01 Mayıs 2012

Etrafımızda Nelerin Var Olduğunu Ne Kadar Biliyoruz? Ne kadar mutluyuz?



Bu aralar anaokullarının programlarına bakıyorum. Hepsinde biz ''en şuyuz...'' yarışı var. 

En iyi İngilizce öğreten(anadilini bile doğru düzgün konuşamayan hap kadar çocuğa İngilizce öğretelim elbet ağaç yaşken eğilir!), en iyi bale yaptıran(onu da öğretelim hareket etmesi lâzım çocuğun, kibar kibar hareket etsin, kız çocuğu bu), en iyi .... sınavlarını kazandıran(neyin yarışı ise?)... ''EN'' lerin sonu yok! 
Hepsi cicili bicili web siteleri hazırlamışlar... Bilmem hangi yönteme göre çocukları yetiştirmekteymişler. Başım döndü.... 
Hele bir web sitesinde bayiimiz olur musunuz diye bir de bölüm gördüm, orada iyice koptum. Tamam tüccarsın anladık da, bu kadar mı gözönüne serilir? Bir de bir derneğin okulu olacaksın, ne öğretirsin ki sen?

Arkadaşlarımın çocuklarının gittiği okulları, oralarda çekilen fotoğrafları görüyorum Facebook'tan(bu da ayrı hikaye, anne babanın izni alınmadan bütün fotoğraflar afiş halinde! İngiltere'de parkta kendi çocuğunun fotoğrafını çekmek bile yasak, çocuk kaçırma, kötü sitelere malzeme vermeme açısından!). 
Birisine bilmem hangi marka süt üreticisi gelmiş, sütün faydalarını anlatıyor. Yahu daha şimdiden çocukların beynini yıkayıp, marka imajını yerleştiriyor, niye izin veriyorsunuz buna? Sonraki nesillerde o marka iyice beyinlere oturacak, yapmayın, etmeyin, eylemeyin dediğimde yok artık dediler! Siz de öyle diyenlerdenseniz, buyrun buradan lütfen şu filmi seyredin lütfen çok rica ediyorum, neler olmuş bir görün! Buradan ve buradan da yorumları okuyabilirsiniz, ardından kendi kararınızı kendiniz veriniz.

Bir başkasında kutlanan her doğumgününde çocukların yüzleri boyanıyormuş. Boy boy boyalı yüzlerle çocukların fotoğrafları var. Haydi bir iki defa neyse, eğlence, değişiklik diyelim. Ama insan, insanoğlunun en çok zehirleri yüzey alanı sebebiyle cildinden aldığını bilince, boyaların da çok masum olmadığının farkına varınca, üzerine bir de her hafta en az bir, bazı zamanlar birden çok kutlama olduğunu da duyunca ne diyeceğini şaşırıyor. Hap kadar çocuk bunlar, hiç mi başka eğlence yolu yok yüzleri boyamak dışunda?

Yemek konusu bambaşka bir başlık. Kitap yazılacak düzeyde. Bizi bir alış veriş merkezinde yakalayıp, telefon numaramızı kaydeden, sonra da çağırma nezaketinde bulunan anaokulunun sahibesiyle gıda üzerine yaptığımız yaklaşık 2 saatlik sohbetin ardından(bu arada bizimki İngilizce 10'a kadar saymayı öğrenmiş!) çocuklara biber dolması verildiğini görünce yıkıldım yıkıldım!!! Zira hem biberin mevsimi değil, hem de tam o sıralarda biberin sabıkasına dair dizi dizi yazı çıkmıştı. Oysa o okulda beni en çok cezbeden, oyun hamurunun bile hazır alınmayıp, doğal koşullarda öğretmenler tarafından yapmasıydı...

Tesadüfen gittiğim, GDO üzerine konuşma yaptığımız, bize çok uzak olan anaokulu dışında buna içim sindi diyebileceğim bir başkasını da şimdiye dek hiç görmedim. Oraya da yeniden anne gözü ile bakınca birşeyler bulur muyum bilemedim.

Bir başka konu da uçuk kaçık rakamlar elbet. Ben özellikle çocuğumun yanında olmak için çalışmamayı seçen bir anneyim. Onun mutluluğu için, yaşıtları ile birarada olması için, birkaç saatlik bir programa katılsın, yaşıtlarıyla doya doya oynasın istiyorum. 3 yaş sonrası yok böyle birşey. Yarım gün var illa, öğlen yemeğinden sonra gelsin benimki diyorum, yok olmaz paketimiz bu diyorlar ve rakamlar asgari ücretin bile üzeri... Ayrıca bütün çocuklar programlanmış. Ya derslere boğulmuşlar, çok moda olan yogayı bile yapmaktalar ya da uyumaya zorlanmaktalar! Niye ben uyusun diye çocuğumu okula göndereyim, bir de üzerine dünya para vereyim ki? Ya da niye canı çıkana kadar beyni yorulsun çocuğumun da eve geldiğinde pestil olsun uyusun diye uğraşayım ki?

Neden hiçbir okulun doğayla ilgili çalışması yok, neden çocukları alıp da doğaya çıkartmıyorlar. Buyrun işte size yukarıdaki filmcik. Çocuğun uzaydan önce kendi dünyasını, etrafındakileri tanımaya ihtiyacı var. Bunu arkadaşlarıyla paylaşmaya ihtiyacı var. Birlikte hareket edip, toplum olmayı öğrenmeye, doğa koşullarında birliği öğrenmeye ihtiyacı var. ''Ben'' diyeceği yerde ''biz'' demeyi öğrenmeye ihtiyacı var.

Kalıplanmış, tekdüze, ''en'' lerle dolu, ezbere dayalı, elektronik ya da televizyona dayalı, bunları modenlik sayan bir eğitime değil. Görüyoruz işte onların son örneklerini... Yolda yavaş yürüyorsunuz diye omzunuza çarpıp geçen, sakızını yolun ortasına atan, telefon ya da bilmemne pad diye adlandırılan cihazların içine düşen, neredeyse tuvaletine kadar anne-babasının arabayla götürdüğü, canının istediği yere park edilen araçların içinden çıkan çocukları... İlaçla yaşayan, karınca nedir tanımayan, patlıcanı ağaçta yetişir bilip, endüstri mühendisliğini derece ile bitirmiş, öğretim üyeliği sıfatını almış çocukları... Evet evet şahidim, benim böyle bir arkadaşım var, yalan değil. Bir dönem aynı firmada müdürlük yaptık. O planlama müdürü idi, ben üretim! Var böyle birisi, şu anda çocuğunuz kazansın diye dualar ettiğiniz bir üniversitede öğretim üyesi kendisi. Mesleğini gayet iyi bilir ama doğa hakkında en ufak bir fikri yoktur. Bir ayağına mor, diğerini lacivert çorap giyer, pantalonun altında kim görecek der... Çok da unutkandır, okula arabayla gidip, otobüsle döner! Aldığı eğitim mi, aile içi eğitim mi onu böyle yapmıştır bilinmez...

Ah bir de hayatın gerçekleri, gerçek yüzü var, hiç karşılaşmayı dilemediğimiz, dilemeyeceğimiz. Birkaç saniye ile Gölcük'te, Van'da değişiveren hayatlar var mesela. O değişimin ardından, sizin yiyeceğinizi nereden ve nasıl bulacağınız, tuvalet ihtiyacınızı nasıl ve nerede karşılayacağınız, soğukta nasıl titremeden ayakta kalacağınız, zatüre ya da başka hastalığa yakalanmadan hayata direneceğiniz ve benzeri pek çok gerçekler var. Bale yapmak ya da gezegenlerin adını bilmek yetmiyor bu gibi durumlarda.Dengede kalabilmek ve güneşin nereden doğduğunu bilmek gerekiyor. Hayatın içinde, hayatı öğrenmek gerekiyor. Onda da ben kendi adıma söyleyeyim, kaç gün hayatta kalabilirim hiç bilmiyorum! Ama çocuğumun da benim gibi olmasını istemiyorum.
Peki ya siz, etrafınızda neler olup bittiğini ne kadar biliyorsunuz?
Kendinizi ne kadar tanıyorsunuz?
Yeryüzünü ve üzerindeki canlıları ne kadar tanıyorsunuz?
En son ne zaman gökyüzüne baktınız?
En son ne zaman bir kurbağa ya da bir salyangoza yağan yağmur sonrası merhaba dediniz?
En son ne zaman bir ağaca sarıldınız?
En son ne zaman sessizliği dinlediniz?

En önemlisi ise en son ne zaman ve nerede kendinizi mutlu hissettiniz?

25 yorum:

said dedi ki...

Mükemmel tespitler. Bu ana okullarıymış, okul öncesiymiş hepsi işi ticarete dökmüş. İşlerinin sadece çocuk bakmak olduğunu zanneden insanlarla dolu. Dediğiniz gibi hep bir yarış içene sokulmaya çalışılan ama etraflarını görmekten aciz bırakılan çocuklar. Dünyanın en iyi eğitiminin verildiği Finlandiya incelenmiş. Kışın soğukta bile derslerin çuğu dışarıda. Tüm dersler pratiğe dönük. Malesef bizim çocuklar tavukları bile hayvanat bahçesinde görüyorlar.

munevver dedi ki...

15 yıldır açmayan mum çiçeğim 2 yıldır açıyor. Salon misler gibi kokuyor. Bu yıl ikinci kez açtı. Her sabah ilk işim ona gidip teşekkür etmek oluyor. Yapraklarini hafifçe okşuyor, hafifçe öpüyorum. Son günlerimin mutluluğu bu benim.

Okul seçmek çok zor Dilek'cigim. Kolay gelsin sana.

Tanya's dedi ki...

Orman okulu noldu yahu?

SU Hanımın Çiftliği dedi ki...

Ne güzel yazmışsınız tebrik ederim,
Ben senelerdir anaolullarında çalışırken, anaokul sahibi iken ve şimdi bu ve diğer konularda farkındalık yaratmaya çalıştım ama en büyük handikap bu alanda çalışan bir uzman olmamdı, şimdi ki handikap ise doğadan yaşıyor olmam:) sizin en son dediğiniz soruları her gün yaşamam
hal böyle olunca ee sen bu konuda uzamansın eee sen doğada
yaşıyorsun demesi kolay oluyor
o yüzden uzman olmayan (( yani ahkam kesmeyen diğer bir deyişle birilerine göre) ve doğada yaşamayan birinden bunları duymak bir taraftan mutluluk verici
bu yakarışlar gittikçe artacak çünkü,
pazarlamalar bitecek çocuklar elden gidecek
diğer taraftan bunları okumak çok feci...üzüntü verici
kaygılanmamak elde değil
not: ben kendi bloğumda kullandığım fotoğraflarıma dikkat ediyor, programlarımla ilgili sitede kullandığım her fotoğraf için anne-baba izni alıyorum

Berceste dedi ki...

Teşekkürler Said. Anaokullarının/ okul öncesinin kuruluş amacı çocuk bakmak, elbette bakacaklar ama bakarken ne yaptıkları, o çocukları nasıl büyütüp yetiştirdikleri önemli. Zira günümüz koşullarında çalışmak zorunda kalan anneye köstek değil, destek olmaları gerek. Finlandiya'daki eğitimi bir arkadaşım yerinde, bizzat görerek inceledi. İlgilenirseniz gözlemleri burada http://www.kuraldisidergi.com/4334/en-basarili-egitim-sistemi-neden-finlandiya%E2%80%99da/. Diğer yazılarını da okumanızı öneririm. Eğitim sistemleri teorik olduğu kadar pratik, hayattan bilgiler de içermeli! Hayatın parçası olmalı, hayata bir köşeden bakmamalı.

Münevver hanım, 15 yıldır açmayıp, 2 yıldır açmasına ne sebep oldu onu düşündünüz mü hiç? Ne kadar güzel kokar o, bayılırım mum çiçeklerine. Benim yerime de öpün ve benden selam söyleyin lütfen. Çiçekler, onlarla konuşmak ve onların cevap verişleriyle ilgili araştırmalar var biliyorsunuz. Gerçekten duyup, hissettiklerine dair! Okul seçme kısmı çok sancılı birşeymiş :( Hep söyler zaten arkadaşlar...

Tanyacığım, orman okulu senin gibi bir girişimci anneyi bekler. Ben şimdilik varolan okullarda doğa, bitki, onları yetiştirme üzerine çalışmalar yapma hayallerindeyim :) Dilerim bu hayaller gerçeğe döner.

Teşekkürler Suyun Güncesi.Siz anaokullarındayken, sizin eğitim sisteminiz nasıldı diye merak ettim şimdi :) Eski okulların, günümüz okullarından daha iyi olduklarını düşünüyorum zira. İmkanları bugüne göre çok daha kısıtlı olmasına rağmen! İmkansızlıklar yaratıcılığı doğurmaz mı zaten? Bizim doğa ile olan ilişkimiz, bu koca şehirde taş yığınları arasında oturanlara göre biraz daha fazla. Yeşili ve ağacı bol bir sitede yaşıyoruz. Kim hangi ottan, bitkiden bahsetse, illa ki yakınlarımızda onları bulabiliyoruz. Bu bizim çok büyük şansımız. Ama ne yazık ki, bu şansı elimizden almak isteyen bir hükümetin çıkaracağı tek bir kanunla pençesine teslim edeceğiz diye korkmaktayım :( O zamanki yakarışlar, haykırışlar daha da yüksek perdeden olacak :(((

MeRaiL dedi ki...

Pazar gunu bir sokak ilerimdeki parkta saatlerce gezip, icimde yenilik hissetip, mugeleri(biliyorsun azalan bitkilerden) dokunup bu kadar cok olduklarini gorunce mutlu olup, kugularla konusup, acmis meyve agaclari ile mutluluguma mutluluk katip dondum evime..:))

Cok guzel yazmissin Dilek'cim acaba kac anne bu kadar dikkat edip, dusunuyor demeden edemiyorum.. Enler o kadar onde ki ama bu enler ne kadar bize yararli onu dusunen yok.. Burada anaokul cocuklarini goruyorum, evime yakin bir kac tane var, toplu halde semti gezdiklerini goruyorum, duruyorlar, ogretmenleri birseyler anlatiyor vs.. Bu moskova'da da boyledi, ilk, orta okul ogrencileri gorurdum orada da yine parka yakin otururdum, ogretmenleri ile cimlerde oturup konusurlardi.. Ama bu bizde yok malesef bu da cok doga sever olmadigimiz icin diye dusunuyorum..
Turkiye'de bir cok sey paraya dayali oldugu icin ben cok inandirici bulmuyorum o kendilerini oven okullari, aslinda hic bir okul, egitim sistemimiz begenmiyorum, zaten egitimde en sonlardaymisiz, meksika'dan bile gerideymisiz.:( Ve bence bunda ailelerin sucu cok fazla, sen bu, bu niye yok derken kac aile bunu dusunuyor, hepsi sozde kariyer yapsin, birsey olsun cocugum derdinde o yaslarina ragmen..Bizlere finlandiya'daki gibi bir egitim sistemi gelirse o zaman boyle anaokulu arama derdi bile olmaz.. Ama nerde..
ben uzuluyorum memleketimdeki cocuklarin aldigi sozde egitime..

munevver dedi ki...

Dilek, bu eve taşındıktan sonra açtı. Koyduğum yer, yön ve ışık alması açısından aynı. Eskiden de konuşur, sitem ederdim.Neden bana çiçek vermiyorsun diye.
Farklı olan tek sey, taşınırken kırılan dalını kesmekti.

Bana mesaj vermek istedi diye yorumladım. Hele bu yıl 2. kez açması beni iyice mutlu etti. İki tane çiçek var, akşamları nasıl guzel kokuyor anlatamam. Pek dokunmamak gerekirmiş, şimdi iyi bilen birinden zarar vermeden üretme yolunu öğreneceğim.Bakım olarak fazla bir şey yaptıgım yok. Saksısı bile aynı. Arada toprak ekliyorum o kadar.

Unknown dedi ki...

merhaba berceste.. yaralarımı deştin. oğlum 6 aylıktan beri kreşe gidiyor. ilk başta teselliydi çalıştığım kurumun kresinin olması, sonra il değişikliği filan..şimdi güya en iyi kreşlerden biri olan bir yere gidiyor. hergün doğumgünü her gün yaş pasta, yüz boyama, şimşek mcqueen'i öğrendi, izliyorlar. yaş pasta yemek çok normal. tesellim ise apartman altı kreş değil en azından, bahçesi büyük, tavuk, horoz, tavşan, hindi vs. var ve bahçe yapılıyor. yalnız şu linkteki forest kindergarten'ı izlemeni tavsiye ederim. Japonya'ya mı taşınsak hep beraber, ya da burda belgrad ormanlarında mı açsak bir tane, kim gönderir çocugunu bilemem. http://www.youtube.com/watch?v=LNl5p1M96xE

Benden Bizden dedi ki...

Ben Bambino ile olduğum her an mutluyum. Çalışmadığım her gün mutlaka doğaya gidip ağaçlara sarılıp tüm tabiata merhaba derim.
Okul konusunda kaygılarını tamamiyle anlıyor ve paylaşıyorum. Öyle bir sistem ki bu, ya da sistemsizlik, devlet okulunu düşünemiyoruz bile. Özeller ise ticarethane mantığında doğal olarak. Umarım gönlüne göre bir yer bulursun en kısa zamanda. Ev taşımayı bile düşünmeli belki...

Fatma dedi ki...

Ah ah, yarama dokundun, ne güzel tespitler bunlar Berceste, çok haklısın çok tam da ben okul arayışındayken.

sadeceselin dedi ki...

paylaşım için teşekkürler süperdi.

Tanya's dedi ki...

Berceste,

O girişim beni aşar yalnız:P

Hayallerim var ama, doğayla dost, içtiği sütten zehirlemeyen cocukları, iyiyi doğruyu hoşgörüyü öğreten bir okul hayal ediyorum.

Ama nasıl olur bilmiyorum. Hangi anaokuluydu içine sinen? Bir veli insiyatifi de var biliyorsundur illaki.

Biz yazdırdık eylül dönemi için eve yakın, tatlı, montessoriyi takip eden bir okula. Ne kadar Montessori onu göreceğiz elbette.

Papatya Papadopoulos dedi ki...

Get outside for a change!!!
Ben de 100% katiliyorum.
Anaokullari, birbirleriyle yarismaktan isin esas amacini unuttuyorlar gibi geliyor bana da. Cocuklara asil ogretilmesi gereken seyler cok daha basit ve dogal.

cocuklari yaris ati gibi birbirleriyle hirs yarisina sokmaktansa bir havucun, elmanin nerede buyudugunu ogretseler cok daha faydali elbette.
Artik yorum birakabilmene de cok seviniyorum. optum ikinizi de sekerler :)

Meltan dedi ki...

ahh benim Bercestem..Harika tespitler, harika yorumlar...Aynı kaygıları bende yasadım ve biriciğimi verdim bir anaokuluna ne yanlış yapmışım, halen izleri gitmedi bebeğimden...Ya okullar, onlarda bunlardan farkı yok..
Umarım herşey gonlunce olur ama herşey dort dortluk değil bilesin...Çogunun altında hep para var...
Özledim can dost yazısmadık, gecen geldim oralara zamanda vardı ama telin yokki alo desem..

Sevgilerimle
AS

Periay dedi ki...

Aklıma yıllar once gonullu öğretmen oldugum donemde TEGV de olan bir öğretmen aklıma geldi...3 proje yapmıştı benim bildigim, 1. si Nisan ayında cocuklara parkın bir bölümünde kendi bahcelerini kurmaları icin alan ayırıp topraga domates gibi fideler diktiler, sonrada o urunler cıkana kadar bakımlarını yapip, izlediler, gözlemleri not olarak alındı.
2. atık tum sut kutuları, meyve kutuları toplandı ve ve bunlarda bloknot, kap gibi şeyler yapıldı..Geridönüşümü adım adım izlediler, o fabrikayı resimlediler, yaptıkları resimler muhteşemdi..
3, sü ise kilise, sinagog ve cami ziyaretleri idi, bu cok etkili idi..Sonuclarını birgun anlatırım..

Daha cok ornek var ama ben bunları izlemiştim ama o zaman bunların onemini anlamamışım, kızım yoktu onun uzerinde bunların etkilerini hic bilmiyordum..

Can dost Berceste iyiki hatırlattın birkez daha..
Ama mukemmel herşey olmuyor...
Sevgiler
AS

ÇokBilmiş dedi ki...

Ben merakımdan o yüz boyalarını kendime sürdüm. 15-20 dakika sonra cayır cayıs yanmaya başladı suratım. Çocuklarına her hafta by sürdürten annelere ve o boyaları süren öğretmenlere, kendilerini de boyamalarını tavsiye ediyorum.

Ben 4 duvar arsında büyüdüm. EN iyi okullarda okudum. Kızımı bir taşra kasabasına götürüyorum şimdi, mümkünse de okula filan da göndermek istemiyorum.

Oglak Kizlari dedi ki...

Dilek,

İzninle yarın paylaşacağım bu yazıyı.
Benim kız haftada bir gün okula gidiyor, (allahtan) kapısında çocuklara hazır gıda verilmiyor diye pankart var. Ne sevindim görünce ama geçen Çarşamba, Balparmak tanıtımı yapmışlar, yada kafa yıkamışlar diyeyim. Susmuyor Ada, hani bana balparmak dişyip duruyor. Sıvı şeker yahu.

Sağlıklı değil diyorum bana inanmıyor iyimi. Savaşı ben kazanacağım ama.

Paylaşım için teşekkür ederim.

Dertli anne Çiğdem

Adsız dedi ki...

http://www.youtube.com/watch?v=LNl5p1M96xE
orman anaokulu linki

aysunberktayozmen dedi ki...

Evet,gerçekler acı veriyor banada.Fakat onlarda değiştirilebilir.Annelere ve öğretmenlere önemli işler düşüyor. Herşeyi çok net ve güzel anlatmışınız. Teşekkürler.

Berceste dedi ki...

Ah çok önceden uzun uzun cevaplar yazmıştım, ama gitmemiş!

Meralciğim, sevgili kuğulara benden çok selam söyle :) Kanada kazlarına da :) Cambridge'de çok şey paylaştık onlarla. Karşılıklı uzun uzun konuşurduk :) Sincaplarla kovalamaca oynardık! Bizde de bahsettiğin şekilde geziler düzenleyen okullar var Meral. Atatürk Arboretum'unu gezerken bir anaokulunun öğretmeni randevu almaya gelmişti mesela. Ama iş biraz da velilerde bitiyor. Bu tarz gezileri kanunen izinle yapmak zorundalar. Anne babaların bazıları izin vermiyor! Örneğin geçen hafta liseden arkadaşlarımla buluştum. Buluşma için öneri olarak piknik yapalım dedim, herkes aileleri ile çocuklarıyla gelebilsin diye! Kimse yanaşmadı. Lüks bir yerde kahvaltıyı tercih ettiler! O mekana gidilir gidilmez de birisi bana, sen piknik demiştin değil mi? Piknik yapacağımız yerde kaç kene var biliyor musun dedi hemen! Sanki piknikte illaki yere oturmak lazımmış gibi... İnsanların içinde bir şekilde doğaya karşı, doğadaki canlılara karşı korku oluşmuş durumda. Bunda ticari markaların, ürün satmak isteyenlerin reklamları da büyük etken. Neden keneler arttı? Kuş gribi yüzünden katledilen kuşlar yüzünden! Neden köy tavuğu yok, canlı canlı kümeslerinde yaktılar hayvanları! Sonra kimse Müslümanlığına laf söyletmez! Katlettiler işte... Canlı canlı... Şimdi de kene ısırmasın diye ince çorap giyilebilir pantalon içerisine, korunma yolu illa ki var ama kaçmak kolay olanı! Bu doğaseverlik dışında bambaşka bir durum kanımca. Uzunca bir başka yazının konusu :) Eğitim sistemi de apayrı bir konu! Bir deli kuyuya taş atıyor, sonra kimse içinden çıkamıyor. Bizim okuduğumuz düzenin ardından lisede önce fen, edebiyat ayırımı yerine çeşitlendirdiler. Bazı dersler okutuldu, bazıları okutulmadı. Hiç biyoloji, hiç kimya, fizik, hiç tarih okumayan insanlar çıktı o okullardan. Olmadı, ilköğretim deyip birleştirdiler. Olmadı, ilkokul 4 yıl olmalı dediler. Şimdi ayırıyorlar. Bunca zamanın denekleri de şu anda büyük firmalarda yöneticilik yapmaya başladılar ama bizim ve bizden önceki zamanın insanlarına göre çok eksik bilgiyle mezun oldular. Bizlerin yurtdışında başarılı olmamızın en büyük etmeni herşeyi bilip, öngörü yapıp, her zorlu ortamın içinden rahatlıkla çıkabilmemiz. Tek konuda uzmanlaşmak yerine geniş bir perspektiften bakabilmemiz. Niye okutuyorlar diye düşündüğüm her ders, hayatımda illa ki zorlu bir anda yardımıma yetişti. Bazı arkadaşlarım sen nereden biliyorsun diyor, okulda öğrendik diyorum :) Elişi dersinden tut, sağlık bilgisi dersine kadar! O zamanlar boş gibi gelirdi ama şimdi 40 lı yaşlarımda hiç öyle gelmiyor. Eğitim sisteminde, başka ülkeleri değil, kendi şartlarımızda kendi ülkemizi referans alarak yenilikler yapılırsa başarılı olabiliriz ama Atatürk'ten bu yana bunu keşfedebilen bir başkası çıkamadı ne yazık ki :((((

Kariyer meselesine gelince... Ben kimya mühendisiyim. Bizim dönemimizde piyasada çok kimya mühendisi var, sen iş bulamazsın dediler. Ama çok şükür ben hiç işsiz kalmadım. Çünkü planlamamı doğru alana yapmıştım. Bizim devremizde çok fazla iktisat ve işletme mezunu çıktı, onlar sorun yaşadı. Bizden bir 10 yıl sonrasında bilgisayar mühendisliği patladı. Onlar sorun yaşıyor şimdi. Nerede neye ihtiyaç varsa ona göre eleman yetiştirmeli. İngiltere'de bir arkadaşım, okumasın bizimki biz ana baba doktoralı biyologlarız, genler üzerine uzmanız, iş sorunumuz oluyor, saçlarımız ağarana dek okuduk oysa. Bir boru değiştirmek 70 pound, bizimki onu öğrensin diyordu :) Sen pay biç gerisine... Bu ülke de İngiltere! Orası da harika değil yani. Finlandiya'yı da bugün değil, bir 10-20 sene sonrasında değerlendirmek gerek!

Berceste dedi ki...

Demek ki, budamak gerekiyormuş, kuvveti o dalları büyütmek için gidiyormuş Münevver hanım. Oh ne güzeldir o koku, mis gibi. Bayılırım mum çiçeğine ben. O kırılan dalları köklendirerek ya da toprağa batırarak üremez miydi acaba? Benim yerime de sevdiğinizi söyleyin mum çiçeğinize :)

Senin benim gibiler az da olsa çocuklarını gönderir Aytude. Ya da birisi moda der, herkes gönderir ;-) Bir yerden başlamak gerek ama o cesareti gösteren de birisi gerek. Benim hayalim şimdilik var olan okullarda doğa ve bitki yetiştirmekle ilgili dersler verebilmek.

O ağaçlar ne güzel ve insanın bütün stresini alıyorlar değil mi BB? Devlet okulu düşünmekte sorun yok, sorun özele gitmeyen kaç öğretmenin devlet okulunda öğretmenlik yaptığı! Kaç aklı başı yerinde velinin çocuklarını o okula yolladığı. Ben iki tip okulda da okudum. Devlet okulunu tercih ederdim o dönemde. Hem öğretmenleri hem de arkadaşlar sebebiyle. Ama bugün ben bunu söylediğimde, sen bugünü bilmiyorsun diyor öğretmenlik yapan arkadaşlar bile! Ev taşımak İngiltere'de yaygındı biliyorsun. Çocukların okul zamanı geldi mi, aileler evlerini iyi okulların yanına taşımaya çalışırdı. Şimdi aynı şey başımızda olacak :(

Senin derdin, benim derdim Fadiş, ne diyeyim bilemiyorum :(

Yorumun için ben teşekkür ederim Galadriel ar Ferniel.

Bahsettiğin okulu biliyorum Tanya ama gidip görmedim. O yüzden yorum yapamam. Eski yazılarımdan hatırlar mısın? Hani GDO anlatmak için bir arkadaşımla bir okula gitmiştik ;-) Hayırlısı ve en güzeli olsun sizin için. Senden alırız yorumları :) Görürüz ne kadar istediğine yakın. Yalnız bir de şu var, ben şunu takip ediyorum, bunun izindeyim diyenler de çok cezbetmiyor beni. Tek bir şablonu olmamalı bu işin. Asker yetiştirmiyoruz ki biz :( Isınamadım o yöntemlere, isimlere ben :(

+1 Papatya :) Senin böcükler aynen bu cümleyi uyguluyorlar yazdıklarından gördüğüm kadarıyla. Ne büyük mutluluk onlar için, senin için. Yorum işini de çözdük inşallah! İllet ediyordu beni yazamamak :(( Ama azmettim gördüğün üzere :)

Meltan, doğada hiçbir element saf değil ki, herşey dört dörtlük olsun! Ama gene de kötü olmasın :((( Artık telefon numaram var değil mi? :)

Periay ne güzel örnekler bunlar. Hala devam ediyor mu bu çalışmalar. Belki ben de gönüllü olarak çalışırım onlarla...

Sen var ya sen ÇokBilmişim :) Alemsin :) Ama bir o kadar da cin :) Ben de aynı öneride bulunurdum herhalde. Kızım beni kovalayacak okulun kapısından gibi bir his de var içimde, bunu uygulayan öğretmenlerle papaz olacağım kesin zira :((( Ev okulu diye birşey var yurtdışında. Yadırgardım eskiden ama, şimdi ne kadar haklılar demeden alamıyorum kendimi. Erkin Koray için bu adam ne diyor dediğim zamanları da geri almak istiyorum :((( Adam haklıymış! Ev okulu okutanların amacı genelde dini oluyor yalnız yurtdışında. Bizde ne olur bilmem, okula yollamanın mı, yollamak istememenin mi amacı bu olur karışık orası :(((

Link verdikten sonra paylaş istediğin kadar çok Çiğdem! O firma tanıtımları yasaklanmalı. Hatta çocuk kanallarında TV'da da reklam yasaklanmalı :((( Yorumun için ben teşekkür ederim.

Teşekkürler link için Mevlana Unigarden!

Yorumunuz için ben teşekkür ederim Aysun hanım. Evet her iki tarafa da düşen pay oldukça fazla. Umarım başarılı olunabilir. Sizler de örnek teşkil ediyorsunuz ama hayatlarımızda. Hem de çok güzel örnekler...

yagizlahayat dedi ki...

Ne güzel yazmışsınız. Aşağı yukarı aynı endişeleri taşıyoruz. Ama ben oğlum için neler yapabiliyorum, oda tartışılır. Ama dert etmekte bir başlangıçtır belki...

Berceste dedi ki...

Elbette farkında olmak en büyük başlangıç Yağız'ın annesi. Bundan sonra eksik olanı tamamlamak kalıyor geriye. Bir ağaç gördüğünüzde ona sarılmak, karıncaları ezmek yerine hayatlarını öğrenmek, kuşları seslerinden ayırt etmek... Bilgisayar başında bu hangi enstruman çocuğum demekten çok daha iyi değil mi? Sevgiyle...

Adsız dedi ki...

Tuccar demissin, dogru demissin, cahil halka paragoz tuccar.
Basak

Berceste dedi ki...

Ve ne yazık ki, çoook yazık ki, cahillikler çeşitli. En okumuş bile, en cahil olabiliyor! Kimya öğretmenimiz bize bir soru sormuştu yıllar önce... Bu soruyu şu anda doğru olarak biliyorsunuz, çünkü sadece bu konuyu öğrendiniz, ama 2 sene sonra aynı soruyu sorduğumda bakalım ne yapacaksınız demişti. Sordu da, biz gene doğru bildik :) Tamam o zaman sizi iyi yetiştirmişim, bir başka sınıfa sorunca aynı cevabı bilemeyip, şaşırtmacaya kaptırdılar kendilerini demişti... Bileşenler, insanların ilkel duyguları, aile içi eğitim düzeyleri vs vs... O kadar çok etmen var ki cahil kalabilmek için :( Az önce organik tarım üzerine bir konferanstan dönerken, ben üstün zakalı değilim, hatta belki zekam vasatın bile altında ama üstün zekalıların toplum içinde yaşadıkları sorunun ne demek olduğunu anlıyorum dedim eşime. Bilmem siz de o anlayanlardan mısınız? ;-) Sevgiyle...