27 Kasım 2008

İngiliz Posta Kutusu Nakış Olursa...


Robert Sayle, Cambridge'deki el işi malzemesi satan mağazalardan biri. İndirimler sırasında gezinirken, bir baktım genelde uçuk kaçık fiyata olan nakış setlerinden birkaç tanesi, yarı yarıya inmiş fiyatıyla rafta öyle asılı durup duruyor. Victoria İngiltere'si teması ile hazırlanmış bu seriden sevdiğim kırmızı posta kutusunu seçtim. Güle oynaya eve geldim. Bir süre kıyamadım, açmaya, başlamaya...

Sonra canımın sıkılıp, iş aradığım bir gün başladım işlemeye. Başladım başlamasına da bir türlü bitmek bilmedi. Çok basit diye düşündüğüm nakış(ki setin üzerinde de öyle yazıyor), etamindeki karelerin küçüklüğü yüzünden beni epey bir oyaladı. Ama nihayet bitti ve işte karşınızda!(Işığın yetersizliği yüzünden her ne kadar fotoğraflarını çok beğenmesem de...)

Sanem ile konuşurken bu nakıştan bahsetmiştim. Arka yüzünü de görmek isterim nakışının diye takılmıştı. Haklı da. Zira, etamin işini bilen ustaların işledikleri nakışın, arka yüzü de ön yüzü gibi olmalı. İki yüzü birbirinden ayırt edilememeli. Ayrıca çarpı şekli verilirken işlenen yarım çarpılar ( / / / /) hep aynı yöne bakmalı. Üstte kalan ip, bir bu şekilde ( / ) , bir bu şekilde ( \ ) bakmamalı. Özetle ipliğinizin doğrultusu hep aynı olmalı. Bu son kısım benimkinde tutuyor. Ama benim işlediğimde ne yazık ki, ön yüz ile arka yüz aynı değil. İplikleri tasarruflu kullanmak adına, neresi bir sonraki adımda aynı renk ise ben ona koştum ve arkasına dikkat etmedim. Bir de kocaman düğümler attım.(El işi öğretmenimiz benimkini görmesin!) Sonuçta da bu iş çıktı...

Şimdi düşünüyorum nerede kullansam acaba diye. Çerçevelettirip duvara mı asmalı, yastık mı yapmalı, Başka bir işin orta kısmına mı konulmalı? Var mı fikri olan?

24 Kasım 2008

Greenwich

Londra'nın güney doğusunda, ilk gidişimden beri çok sevdiğim, yaşlı bir teyzenin verdiği fıstığı elimden yiyen sincapları sevmeye çalıştığım, ilk Guiness'imi taddığım, doğasına ve publarına hayran kaldığım, tatil kasabası hissine kapıldığım, iyi ki gitmek için kuzenlerimi zorlamışım dediğim, ansiklopedilerde, bize okutulan derslerde sıfır meridyen noktası ile ünlü yer...

15.yy'da
Palace of Placentia sarayının bulunduğu yer olarak ünlenmiş. Saray binası daha sonraları bisküvit fabrikası, Greenwich Kraliyet Denizcilerinin Hastanesi, Kraliyet Deniz Harp Okulu olarak kullanılmış. Günümüzde Greenwich Üniversitesi ve Trinity College'in Müzik okulu olarak kullanılmakta. Kanımca oldukça hoş bir bina. İçini görmek lazım ama sanırım pek kısmet olmayacak! Bir de National Maritime Museum var gezilmesi gereken ama kısmet olmayan yerlerden...


Eğer Greenwich'e nehir kıyısından, benim ilk gidişimdeki gibi 1902 yapımı
Thames Nehri'nin altındaki tünelden yaya olarak ya da nehir gemileri ile giderseniz sizi iki güzellik karşılıyordu. Birisi Gypsy Moth IV, diğeri de Cutty Shark (isimlerinin üzerine tıklarsanız ilginç hikayelerini okuyabilirsiniz). Karşılıyordu diyorum artık ne yazık ki karşılayamıyorlar. Şimdilerde birisi satıldı ve oradan alındı. Diğeri de ne yazık ki, sebebi bilinmeyen bir şekilde 2007 yılında yandı. Özellikle Cutty Shark muhteşem görünüşlü idi. İsterseniz de içini müze olarak gezebiliyordunuz. Ödenecek ücretten dolayı kiminle gitsem, aman ne gerek var dediğinden içini gezemedim. Biraz turist tuzağı şeklinde idi çünkü.

Daha sonra yukarıya doğru giderken sizi
Greenwich Market karşılayacak. Mutlaka uğrayın derim. Özellikle Christmas zamanı oldukça hoş şeyler bulacağınıza eminim. Ama zamanınızı dikkatli kullanmanız gerektiğini de unutmayın! Daha yukarıda yapılacak çooook şey var. Hatta yukarıya doğru çıkarken uğramak isteyebileceğiniz şirin eşyalar satan dükkanlar var. Yalnız yanınıza tuzsuz yer fıstığı almayı sakın ama sakın unutmayın... Yukarı doğru ilerledikçe, sol tarafta karşınıza parkın kapısı çıkacak.

Göz alabildiğine yeşillik içinden yavaş yavaş ilerledikçe güneydoğu Londra'ya, Thames nehrine yukarılardan gözatmaya başlayacaksınız. Tamamen bir başarısızlık örneği diye tanımlanan Millenium Dome'u, Canary Wharf ve Canada Tower'i göreceksiniz. Elbette bir de insan canlısı sincapları.

Azar azar elinizdeki fıstıkları onlarla paylaşabilirsiniz. Elinizden almaya yanınıza kadar geleceklerdir. Aman fıstıkların hepsini bir anda bitirmeyin, daha çok karşılaşacaksınız sincaplarla...


Nefes nefes kaldığınız noktada da başınızı bir kaldırın ve
Kraliyet Gözlemevi 'ne merhaba deyin.

(Yukarıdaki fotoğrafta sıfır meridyen noktasını görüyorsunuz)


İçini mutlaka gezin derim. Zaten sıfır meridyen noktasını görmek için başka şansınız da yok!

Çıkışta şöyle bir tepenin zevkini çıkartın.

İsterseniz Yelpaze Müzesini gezin(ben hala gezemedim, benim yerime de gezin lütfen!)Sonra da arka bahçeye giden yola sapın. Eğer ilkbaharda gitmişseniz, manolyalar ve çiçekler açmışsa, harika bir koku sizi karşılayacak... İçinize doğru o güzel kokuyu çekin. Meraklı bakışlı sincaplar da karşılama törenine katılacaklardır, onları da fıstıkla taçlandırmayı ihmal etmeyin.

Gene parkın yoluna geçeceksiniz buradan. Kuzenimin kayınvalidesi ile gittiğimizde sol taraftan ilerleyip ilçenin diğer köşelerini, ilginç yapıdaki çatıları, klasik dondurma arabasını ve şatoyu andıran evleri görmüştük. Hatta o yakınlardaki başka bir parka geçip geyiklere merhaba demiştik. Ama sonraki gidişlerimin hiçbirinde orayı bulamadım. Aslında biraz uğraşsam bulurdum ama yanımdakiler, ''yetti gayrı yorulduk'' dediklerinden belki de, hep sağa giden yola sapıp, yavaş yavaş yokuş aşağı indik.

Publardan birinde(özellikle nehir kenarında olanlardan birinde) bir mola verip fish and chips yemeği ihmal etmeyin, nehir gemisi ile Londra merkeze geri dönmek de en zevklisi olacaktır.

Rotanızı seçmek, gideceğiniz yerleri belirlemek elbette sizin elinizde. Bu konuda söyleyebileceğim tek şey, sabah erken başlayın Greenwich gezinize, hava güzelse yanınızda piknik halınızı ve yiyeceklerinizi götürerek şehre tepeden bakıp keyif de yapabilirsiniz...

Zevk ve program sizin. Ben şimdiye dek denediklerimi, önerebileceklerimi anlatmaya çalıştım. Ama derim ki, mutlaka mutlaka Greenwich'i görmeden Londra'dan dönmeyin!

10 Kasım 2008

Atam'a...


Öyle bir seneye girdik ki, ne diyeceğimi bilemiyorum Atam.

Kimi senin adını kullanıyor, seni çok sevdiğini söylüyor, senin adına birşeyler yaptığını, bizlerin birşeyler yapmadan durduğunu söylüyor.

Ama o yapılanlar senin adını yüceltmek için mi? Karalamak için mi bilmiyorum...

Hani demiştin ya ''...Dahili ve harici bedhahların olacaktır...'' göz göre göre oluyor Atam. Ne kadar ve nereye kadar bilmiyorum. Nasıl durduracağız bilmiyorum. Aslında biliyorum da, dile getiremiyorum. Ama Falih Rıfkı Atay senin için yazdığı Çankaya isimli kitabının önsözünde yıllar önce şu satırları yazmış. Ona hak veriyorum :

''1946, hele 1950'den beri Atatürk devri, onun içinde şöyle böyle bulunmuş olanların ve ya kendilerini okuduklarından başka türlü sandırmak hevesine kapılanların elinde sömürülüp durmuştur. Yayımlanan hatıraların çoğunda ölüler tanık, bir ağızla iki kulak arasında, hiç kimsenin duymadığı fısıldaşmalar belge diye kullanılmaktadır. Tarihçi ise, gazete okuyucuları kadar kolay avlanmaz. Tarihçi, bu hatıraların doğruları ile sahteleri ve zorlanmışları arasında yanılmaktan kendisini kurtarmasını bilir.

Gariptir ki, görev ve sorum başında bulunanlardan belli başlı hiç kimse de hatıralarını yazmamıştır. Elimizde yalnız Atatürk'ün ''NUTUK'' u var.

Atatürk de kızıp darılır, barışıp gene bozuşur, bazen huysuzluğu, bazen keyfi tutar, bir müddet herhangi bir dedikodunun etkisi altında haksızlığa kadar gider, sonra pişmanlık duyar, üstelik alayı, şakayı, sever, faniliği size bana benzer tabii bir insandı. Şahıslar için bir ''değişmez'' bir de ''geçici'' övgü ve yermeleri vardır. Hemen her akşam ve her yerde meclisi ömür sürdüğü için, yanında bir iki defa bulunanlar, çok defa, şahıslar ve olaylar üzerine bu ''geçici'' övgü ve ya yermeleri duymuşlardır. Herkes duyduğunu tarih belgesi olarak vermeğe kalkarsa, sanatını bilmeyen bir tarihçi bu aykırılaşmaların altında şüphesiz pek güçlük çeker. Atatürk ile devamlı birlikte bulunanlar da sevdikleri bir kimse için onun ''geçici'' övgüsünü, sevmedikleri için ''geçici'' yermesini öne sürmektedirler.

Belli başlı adlar sözkonusu olduğu zaman, bu şahsiyetleri nasıl görevlendirdiğine bakınız. Gerçek hükümlerini ancak böyle kavrayabilirsiniz. Çünkü devlet ve halk işlerinde hiç laubaliği yoktu..... ''

Ben seni hep ''İNSAN'' bildim ve her zaman farklı gösterilmeye çalışılan o ''İNSAN'' kimliğinle çok ama çok seveceğim. Ömrüm yettiğince izinde olmaya çalışacağım. Sen bize yoktan var edilmiş bir ulus bıraktın, bir vatan bıraktın. Bunların ikincisi yok. Ulus kavramını insanların öğrenebilmesi için elimden geleni yapacağım. Kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenlerin üstesinden gelebilmek için de öğütlerini tutacağım. Nur içinde yat...