23 Mayıs 2012

Bugünlerde Bizim Buralar

Bu aralar bizim buralar pek bereketli. Yanımızdaki ormana nispet, ağaçlar hem daha çok, hem daha çeşitli, hem de bereketli...

Hatta öyle ki, geçen sene yaklaşık bu zamanlar yazdığım yazıda görünenler geçeli çok oldu. En az bir 15 gün ileri gidiyor gibiyiz bu sene. Çiçeklerin çoğu meyveye durdu, hatta meyve verdi. Karlı kış aylarına göre, yaz da sanki daha erken geldi.

Geçen gün bir alış veriş merkezinin servisine (evet Türkiye'de böyle lüksler var, yurtdışındayken bizimkilerin biz servise gidiyoruz demelerine pek hayıflanırdım. Sırtımda taşıdığım alış veriş malzemeleriyle!) koşa koşa yetişmeye çalışırken  eriklerle göz göze geldik. Yenmeye hazır hale gelmişlerdi. Dönüşte bir baktım, birileri talan etmiş! Sonradan anlattılar, torbalarıyla toplamaya gelmişler, bir de kendi mallarıymış gibi, ne yapıyorsunuz diyenlere kafa tutmuşlar...

Yeşil eriklerin az ötesinde, bu sefer yol kenarında değil de, biraz içeride kaldığı için geç gözüme çarpan malta erikleri...

Hasta mıdır bilmem, kimisi çiçekte, kimisi meyve halinde ama daha şimdiden çürük gibiydi. Diğer benzerlerine bakmak lazım ne durumdalar.

Dutlar tam hız gelişmekte. Hatta dün bizim böcük yerde olmuş, karıncalar tarafından el konulmuş bir tane bile buldu. Üst dallardan daha fazla güneş gören yerlerden düşmüş herhalde.

İpek böceği yetiştirilen yerlerin vazgeçilmesi dut ağaçları. Ama onların önce hastalanması, sonra da yok olmasıyla böcek yetiştiriciliği de bitmiş ne yazık ki. Biz, birkaç tane ipek böceği alıp da denesek mi, ne?

Çocukluğumdan bildiğim akasya, ama sonradan öğrendiğim yalancı akasya ağacının karnında bir de incir ağacı çıkıvermiş!  İki senedir gözlemliyorum. İkisini de durumdan hiç şikayetçi görmedim. Mutlu mesut oturmaktalar.

Belki de mahalle botanik bahçemiz bereketini bu yalancı akasya ağaçlarına borçludur. Zira kendileri aynı zamanda iyi birer azot bağlayıcı. O yüzden de çevresine yararlı.

Yalancı akasya ağacının çiçeklerinin de kokusu ayrı güzel... Çiçekler dışındaki her parçası zehirli olarak bilinmekteymiş ama çiçekleri yenilebildiği gibi reçeli bile yapılmaktaymış.

Kardeşliklerden de bahsetmişken, yalancı akasya ve incir kardeşliği dışında iki farklı kardeşlik daha var biraz ötelerinde. Çam ağacı ile erguvan ikilisi bahsettiğim. Erguvan gövdeye değil de eteklerine yerleşmiş çam ağacının. Onlar da nicedir mutlu mesut yaşamakta.

Ben de arılar gibi çok seviyorum bu ağaçları ve çiçeklerini. Hatta bu satırları yazarken bile kokuları burnuma geliyor. Biraz toplayıp reçel deneyecektim ama yağmur ve doluya yenik düştüler.

Kar gibi bembeyaz yerleri kapladılar. Çok güzeller ama narin ve kısa ömürlüler...

Bol bol atkestanesi var etrafta ama onların çiçekli hallerini kaçırdım bu sene. Gene beyaz ve pembe çiçekleri ile onları görmesini bilen gözlere harika bir şölen düzenlediler.

Zeytinler çiçek açmak üzere tomurcuğa durmuş bir komşumuzun bahçesinde. O kadar çok tomurcuk var ki! Eğer hepsi zeytin olursa, ağaç yıkılacak kadar bereketli olacak demektir. Bakalım ne olacak akıbeti.

Teknik Resim öğretmenim, sonbahara doğru avize çiçeğinin(Yucca Flamentosa) açmasını beklerdi hep. Sonra da şöyle açtı, böyle güzel diye anlatıp dururdu. Ne zaman avize çiçeği görsem, onun kulaklarını çınlatırım. Beyaz, asil, güzel bir duruşu vardır avize çiçeklerinin bana göre.

Agave ailesinin bir üyesi imiş. Benim de gözlemlediğim kadarıyla mor salkım gibi senede iki defa çiçek açıyor. Birisi bu aylarda, diğeri sonbaharda. Gövdesi çok dayanıklı değil. Çiçekli kısım ağırlaşınca, hemen boynunu büküveriyor. Bu çiçeğin en büyük dezavantajı da bu olsa gerek.

Avize çiçeğinin biraz ötesinde ıhlamur ağacı da var. Geçen sene biraz toplayıp kurutmuştum. Bu sene de gelip gidip bakıyorum ne zaman çiçek açacaklar diye. Henüz zeytinin tomurcukları gibi, ıhlamurlar da tomurcuk halinde. Fotoğrafını da çekmiştim ama net çıkmamış.
  Bana pek güzel pozlar veren bu minnak sultanı ne yazık ki tanıyıp bilemedim bir türlü. Sonradan verdiği meyveler turuncu ya da kırmızı. İki çeşit böyle çalıcık var mahallede, bu hangisinin çiçeği bilemiyorum. Ama arıların onu da sevdiklerini biliyorum.

Gene benim çocukluğumdan beri en sevdiklerimden. Kokusu inanılmaz, muhteşem, kelimelerle anlatamam, öylesine güzel... 
Hani parfümü olsa ona batar çıkardım. O kadar çok seviyorum. 
Adını da Evren sayesinde öğrendim. Burada ve burada bahsetmişti. 

Pittosporum Tobira imiş. Türkçe bir isim bulamamışlar ya da bulmak istememişler nedense. 
Evren'in seslenişine Yaban'dan ses gelmiş ve ''akpıtrak'' deyivermişti. Biz de mi öyle seslensek, pek uygun bu isim ona, ben sevdim... 
Birisi de bana bir akpıtrak parfümü icat etse keşke!

Yalnız Evren akpıtrakların meyvelerinin de olduğundan bahseder. Ben baktım baktım kaç senedir bizim buralardakilerde bir türlü denk gelmedim. Belki iklimi daha sıcak olan yerlerde mi meyve verecek kadar coşuyordur ya da bizimki başka bir türü müdür bilemedim.

Böcükle biraz daha keşfe çıksak, iğdelere doğru gideceğimizden eminim. Geçen hafta gene bir alış veriş merkezi yakınlarında,  binaların arasında boğulmuş bir haldeyken burnuma geliverdi kokusu. Hani şu çekirgenin sesini duyan Kızılderili misali... Hani sormuşlar bu kadar gürültü arasında nasıl duydun diye... O da yere bozuk para atıvermiş ve insanlar yere bakmaya, ceplerine bakmaya başlamışlar, para mı düşürdük diye... Kızılderili de demiş, onlar nasıl duydu ise bozuk paranın sesini, ben de çekirgeninkini öyle duydum. Kim neyi önemserse, onu kaybetmekten korkar!

Ben de şimdilerde Kentsel Dönüşüm adı altında olacaklardan korkmaktayım. Hem de çok korkmaktayım. İstanbul'un göbeğinde yeşillikler içerisinde, sabahları kuş sesleri ile uyanmaktayım. Kızım sokağa çıktığında çeşit çeşit bitki ve hayvanla tanışmakta. Salyangozundan, kirpisine, kedisinden, papağanına... 
Kuzenimin çocukları küçükken, halamların çiftliğine gidelim derlerdi, öyle seve, güle oynaya gelirlerdi bize. Hele o dönemde komşular iyice abartmıştı olayı, tavuk besleyeni bile vardı! O zamanlar medeniyetsizlik diye düşünürken, şimdilerde benim hayalim olan tavuklardan...

Ve korkum, bir sabah uyandığımızda sizin binanız eskimiş, çıkın diye dozerleri dayamaları. Hani gecekondu mahallelerindeki kadınlar gibi kepçeye atlarım kesin! Belim izin verirse elbet.

Anlamadığım, rant uğruna bu kadar mı gözü dönmüş insanların? Bu kadar mı açgözlülük bürümüş gözlerini? Herşey için kanunlar çıkıyor dizi dizi...

İngiltere'de oturduğum ev en az 200 yıllık idi. Victorian Terrace House şeklinde yapılmış. Yan komşumun babası mimardı. Her tür garantisini vermişti binanın. 
Bizim binalarımızın ömrünün bittiği sadece yıllarla mı ölçülecek? Ekonomik ömrü beni zerre kadar ilgilendirmiyor, zira üç boru değiştirmekle çözülecek işler onlar. Beni ilgilendiren binanın sağlamlığı ve sağlam binanın yok yere yıkılmak istenmesi olacak!!!!

Dilerim bu kabusu yaşamayız. Dilerim tüm bu yukarıda anlattığım güzellikleri bir kepçenin altına atmayız...
Gene rahat, huzur bırakmadılar insana. Her sabah başka bir endişeyle uyanır oldum!

11 yorum:

hindiba dedi ki...

Dilek, yalanci akasya-incir kardesligi fotografinda sanki bir konuk daha var gibi agacin karnindan cikan. Sen tam boyutlu fotografta baksan sanirim daha iyi görebilirsin. Ne oldugunu merak ettim. Pittosporum'un bir üzerindeki beyaz cicekli olan bana alic-akdiken gillerden biri gibi geldi. Yapragini görebilsem daha da kesin bir sey söyleyebilirdim.

mahinur dedi ki...

Merhabalar,
Nerede yaşadığınızı çok merak ettim. Etrafta bu kadar çok ağaç olan, bu kadak çok insana yaşam hevesi veren yer neresi?

tijen miriam dedi ki...

dilek ya gereckten nerde yasiyosun sen:)hangi cennet bahcesinde..

Meyvelitepe dedi ki...

Dilek sizin oranın da buradan pek farkı yokmuş, üstelik fazladan bir de erguvan var diyorsun:) Devletin görevi önce can, sonra mal güvenliğini sağlamak sözde ama artık söz bile bitti. Can da, mal da Allah'a emanet.

Berceste dedi ki...

Ingilizce klavyeye mahkum kalarak yaziyorum :( Turkce'ye gecmek icin kisa yol oneren varsa ne guzel olur :)

Evren, haklisin. Ben yaziyi yazarken atlamisim. Hindibagillere benzer sari, uclara dogru beyazimsi tac yapraklari olan bir otumsu bitki daha var. Istersen sana gondereyim orjinal halini. Biliyorsan ben de tanismis olurum. Diger tahminin de dogru olabilir. Birkac boyle calimsi bitki var. Belediye ekmis. Bazilarinin kirmizi, bazilarinin turuncu renkli meyveleri hatirimda ama cicekli hallerinden kim olduklarini cozemiyorum :( Onu da gondereyim sana :)

Mahinur, ben biraz gizli kalmayi sevenlerdenim, soylemeyi isterdim ama merak etme, yikarlarken buralari avaz avaz sesim cikar :(( Hergun baska bir haberle calkalaniyor site zira :( 45 yasinda bir site burasi. Istanbul'un icinde. Eskiden etekleri imis ama simdi ici kaldi! Silivri'ye kadar uzandigini dusunursen sehrin, gobegi bile diyebilirsin hatta. Ama TOKI denen tek disi kalmis canavara ait 3 ayri insaat devam ediyor yakinlarda. Bir de askeri arazi var TOKI'ye devredilmis. Orada da insaat baslamasi yakindir. SSK icin ayrilan bir yer vardi, ona da el konmus, bugun yarin orada da insaat baslayacak. Tum bunlarin arasinda evimiz saglam olsa bile oyle bir baski var ki, rahatimiz huzurumuz kacti ve tum bu guzellikler bir kepce darbesiyle yerle bir olacak diye icim gidiyor. Zira o kadar cok kus ve hayvan var ki onlari kendisine ev edinmis... Uzuntum bildigin gibi degil :(((

Tijen, sizin cennetiniz kadar olamaz. O yerli halka benden bir kere de buradan selam!

Bunlar o gun gozume carpanlar Meyvelitepe. Daha kirazlar, visneler, at kestaneleri, agave americanalar, adini bilmedigim niceleri var burada. Ormandan farksiz. Hem meyve ormani hem yabanil olani, ikisi birarada. Erguvanlar da en az 6-7 tane. Bir de agaclarin altindan cikan ortakcil yasayanlar var ilginc bir sekilde. Botanik bahcesinde gibi hissediyorum bazen kendimi. Biliyorsunuz bir ara sebze de ekmistik, tam ciftlige donmustu burasi :) Hatta eskilerde koyun kuzu besleyen, tavuk besleyen komsularimiz da olmustu. Hala bir komsunun ari kovanlari var! Tum bunlari birakip bir baska yerde yasamak, geri dondugumuzde hicbirisini bulamamak ve medeniyet gormemis, aile terbiyesi gormemis insanlarla karsilasmak ve tum bunlarin devlet eliyle yapilacak olmasi cok aci. Kimin malini kimden alip, kime vermekteler ben anlamakta zorluk cekiyorum. Yok boyle birsey dunyanin hicbir yerinde. Belki diktatorluklerde! Ama onda da halk zaten biliyor ki, orasi kendisinin degil. Ali kiran, bas kesen boyleleri icin mi soylenmis bir soylem acaba? Sevgiyle...

Mahinur dedi ki...

İçim acıyarak okudum yazdıklarını. Çok yazık... Maalesef yaşayacak yer bırakmadılar. Ben de İstanbul'un en kötü yapılaşması olan yerlerden birinde yaşıyorum, yeşile, huzura hasretim diyebilirim. Çengelköy'ün üstlerinde bir mahalleye görmiştim. Anayolun hemen üstündeki mahallede müstakil evlerde, insanlar bahçelerine sebzeler ekmişler, hatta tavuk besleyenler bile vardı. Muhtemelen onlarda düzene ayak uydurup, evlerini verip, çok katlı binalar yaptıracaklardır zamanla. Offf içim şişiyo bunları düşününce. Çocuklarımız tabiatı sadece resimlerde, televizyonlarda görecekler böyle giderse. Sevgiler...

Berceste dedi ki...

Benim de içim acıyor Mahinur, yüreğim yanıyor. Yarın akşam toplantı varmış. Gene bu konular konuşulacak. Herkesin içindeki kötüye çanak tutuldu :( Bütün büyük şehirlerde yapılaşma var ama eski binalara dokunulmaz. Çivi çakarken bile izin alırsınız. Değişiklik yapamazsınız. Kocaman kocaman parkları vardır ve ulaşımı da kolaydır. Gidip nefes alırsınız. Örnek aldıkları New York'ta bile durum değişmez. Burada bulduğun bütün parkları betona dönüştür. Yeşili yok et, ithal üç beş yeşil taklidi yapan bitki koy köşeye... Yok bu insanlık değil ki en başta! Neresi Müslümanlık bunun, canlıyı öldürmek günah değil mi? Yeşili kesmek, yok etmek!

Işın dedi ki...

Merhaba Dilek, senin İstanbul'un da benimkine benziyormuş :) Ne de olsa herkesin farklı bir İstanbul'u var. Ben neredeyse tam merkezde, Kadıköy'e 15 dakika yürüme mesafesindeyim. Kirpi, kaplumbağa, zakkum, begonvil, portakal ağacı... Bunlar yıllardır Anadolu yakasının doğal parçaları. Aslında genel kanının aksine İstanbul hala çok ama çok yeşil bir şehir. Ben ne doğup büyüdüğüm Ankara'da ne de diğer şehir merkezlerinde buradakinin onda biri yeşillik görmedim. Bir İstanbul aşığı olarak Türkiye'nin en yeşil kent merkezi olduğunu kesinlikle iddia ederim, çürütmek serbest tabii :) Toprak ve iklim ideal, ne ekilirse yetişiyor. Sorun şu ki bunun farkında olan, ilgilenen ve sahip çıkan insan çok azaldı. Yazına gelen yorumlardaki şaşkınlık da bu yabancılaşmayı çok iyi anlatıyor. İstanbul betonlaştı, bitti genellemesine fazlasıyla inanmış, sadece kaçıp gitmeyi düşünen, buradaki güzelliklerin farkına varmadan yaşamayı seçen şehir sakinleri çoğaldıkça birilerinin yeşil alanları yok etmesi de kolaylaşıyor. Doğma büyüme buralı zamanı ve imkanı bol olan ama Fenerbahçe parkı gibi bir cennete 50- 60 yıllık hayatlarında hiç gitmemiş insanlar var. Durum böyle olunca birilerinin buralara elkoyması da kolaylaşıyor bence. Oraya bir AVM+bir lunapark yapılacak olsa insanlar akın akın der. Yapılan yeni sitelerde bile biraz gayretle bir erguvan, bir meyve ağacı dikse her taşınan her şey farklı olacak.

Evet devlet bir şeyleri koruma konusunda pek iyi değil, yeni parklar yapmak konusunda da ama esas kızmamız gereken eski binalarla, yeşille pek de ilgilenmeyen şehir sakinleri sanki. Ya da artık kabul etmeliyim ki ben çok demodeyim, hala çiçekle, otla mutlu olabiliyorum.

Berceste dedi ki...

Merhaba Işın, gecemi aydınlattın :) Işın diyorum ama bu bilgelik belli bir olgunlukla olur, belki de büyüğümsünüzdür!
Bizler İstanbul sakinleri devekuşu misali yaşarız. Birileri burnumuza sokmadıkça görmeyiz. İşte tam da bu sebepten, işten en yorgun geldiğim günlerde, sürünerek demek daha doğru belki de, kendini sevdirmeye çalışan bir kedi yavrusu ya da yağmurun ardından yürümeye çalışan bir salyangoz bütün yorgunluğumu çeker alırdı benden. O zaman elimdekinin değerine şükretmeyi öğrendim ben! Dedikleriniz de kesinlikle doğru. Ama şöyle bir düşünün, Gökkafes'ten bugüne... O zamanlar nasıl kıyametler koptuğunu, şimdi nasıl bir kabullenişe geçildiğini. Boğaza çıktığınızda neler gördüğünüzü ve bir 10 yıl sonrasını hiç düşünmek istemiyorum. Atalarım bana güzel bir İstanbul bıraktılar. Özünü takip edebildiğim, eski ile bugünü birbirine bağladığım. Ben yarınlara, çocuğuma ne bırakabileğim? O kirpicikler bugün varlar, yarın ne yapacaklar?
Bizim buralarda TOKİ'ye teslim olmaya hazır bir sürü kat maliki var. Yarın da toplantı... Bakalım ne yapacağız, bu güzellikler ne olacak. Bozulmayacağını iddia etseler de alta otopark yaptıklarında o ağaçların kökleri ne olacak? Bir pencereden burada yazıyorum, öbür pencerede yeni çıkan kanunu okuyorum! Gecekondusu olanın bile benim evimden daha çok hakkı var, önüme konulan kriter ekonomik ömür! Neye ve kime göre? Onlar belli değil. Kanunun seçtiği adamlar belirleyecekmiş. Hangi kriterlere göre belli değil. 600 yıldır İngiltere'de ayakta duran ve tutulan binaları duymayan birileri olduğuna eminim! Bugün Gizem'in şu yazısına http://dogalbebek.org/?p=79 denk geldim. İçim cız etti! Savaş savaş nereye kadar?
O mutlu olduğumuz doğal çiçekleri, otları hep bulabilmek, görebilmek dileği ile...

Nilgünden gülücükler - El işi sitesi dedi ki...

Avize çiçekleri muhteşem.Ben de bir bilim kadını olarak literatürdeki gerçek isimlerini kullanıyorum.Sevgiler

Berceste dedi ki...

Gerçek isimler çok karışmıyor ama halk arasındaki kullanımları hangi dilde olursa olsun karışıyor :( Bahane ile bir tür Yucca olduğunu öğrenmiş oldum ben de bu avize çiçeklerinin :)