04 Kasım 2012

At Kestanesi

(Cambridge - Trinity College bahçesinden St John's College ve At Kestanesi yaprak filizi) 

"Ağaç yaşken eğilir diye boşa söylememiş atalarımız! Çocukken içime hangi bitki, hangi ağaç işlemişse, gözüm ondan başkasını görmez oldu büyüyünce de. Yazdığım her keşif bunun canlı birer kanıtı." diyerek başlamıştım söze bir başka ortak blog için bu yazıyı hazırlarken. Artık o birliktelik yok ve Berceste'ye bu yazıyı yazma zamanı gelmiş de geçmiş bile...

Florya taraflarını bilir misiniz İstanbul'da? Bir zamanların Güneş plajını, Atatürk'ün Köşkünü...
İşte tam da buraya gitmek üzere binilen tren, yeşillikler içinde büyükçe bir istasyona bırakıverir sizi. Bir yanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın konutu ile Vali Köşkü, diğer yanı Florya Atatürk Köşkü'ne giden yoldur.

(Cambridge - Trinity College bahçesinden St John's College ve At Kestanesi yaprak filizi)

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı konutu karşısındaki tren raylarına paralel giden yol At Kestanesi ağaçları ile şenlenmiştir. Nerede ise Yeşilköy'e kadar size eşlik ederler. Benim de çocukluğumda bol bol bu yoldan geçmişliğim, at kestanesi ağaçlarını dört mevsim izlemişliğim, kestanelerinden toplamışlığım vardır. Yazları arabamızı tren yolu üzerindeki tahta köprünün yakınına parkeder, sahile doğru, o zamanların meşhur pastanesine yürür, dondurmamızın eşliğinde bu ağaçların yeşil yaprakları, yukarı doğru incelen gövdesi, en önemlisi de gölgesi altında uzun yürüyüşler yapardık. Diğer mevsimlerde ya tavukgöğsü bize eşlik ederdi ya da karadutlu lokum. İllaki elimizde birşeyler olacak!

Baharda kimisi beyaz, kimisi pembe çiçekli olurdu bu ağaçların, sonbaharda kocaman yapraklar sararmaya dururdu ama son dem, kestanelerini verdikten sonra. O dikenli kestaneler bam bam yere iner, içlerinden benim oyuncaklarım çıkardı. Kâh beştaş oynardım onlarla, kâh misket olurlardı bana. Bazen de bebeklerimin yemeği. Böylece duygusal bir bağ oluştu oyuncak veren bu ağaçlarla aramda.

(İstanbul - At kestanesi çiçeği)

Gel zaman, git zaman, gördüm ki, beni hiç yalnız bırakmayacaklardı da... İngiltere'de oturduğumuz ilk evin, sokak başında, ''hoşgeldin'' diyerek karşıladı beni. İlk zamanların tüm yalnızlığına inat, eski dost olarak kucakladı kalbimi. Onu, çiçeklerini, yapraklarını tanımam, hatırlamam, ona dokunmam... Oradaki akrabam gibiydi. Cambridge kolejlerinde, sokaklarında, hep ''ben buradayım, sen üzülme'' dedi, ıhlamur ağaçları ile birlikte. Göz kırparcasına bakıp, yanındayız diye fısıldadı kalbime...

(Cambridge - Hibrit At kestanesi çiçeği)

Peki ya şimdi? Gene yalnız bırakmadı beni. Şu anda, İstanbul'da oturduğum evin tam da önünde, tüm endamıyla selam veriyor her balkona çıkışımda. Oyuncaklarımdan kızıma da verdi oynasın diye! Birkaç hafta önce, yağmurlu bir günde önce salyangozları keşfettik miniğimle, sonra da at kestanelerini. Top bulduğuna öyle sevinçliydi ki küçümen, pop pop diye diye koştu yanlarına. Eve getirdik minik canlı topumuzu. Dikkatli dikkatli inceledi. Sonra da güzelce bir yere sakladı, bakalım ne zaman aklına gelecek? Ağacım ise şu anda yapraklarını yavaş yavaş sarartmakta. Kışa adım adım yaklaştığımızı hissettirmekte, ama korkma diyor gövdesi ile ben buradayım, asla seni yanlız bırakmayacağım. Sağolasın kadim dost ağacım! Sana, akasyalara, zeytine, çamlara, elma ve vişne ağaçlarına selam olsun. Tüm güzelliğinizi eksik etmediğiniz, yaşadığım yeri, yaşanacak yer yaptığınız için.

(Cambridge - Hibrit At kestanesi çiçeği)

Gelelim seni keşfe kadim dostum, bana o kadar yakın olduğun halde kimsin, nesin hiç sorgulamamışım, dostluğun, varlığın yetmiş hep!

(Cambridge'e ilk gidişimde beni kucaklayan dost ağacım)

At kestanelerinin çıkış noktası benim atalarım gibi, Balkanlar imiş der çoğu kaynak. Hatta özellikle babaannemin doğumyerinin adı bile geçiyor kaynaklarda... Oradan da kanımız ısınmış birbirimize meğer! Ancak, Evren'in okuduğu sonbahar yazılarından aktardıkları ile öğrendim ki, Balkanlara gelmesini sağlayan da Osmanlı! Evren'in gönderdiği bu ve bu kaynakta ve okuduğu bir dergide onun çevirisi ile(ben kelime Almanca bilmem zira) şunlar söylenmekteymiş: ''Eskiden bütün Avrupa'da yaygınken son buzul çağında Yunanistan, Makedonya ve Arnavutluk'un orta bölgelerine çekilip orada hayatta kalmıştır. 450 yıl önce batı Avrupa'ya geri dönmüştür. Tahminen 300 yıl kadar yaşayabilen bu sevilen ağaç, dolayısıyla çok kısa bir süreden beri tekrar burada yaşamaktadır. Yaşadığımız yerlerde at kestanesi ve onun  buzul çağından itibaren orta Avrupa'ya kadar yayıldığı unutulmuştu. Bir kaç yüzyıl önce, Osmanlılar onu geri getirdiler. Hoş bir tesadüf,  çünkü at kestanesini atlarına yem olarak kullanmaktaydılar. Tahminen orada, burada kaybolan tek tek yemlerden yeni ağaçlar büyümeye başlayınca, at kestanesi hızla tekrar moda oldu. Başlangıçta, sadece soyluların saray bahçelerini süslerdi, sonradan yaygınlaştı. Günümüzde yaygın olarak şehirlerin yeşillendirilmesinde kullanılır.'' Benim bulduğum bu kaynakta da der ki, pek çok botanikçi, ağacın esas çıkış noktasının Asya olduğuna inanır ve Fransızca'da kullanılan ''marronier d’Inde'' adının da Asya'dan geldiğini öne sürer. İstanbul ise ağacın doğal çıkış yeri değil, kültürünün üretildiği yerdir. At kestanesinin Avrupa'ya yayılması 1556'da diplomat ve yazar Ogier de Busbecq'in, Venedikli botanikçi Pierandrea Mattioli'ye İstanbul'dan tohum yollamasıyla başlar diye anlatır bu kaynak kitap. Osmanlı'da at kestanesi, atların öksürük ve kurtların yol açtığı hastalıklarını tedavi ermede kullanılırmış. At da Osmanlı'da, aynı zamanda o devirde, çok önemli bir hayvan. Ağacın önemini anlamak için, bunun altını çizmek gerek. Hatta atları seviyorsanız, Türk atı nedir öğrenmek istiyorsanız da bu kitabı okumakta da fayda var. At kestanesi ve tarihçesi bu kitapta da anlatılır, okumak isteyenler için... Sonuçta, Osmanlı, yakın zamanda, kahveyi olduğu gibi at kestanesini de Avrupa'ya tanıtan, hediye eden olmuş ve zamanla birkaç yazar dışındakiler bunu unutmuş! At kestanesinin ailesi ''Hippocastanaceae'' olup özellikle adına  ''Aesculus hippocastanum'' diyorlarmış. At kestaneleri ağaç ya da çalı durumunda bulunurlarmış. Kışın yapraklarını dökerlermiş. Yaprakları  5-9 yaprakçıklı olup, elsi yapraklılardanmış. Yaprakçık kenarları dişli ya da düzmüş. Sapı uzun, dizilişi karşılıklıymış. Çiçekleri ya bir eşeyli ya da erdişi imiş. Çarpık zygomorph imiş.

(Oyuncu böcüğüm, nam-ı diğer Pon pon hanım elinde oyuncağı ile)

Benim gibi, kızım gibi başka çocuklar da at kestaneleri ile oynanan oyunlara bayılırmış. İngiltere'de ''conker''  adıyla anılan kestane aynı zamanda bulunan oyunun da bu isimle anılmasına sebep olmuş. Tatilde oyuna doyamayan çocuklar, yaz bitip, sonbahar geldiğinde, yani okul zamanında, bu oyunu oynayarak avunmuşlar. 1848'den beri oynanıyormuş bu oyun ve 1965'den beri de Dünya Kupası düzenleniyormuş. Oyunun detayları ve püf noktaları için buraya kesinlikle bir gözatmanızı tavsiye ederim.

Evren ve Sincap'ın oyuncaklarını yapmak için yararladığı kaynağa bakmak isterseniz de buraya bir bakın lütfen. Onlar da bizim gibi oyuncak bulmaya çıkmışlar meğer ve bu yazının ilham kaynağı da Evren oldu zaten.
Bizim, işi oyuna döktüğümüz bu kestanecikler, aslında ağacın soyunu devam ettirmeye yarayan birer tohumdan başka birşey değilmiş. Dikenli kapsülleri yere düştüklerinde patlayıp, kestanenin çimlenmesine yardımcı olacak nemli ortamı hazırlarmış. Başta geyik olmak üzere, bazı midesine düşkün, hayvanlar da besin olarak bu kestanelerin peşindeymiş. Haksız da sayılmazlarmış, zira protein açısından zenginmiş.

(İstanbul - Yazın iyice yeşillenen evimizin önündeki at kestanesi ağacı)

Hibritleri Aesculum hippocastanum ve Aesculum pavia (red buck-eye) kırmızı at kestanesi diye bilinirmiş ve onların çiçekleri benim Florya'da gördüğüm koyu pembelermiş. Yaprakları ve gövdesi daha küçük, yaprakları daha koyu ve kestaneleri daha küçükmüş ki, bu türünkiler conker oyununa uygun değilmiş.
At kestanesi ağacının boyu 35m ve üzerine çıkabilirmiş. Herbiri 13 ile 30 cm uzunluğunda değişen 5 ile 7 parçadan oluşan genişliği 60 cm'i bulabilen aya yaprakları, dalları ile de epey geniş bir alana yayılırmış genelde. Bu sebeple park ve büyük bahçelerde çokça tercih edilirmiş. Özellikle de gölgesinden yararlanmak için. Yaprakları ilkbaharda doğanın canlandığının müjdecisi imiş. İlk yaprak verenlerden olduğu için. Her mevsimin ağacı deniyor hatta ona.

Çiçeklerini 30 cm'lik mum misali yukarı doğru yükselerek açar diye tarif ediyor kaynaklar. Gercekten de mumlu avizelere benzetiyorum ben de. Her bir çiçek sapında 20 ya da 50'ye varan genelde beyaz üzerine pembe hareli, bazı türlerinde koyu pembe çiçekler taşırmış. Her bir sap, yeşil, yumuşak dikenli 1 ile 5 kapsül/meyve geliştirirmişKapsüllerin içinde 2 bazen de üç kestane bulundururmuş. Parlak kestanelerin çapı ise yaklaşık 6 cm kadarmış. Büyümesi hızlıymış. Derin ve serin toprakları severmiş.Soğuklara ve kuraklığa karşı dayanıklıymış.  Gölgede yetişebilirmiş. Odunları beyaz, orta sertlikte ve kolayca yarılabilen türdenmiş. At kestanesi ağacı çeşitli hastalıklardan da kolaylıkla etkilenebiliyormuş. Başlıcaları burada mevcut. Özellikle Cameraria ohridella - İngilizce'de, horse chestnut leaf miner adıyla bilinen bir cins güve Avrupa'da epey tehlikeli anlar yaşatmış zavallı ağaçlara...

(Cambridge - Yaz sonuna doğru kestaneleri olgunlaşmaya başlayan at kestanesi ağacı)

Çiçeğinden, tohumundan yani kestanesinden, ağaç kabuğundan, yapraklarından ayrı ayrı ilaç olarak yararlanılsa bile çok çok önemli bir konuya parmak basmakta fayda var. Ham olarak at kestanesi ''esculin'' denilen bir zehiri üretiyor ve eğer yenirse ölüme sebebiyet verebilir! Özetle ZEHİRLİDİR dikkat!

At kestanesinin tohum ve yaprağının varise, filibit denilen bir tür damar iltihabına, hemoroide, sadece tohumları, fazla büyümüş prostata, ishale, ateşe iyi geldiği, tohumlarının kimyasal işleme tabi tutularak, aktif bileşenleri ayrılıp, konsantre edildiği durumda oluşan özün, kronik damar yetersizliği denilen bir tür dolaşım bozukluğuna iyi geldiği, yapraklarının, egzemada, adet sancısında, kemik kırılmaları ve çatlaklarında şişliğin inmesinde, öksürükte, artiritte, eklem ağrılarında, ağacın kabuğunun, malarya ve dizanteri tedavilerinde, ağaç dallarının kabuklarının lupus adı verilen deri veremi ve ülserlerde kullanıldığı söylenmekte.

Damar rahatsızlıklarına karşı bir krem tarifi için buraya bakabilirsiniz.

(Cambridge - Henüz olgunlaşmamış at kestaneleri)

Bunların doğruluğu için burada derecelendirmeler ve açıklamalar mevcut. Dikkatle okumanızı öneririm.

Bilimsel olarak kan sulandırıcı ve ödeme iyi gelen etkisi biliniyor.

(İstanbul - Olgunlaşıp açılmış at kestanesi kapsülü)

Bunun yanında başdönmesi, başağrısı, mide bulanması, kaşınma gibi yan etkileri de biliniyor. Hatta çiçek polenleri de alerji yapabiliyor. Latekse alerjisi olanların at kestanesine de alerjik olduğu muhakkaktır deniyor. Bazı bitki karışımları ve ilaçlarla etkileşimde ters sonuçlar doğurabiliyor. Örneğin, kan şekerini düşürme özelliği olduğu için, diyabet ilaçları kullananların alması durumunda ani kan şekeri düşüşü ve buna bağlı tehlikeler içerebiliyor. Kan inceltici özelliği sebebiyle benzer etkiyi yapabilecek çemen otu, sarımsak, karanfil, zencefil gibi bitkilerle birlikte alındığında tehlikeli olabiliyor. Detaylı liste için buraya tık tık lütfen.

Benim önerim, doktorunuza danışmadan hiçbirşey yapmamanız yönünde! Bu tarz ilaçlar kişiden kişiye, hastalıktan hastalığa farklı etkiler yapabiliyor çünkü. Hele ki, alerjik bünyelerde sonuçları çok daha tehlikeli olabiliyor. Zaman zaman da çaresi bulunmayan dertlere çare olabiliyor. Beste'nin dediği gibi varisin belli bir ilacı yok. O yüzden at kestanesinin tüm kullanım alanları aklınızda bulunsun ama kullanmadan önce mutlaka bir doktora danışın...

(İstanbul - Olgunlaşıp açılmış at kestanesi kapsül detayı)

At kestanesi ağacının gövdesinden mutfak aletleri ve oyuncaklar yapılabilirmiş.

Kestaneleri, Fransa ve İsviçre'de ipek, yün, hint keneviri, keten beyazlatmasında kullanılırmış eskilerde ama bugün kullanılan bir yöntem değilmiş.

Çiçekleri Ukrayna'nın başkenti Kiew'in simgesiymiş.

Bazı yerlerde de kestaneleri boncuk gibi kullanılarak mücevher yapılırmış.

(İstanbul  - Kapsülden çıkabilmiş ve çıkamamış at kestaneleri)

Kestanelerinin bir odanın köşelerine yerleştirilmesi durumunda örümcekleri kaçırdığına inanılırmış. Nazara karşı insanlar üzerlerinde at kestanesi tohumu taşırmış ya da tütsü şeklinde evlerde kestanesinin tozu yakılırmış.

Kömüründen barut elde edilirmiş. Gene Evren'den öğrendiğim bilgiye göre, Almanya'da at kestanesi ağaçları bira mahzenlerinin üzerine ekilirmiş. Böylece derin olmayan kökleri, kilerin kubbeli tavanına zarar vermiyormuş. Ayrıca büyük yaprakları, biranın olgunlaşması ve depolanması için ek bir nem ve serinlik de sağlıyormuş. Evren'in bir gözlemi de, bira bahçelerinde bu ağacı mutlaka görmüş olması. Ağacı takip eden mahzeni de buluyor demek ki...

İngilizce'de bilinen isimleri ise horse chestnut, buckeye, Spanish chestnut. Almanca'da Gemeine Rosskestanie, Fransızca'da Marronier d'lnde, Rusça'da Konskii Kesten, Bulgarca'da Konski Kesten olarak anılır.
Bende bilinen ismi de Kadim Dostum!

Kaynaklar: Yazı içinde geçen web sitesi adresleri At Kestanesi ve Prepagel - Doğanın harika ilacı - Prof.Dr. Ayşegül Demirhan Erdemir - Nobel Yayınları

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Severek okudum, sayende bilgilendim. İyi bir başvuru kaynağı oluşturmuşsun.
Bana sorarsan, sen de kadim bir dostsun atkestaneleri için.
Sevgiler.

Oglak Kizlari dedi ki...

Ben de severim bu ağacı çok. Annemlerin evinde sokakta iki büyük ağaç var, üç sene önce annemlerin bahçesinde de çıktı hemde kendi kendine. Bi gün biz evde yokken, komşunun sefil oğlu arabasına deyiyor diye o çalı parçasını kökten halletmiş, ruhsuz. Ne kadar kızdım anlatamam.

Neyse.

Ben naftalin yerine kullanıyorum kestaneleri. Birde rendeleyip, zeytinyağına cam kavanoza koyup güneşte beklettikten sonra kırışıklıklara en iyi çözümmüş.

Güzel bir yazı, teşekkür ederimn.

Ağaçlarla konuşan deli anne Çiğdem

hanife dedi ki...

Büyükşehirde yaşadığımız içinmi nedir o kadar uzakızki doğaya ağaçlara...
Bloğunu izlemeye aldım mutlu bir hafta dilerim...

Meltan dedi ki...

Harikasın, at kestanesi iki sekilde hayatıma girdi...Birincisi bir komşum at kestanesi meyvelerini evin birçok yerine hamambocegi veya bilumum diğer böcekleri kovması için koymuş, muthiş. Diğeri ise ağrılar için, kas ve eklem..Bir şişede toz haline getirilen at kestanesi zeytinyagında 15 gun bekletiliyor ama merhem gibi olacak, ağrıyan yerlere suruluyor..Tatilde komşularımın elinde bundan surunup surunup guneşlendiler...Harika acıklamışsın, ellerine sağlık..

Berceste dedi ki...

Teşekkürler Ahestebeste. Kitapçık gibi olmuştu :) Hatta bu yazı için kitap bile almıştım bir zamanlar ve sağolasın, dilerim bu kadim dostluğumuz ömür boyu sürer. Şu anda karşımdakinin yaprakları sararıp birer birer düşmekte. Ben de hüzünlenmekteyim. Kocaman yapraklar düştükçe ama onların toprağa karışıp, onu iyileştiriyor olması da avuntum ;-)

Gelmiştir bir kestane oraya Çiğdem, durduk yere çıkmaz, vardır bir bildiği ;-) Çıkar yeniden. O vatandaş da öder karmasını :P Naftalin yerine deneyeyim ben de! Naftalin kullanmadığımdan yünlülerin başına ne gelecek diye dertleniyorum zira. Bu formül için de ben teşekkür ederim.

Hanife, büyükşehirde olmama rağmen gördüm ama ben bunları. İsteyip, ilgi duyduğun kadar yaklaşıyorsun onlara. Attın mı bir atkestanesi cebine? Başla işte bu noktadan ;-)

Teşekkürler Meltan. Şu böcüklerle mücadele davası için deneyeceğim ben de! Özellikle de güve için! Sevgiyle...

Unknown dedi ki...

Ne güzel anlatmışsınız 'at kestanesi' ni. Blog yazılarınızı Nasıl sürekli takip edebilirim ?

Berceste dedi ki...

Teşekkürler... Uzun süredir yazacak zaman bulamadığımdan çok fazla takiplik bir durum yok ama RSS ayarlarından takibe alabilirsiniz.