çıkartmamız adetten. Onun görevi ödevler yapıldı mı diye defterlerimizi kontrol etmek. Sonra ya soru soruyor ya da dersi içimizden birisinin anlatmasını istiyor. Bu noktada hep merak ediyorum, karşımdaki insan niye orada, biz zaten kendimiz bunu yapabiliyorsak, öğretmene ne gerek var?

Sonunda o da dönem ödevimizi belirliyor. Konu volkanlar... Ben de evdeki ansiklopedilerden birini açıp yazıyorum. Gününde ödevimi teslim ediyorum. Şekiller, renkli kalemlerle çizilmiş. Yazıları düzgün yazılmış, hem de çizgisiz kağıt olmasına rağmen! Tüm sınıf arkadaşlarımınkinden çok daha iyi olduğuna inandığım bir ödev. Arkadaşlarım da bunu onaylıyor zaten görünce. Ama ödevler dağıtıldığında görüyorum ki, 6 almışım! Hayatımın şokunu yaşıyorum. Pek adetten değil, hatta öğretmenler bu soruya pek kızarlar ama dayanamayıp soruyorum, ''NEDEN?'' Cevap, ''Tek kaynak kullanmışsın!'' oluyor. Öyle ki, belki kullandığım kaynakları çok yazsam, öğretmen anlamayacak. Ama serde dürüstlük var ya, asla yapamayacağım birşey. Sine-i devlet eyleyip kabulleniyorum durumu. Ama karnemi alınca daha büyük şok yaşıyorum. Ortalamamda 9 olan notum, karneme 8 geliyor. Takdir belgemi almışım ama aralarında fen bilgisi yok 9 olan notlarımın. Bu beni kahrediyor. Gene dayanamayıp soruyorum. "Neden?'' Bu seferki cevap dönem ödevinin notu düşük oluyor. Kahroluyorum. Ama belki de hayatımda aldığım en büyük ders oluyor!

Hani bazen bana araştırıyorsun diyorsunuz ya, hikaye bu yaşanan olaydan sonra başlıyor. O günden sonra hiçbir ödevimi asla ve asla tek kaynaktan yapmadım.

Bana ne mutluydu ki, babaannem Burhan Felek'in öğrencisi olacak kadar iyi bir kültür alt yapısına, eğitime sahipti. Daha ben doğmadan, evde Resimli Bilgi Ansiklopedisi'ni, hayat mecmuasının(o zamanlarki adı bu) fasiküllerini biriktirerek Hayat Ansiklopedisi'ni, Aile Ansiklopedisi'ni hazır etmişti. Babamın gazeteci olması sebebiyle evde pek çok kitabın içinde büyümüştüm. Asla oyuncağım ve kitabım eksik olmamıştı. Dar günümüzde de , bol günümüzde de. Gücümüz neye yettiyse bu iki önemli gereksinim hep önüme konulmuştu. Daha okuma yazma bilmezken, ansiklopedilerin resimlerine baka baka büyüdüm ve tüm bunlara rağmen notum, bir dönem ödevi yüzünden kırıldı!

Yeri geldi elimdeki kaynaklar yetmedi, telefonla Meteoroloji Müdürlüğü'nü aradım. Yeri geldi, gittim ünlü isimlerle konuştum. Yeri geldi büyüklerime danıştım, onlar yardımcı oldular, onlar anlattı, ben anlattıkları olayları araştırıp ansiklopedilerden buldum. Oturdum tüm zamansızlığa rağmen ödevlerime zaman ayırdım, güzel güzel yazdım, resimleri, şemaları çizdim, kapaklar yaptım ve teslim ettim. Asla 6 almadım bir daha! Bu, bana çok şey kazandırdı.Okulda da hayatta da! O öğretmenime hala sinir olurum, hala yetersiz bulurum ama bir anlamda da şükran borçluyum belki de.

Eee ben bunları neden anlattım şimdi? Anlattım, çünkü yeni nesil beni gıcık ediyor! Anlattım çünkü o yeni neslin ebeveynleri de beni gıcık ediyor. Çocuklara ödev veriyorlar. İnternet elimizin altındaki en büyük kaynak, en güzel paylaşım ortamı. Ama bizim çocuklar için öyle değil. Kopyala yapıştır, baştan savma ödev yap ve teslim et ortamı! Öyle ki, öğretmenin verdiği ödev harfi harfine arama motoruna yazılıyor, pat diye hazır yapılmış ödevler karşınıza çıkıyor. Öğretmenler birbirinin tıpatıp aynı ödevi görünce neler olduğunu anlamıyor mu? Bana bu muameleyi yapan öğretmenim, aynı okulda, aynı şekilde öğretmenliğine devam ediyor mesela. Bana yaptığını şimdikilere yapmıyor mu? Bu kuyruk acısıyla yapılmalı feryadı değil, bu gelecek nesli öğrenmeye hevesli hale getirme, araştırma, lapacılığa son verme feryadı.

Arkadaşlarımın çocuklarını görüyorum. Anne bu ödevi beraber yapalım diye eve geliyorlar. Sonra anne ödev yaparken, çocuk televizyonda kaçırmaması gereken aptal bir çizgi filmi seyrediyor. Aptal diyorum, çünkü o çizgi filmleri de bizim zamanımızın yapıcı, öğretici çizgi filmleri ile kıyaslayınca sinir oluyorum. Bizim zamanımızda(eskiler bunu söyleyince sinir olurdum ama haklıymışlar) çizgi filmin sonunda bir ders çıkardı. Yardımlaşma, kötü huyu gösterme, bir nevi ayna olma, davranışları düzeltme, sevgi... Sonuçta mutlaka bir anafikir olurdu. Şimdi ne var, süslenip püslenme, arkadaşlarına hava atma, hava atmak için rekabet(sonra çocuklar da aynısını uyguluyor, anne babalarından hava atmak için cep telefonu istiyor!!!!) Ben aile üyelerim ile birlikte ödev yapalım diye eve geldiğimi hiç hatırlamam... Yapamazsam, zorlanırsam, "Ne oluyor?" derlerdi, durumu anlatırdım. Bulacağım kaynak gösterilirdi. Malzeme lazımsa, malzemesi alınır önüme konurdu. Boza yapa ben öğrenirdim. Çok gerekirse bir defa anlatılırdı ama asla onlar tarafından yapılmazdı.

Bugünkü çocuklardan kaç tanesi küpün açılımını biliyor ve kartondan düzgün bir şekilde küp hazırlayabilir? Anne baba bir de öğretmene homurdanır, çocuk yoruluyor, ne gereği var şunu yapmanın sanki??? Şu gereği var, büyüyünce olmadık yerde karşınıza çıkıyor. Belki küp olarak değil ama dikiş dikerken dikiş payı neden gerekli anlıyorsunuz. Musluk tamir ederken araya neden o samansı şeyler(kenevir) sarılır algılıyorsunuz. Birşey yapıştırırken yapıştırıcıyı elinize bulaştırmadan nasıl kullanırsınız, bunu öğreniyorsunuz. Hiç farkında olmadan pek çok şeyin temeli atılmış oluyor o küp yapımı ile!

Evet günümüz eğitim sistemi, bizlerinki gibi değil. Olmadık ülkelerin eğitim sistemlerini uyguluyoruz derken sistem içinde de boş beyinler çıkmasını sağlıyorlar ama anne, baba olarak, biz evlerde doğru eğitimi veremez miyiz? Eğitim zaten ailede başlamaz mı?

Az önce televizyonda Pelin Batu vardı. Karşısında Murat Bardakçı. Kız konuşamıyor ve tarih okumuş olmasına rağmen Türk tarihini net anlatamıyor. Kendisini ifade edemiyor! Murat Bardakçı devamlı düzeltmeler yapıyor ve o buna bozuluyor. Ama adamcağız haliyle düzeltme yapıyor, çünkü karşısındaki Türkçe konuşmuyor. Birşey söylüyorlar. Okay Okay, aynen dediğiniz gibi diyor! Tamam demek istedin herhalde diyorlar. Jack the ripper diyor, Karın deşen Jack demek istedin herhalde diyorlar. Kitap yazmış, İngilizce. Sonradan Türkçe'ye çevriliyormuş. Neden? Kızcağız o dille eğitim almış yıllarca. Ama Aylin Livaneli'yi seyrettim daha önce bir programda. Türkçesi inanılmaz düzgün. O da şarkılarını İngilizce okumuş. Ama konuşurken, yıllarca yurtdışında yaşamış olmasına rağmen, eğitimini yabancı dillerde almasına rağmen hiç araya yabancı kelime katmadan takır takır konuşuyor. Neden diye soruldugunda da ailem diyor! Benimle devamlı Türkçe konuştular, hata yapınca düzelttiler ve destek oldular diyor. Demek ki iş ailede bitiyor!

Ben İstanbul'dayım ve geçenlerde arkadaşımın kızı geldi, ödev yapmaya... Dedesi büyük, köklü, asla şaklabanlık etmemiş bir gazetenin yazı işleri müdürü idi, vefat etti. Büyük dedesi, yukarıda saymış olduğum ansiklopedilerin tashih işlerini yapan, gene konusunda uzman biri idi, o da vefat etti. Sonuçta bizim evde bulunan tüm ansiklopediler, hatta daha fazlası onların evinde vardı. Ama ne oldu, evde fazlalık oldu o ansiklopediler. Modern dünyamızda kitaba, ansiklopediye yer yok, illa tahta parçaları oturacak ya evde, lüks olacak ya evler, hatta boş olacak ya... Bodruma konmuş tüm kitaplar. Orayı da su basmış, gitmiş hepsi... Zaten ufaklığın derdi de değil ansiklopediler. Olsa da bakmayacak. İnternet kesilmiş, oradaki hazır sitelerden, kopyala yapıştır usulü halledecek bizimki işini. Hatta yazıcım çalışsa havalara uçacak. Okumadan, yazmadan, işte bu deyip öğretmenin önüne koyacak yazıcıdan alınanı. Bu olayı birkaç defadır yaşıyoruz. Ben anlatmaktan, ödev yapmaktan, zaman ayırmaktan asla şikayetçi değilim ama bu kopyala yapıştır usulüne de sonuna kadar karşıyım! Dedim bugün internet yok, ansiklopediler var ve sana vermeyeceğim onları, burada yazacaksın. Okuyacaksın, özetini çıkartacaksın, hatta gerekirse bana anlatacaksın. İnanmadı bana. Her karşılaştığımızda birbirimizi pek severiz. Elime doğdu, kızım o benim bir nevi. Aniden gaddarlaşmama akıl erdiremedi. Yazarların hayatları imiş ödev. İsimler verilmiş, araştırılacak ve sınavda sorulacakmış. Bizim minik hatun(minik dediğim de ortaokul öğrencisi) tek tek saydı isimleri, ben arayıp buldum, önüne koydum. Aslında bunu da yapmamam lazım ama akşam saat 8 ve zaman azalıyor. Anca aklına gelmiş ödevi! Kızımız da ansiklopedide konu bulmayı, indeksi kullanmayı bilmiyor! Sadece aradıklarından birisini ansiklopedide bulamadık. 100 Ünlü Türk diye bir kitapta bulduk. Benim kitap da eskimiş, yırtılmasın diye dantel tutar misali açıp koydum önüne, durumu da anlattım. Başladı özet çıkartmaya, yani ben öyle sanıyorum... Biten ansiklopediyi de yerine kaldırıyorum. Baktım 100 Ünlü Türk de kapanmış, kenara konmuş. "Kaldırayım mı?" dedim. "Evet evet işim bitti" dedi. Şeytan bu ya, beni dürttü! "Nerede buradan çıkarttığın özet?" dedim. Numara yapacak ve bana yutturacak ya, aradı durdu yazdığı yerde. Sonra başka konu ile dikkatimi dağıtmaya çalıştı... Ben ısrarla sorunca itiraf etti. Yazmamış ve bana yazmadan bitti demiş! Yazar da önemli biri, öyle kolay kolay atlanacak biri değil ve ben olsam yazılıda kesin sorarım onu! "Neden yazmadın?" dedim. Doğum ve ölüm tarihi belli değilmiş!!!!! Ben orada uçmuşum. Annem zor frenledi. Bu adamcağızı tanımadan sana gitmek yok dedim. Hık gık... Yok dedim. Oturdu okudu. Zaten epi topu birkaç paragraf. Bana anlattı, özeti çıkarttı, kağıdına(niye ise defter falan da değil, karalama kağıdı misali, çizgisiz dosya kağıdı) annesini kandırıp dünya paraya aldığı, rengarenk kalemleri ile yazdı. Diğerlerini de tek tek kontrol ettik ve gitti.

Annesinin yanında bilerek ve isteyerek, o da varken bu konuyu konusmak istedim. Ben ilk açtığımda minik kuş utandı. Kafasını öne eğdi. Tam hatasını anlayacak ve bir daha yapmayacağım tarzı birşey söyleyecek. En azından kulağına küpe olacak... Benim birlikte büyüdüğüm can arkadaşım demez mi, bu salak eğitim sisteminin hatası!!!!! Tamam ben de eğitim sistemine 10 üzerinden 10 puan vermiyorum ama kızdığım şey, bana yalan söylendi! Kızdığım şey, yapılan iş baştan savma idi. Oradaki anafikir eğitim sistemi değil ki! Ondan sonra kızın da dili pabuç kadar çıkıp bana cevap vermesin mi! Ne diyeceğimi şaşırdım. Aile ortamı desek, aynı tarzda büyüdük annesiyle. Eğitim desek, aynı okullara gittik üniversiteye kadar. Hani çevresel etmenler birbirinin çok benzeri. Eeeee neydi bizi ayırıp, karşıt duruma düşüren. Var mı fikri olan?

Murat Bardakçı, o seyrettiğim programda doktora yapan öğrencilerden şikayetçi idi. Bu konuyu nereden bulurum diye bana soruyorlar. Söylemem arkadaş, adam o kadar okumuşsa, bulur nerede olduğunu, bunların tez hocaları neci, ne yapıyorlar diyordu. Balık baştan, taaaa 10'lu yaşlardan kokuyor demek ki... Aileden kokuyor hatta... Murat Bardakçı'yı araştırmacı yazar yapan fark da demek buradan geliyor. Adam neyi, ne zaman, nasıl araştıracağını biliyor!

O hızla ben de program sonrası yazdıkça yazıyorum. Son noktayı koyunca da gidip ansiklopedilerimi koklamak, öpmek, onları bana bırakanların ruhlarına dua okumak geliyor içimden. Sahafları gezmek, yaşlılarla oturup sohbet etmek, eskileri, tarihimizi öğrenmek geliyor içimden. Ya sizlerin?
Not: Fotoğraf anneannemin gelinliğinden geriye kalan bir parça. 100 senenin üzerinde yaşı sanırım. O dönem pullar, boncuklar şimdiki kadar yaygın olmadığından, bozulup, başka yerlerde değerlendirilmiş. Ama sonuçta günümüze dek gelmiş. Tıpkı sahaflardaki kitaplar gibi. Tıpkı benim 30 senelik kitabım, 40 - 50 senelik ansiklopedilerim gibi!