30 Ekim 2009

Genleri İle Oynanmış Tohumları Yemek İstemiyorum!

(Fotoğrafın üzerine tıklayarak daha net okuyabilirsiniz)

Bencilim, bencilsin, benciliz...

Bencilim, çünkü dünyada bu kadar aç insan varken, yurdumun toprakları üzerinde yetişen binbir çeşit bitki türü başka ülkelerde botanik bahçelerinde en nadir köşelerde sergilenirken ve onların bir kısmı ile ben beslenebilirken, genleri ile oynanmış tohumları ülkemde istemiyorum! İstemiyorum, çünkü biliyorum ki o tohumlar, zamanla ve bilinçsiz kullanımla botanik bahçelerine giden bitkilerimize kadar ulaşacak, günü geldiğinde yurdum toprakları kısır kalacak ve o aç insanlara bir gün yiyecek gönderebilme hayalim bile sona erecek. Ülkem tarım ülkesi iken, bunca kurulmuş fabrikamız, bunca kurulu düzenimiz varken hepsi tek tek yok edilip dışa bağımlı hale getirilmedik mi? Şimdi de tohumlarda mı dışa bağımlı kalacağız? Onlar bize tohum vermezse esas o zaman aç kalmaz mıyız?

Bazıları inanıyor ki, o tohumlar verimliliği arttırıyor, bitki hastalıklarını yeniyor, güçlendiriyor, az besinle çok ürün veriyor, susuz, güneşsiz ortamlarda da yaşayabiliyor, böylece insanları besliyor. Onlar bencil işte! Bencilsin! Madem öyle olduğuna inanıyorsun da neden güneş görmeyen, her mevsim kış yaşayan, cılk çamur olan ya da tam tersi güneşten kavrulan, kumdan başka varlığı olmayan, ülken topraklarında o tohumlardan ürettiklerini yemiyor , tohumları satıyor da, miden yerine cebini dolduruyorsun?

Benciliz çünkü anneyiz! Çünkü çocuğumuzun o kısır tohumlarla hastalanmasını istemiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, tohumların peşine taktığınız genler insanlığı, topraklarımızı, çocuklarımızı hasta ediyor ya da hastalıklara karşı olan bağışıklığını yok ediyor.(Bakınız Prof. Dr. Kenan Demirkol hocanın TV programlarında, antibiyotik geni ilave edilmiş organizmalar hakkında anlattıkları. Özetle der ki, her ülke kendi kullandığı antibiyotiklere göre bu genle oynamalıdır, aksi halde tüm bağışıklık sistemini bozarsınız, antibiyotik kullandığınızda iyi olamazsınız, şu anda tedavi edilebilen tüberküloz bile artık tedavi edilemez olur, sona doğru gidersiniz! Bu bilimsel olarak kanıtlanmıştır! Ayrıca der ki: Sanayiye yakın bazı bilim adamları bizi bilime karşı gelmekle suçluyorlar. Ama çalışmalar ortada; insanı yok et, hayvanı yok et, çevreyi yok et, sonra ben bilim yaptım de. Bilim buysa, ben bilim yapmıyorum.)

Sevgili hükümetimiz 26 Ekim 2009 tarih, 27388 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmeliği sessiz sedasız bir gece içinde çıkartıverdi ve bu yönetmelikle ülkem topraklarına genleri ile oynanmış tohumların girişine sonsuz yeşil ışığı yakıverdi. Böylece binbir çeşide, şekilden şekile bürünmüş ucubeler kanımızda dolaşır olacak. Organlarımızla çatışacak. Zaten kaçak yollarla yok edilen ağız tadımız daha da kaçacak. Bu tohumlardan yetiştirilen bitkiler tavuklarımızı, büyükbaş hayvanlarımızı da besleyecek. Etoburlardanım diyorsanız da kaçış yok. Yediginiz et, binbir şekilden geçmiş bitkilerle beslenen bol hormonlu, bol antibiyotikli hayvanlardan gelecek.

Ben çikolataseverim diyorsanız içindeki soya lesitinine, baklavaseverim diyorsanız şerbetine, mısır cipsi yerim diyorsanız ana hammaddesine bir bakıverin derim. Daha bilmediğim, öğrenmeye çalıştığım, öğrendiğim her gün dehşete düştüğüm neler var neler!

Lütfen sizler de anneyim, bencilim, bencilsin, benciliz diyorsanız bu konu ile ilgili tüm kaynakları, Fikir Sahibi Damaklar'ı, onların Twitter'daki ve Facebook'taki seslerini iyi dinleyin. Birlik olalım ve kanımızda, çocuklarımızın kanında, genleri bozulmuş tohumlardan yapılan gıdalar olmasın!

20 Ekim 2009

Nakkaş

18 Eylül günü posta kutuma yukarıdaki davetiye geldi. Nakkaş ailesi ile daha önce Feshane'deki Anadolu Kültür Turizm Fuarı'nda karşılaşmış, eserlerine hayran kalmıştım. Hatta o dönem İngiltere'ye döndüğümde mutlaka bu aileyi oralara tanıtmalıyım diye de düşünmüştüm. Ama dönüş kısmet olmayınca, bızdıkla uğraşmaktan fazla bilgisayar başında oturamayınca, bu planlarımı da gerçekleştiremedim. Geçen seneki sergilerini de gezmek istemiş, gitmiştik ama bilmeden Beylerbeyi Sarayı'nın kapalı olduğu güne denk gelmişiz. Bu sefer dikkatle seçtik günü ve sergiye yetiştik. Sıdıka hanım Feshane'deki sergiden çok daha fazla eser seçmiş bu sefer. Hepsi birbirinden güzel. Kimisi Maraş filesi, kimisi sırma işi, birbirinden harika eserler. Yazımı sergi açıkken yetiştiremedim ne yazık ki, ama bu güzelliklerden de mahrum kalın istemedim. Eğer isterseniz siparişlerinizi en kısa sürede sizlere ulaştırıyorlar. Web siteleri 'ndeki iletişim bilgilerinden Osman bey ve ya Sıdıka hanıma ulaşabilirsiniz.

Şimdi sizleri bu birbirinden güzel nakışlarla başbaşa bırakıyorum. Sergide gördüklerimin çok çok az bir kısmını bu sayfalara sığdırabildiğimi de söylemem lazım.


















Alttaki işin ve en alttakinin tığ ile yapılmış dantel olmadığını, tek tek tel çekilerek hazırlanmış Maraş işi olduğunu da hatırlatmak isterim.





03 Ekim 2009

Bir Patchwork(Kırkyama - Kırkpare) Yastık Daha

Bu yastığa Cambridge'de başlamıştım. Bitirmek neredeyse iki sene sonrasına kısmet oldu. Oradaki bir arkadaşımız için hediye olarak düşünmüştüm ve özüne yani Cambridge'e geri döndü.




Sevgili Pauline'in benim için özene bezene seçerek aldığı ve sevgili Sevda ile Osman'ın Cambridge ziyareti sırasında eşime ilettiği kesme tahtası ve cetvellerle kumaşları çok daha rahat kesip biçebiliyorum. Çizime gerek kalmadan, dönen bıçaklı kesim aletiyle cetvelin yanından geçmek yetiyor da artıyor bile kesim için!

Önceden kalıbı hazırlanmış göbeği, kare ön parçaya tam ortalayarak oturttum. Kenarlarına desenli kumaştan bant geçtim. Yeşil ile fuşya yanyana birbirlerine çok yakışmadılar sanki ama desenli kumaşın içinde de yeşil var diye seçtim o rengi. Bir de Cambridge'de çok fazla kumaş seçeneğim yoktu, çünkü Türkiye ile kıyaslayınca kumaşlar astronomik denecek oranda pahallı idi! Hediye ettiğim arkadaşım Türkiye'den getirmişti bu kumaşları.
Patchwork kısmı aplike ettikten sonra yanları havaya kalkmasın diye kenarlarından nakışla tam olarak oturttum. İpliğini de ebruli seçtim.
Ütülenmeden çekilen fotoğraf için özür dilerim. (Küçümenden çok fazla zaman kalmıyor!)

Kapanan kenara da nakış yaptım. Bu nakışın adı da ''Kaz ayağı'' imiş. Hatırladıkça gülümsüyorum.
Kaz ayağı, daha çok Crazy Patchwork'te, kumaşları birbirine tutturmak için kullanılıyormuş. Ben de kenarı tutturmuş oldum.


Şimdi, sırada aynısından bir tane daha var. Bir de, deseni Yel değirmeni diye adlandırılan yastık kılıfı var projeler arasında. Hatta yarısı bitti bile! Yakında sizlerle...
Kurstaki ilk işlerimdendi. Nasıl yapıldığını daha önce burada anlatmıştım. Kalıplarını da sevgili hocam Ann hazırlamıştı sağolsun. Patchwork yaparken en çok kalıpları kesme kısmı oyalıyor beni. Onun haricindekiler daha çabuk ilerliyor.