Yıllardan 1999 - 2000 civarları... İzmit'te deprem olmuş, ailemizin bazı fertleri şans eseri kurtulmuş, biz evde şiddetle sarsılmışız, şoku atlatamıyorum bir türlü...
İş yerim Avcılar civarında, hergün yıkılan binaların arasından, kurtarma çalışmalarını izleye izleye işe gidiyorum. Her artçı sallantıda bahçeye kaçıyoruz. Ben göya soğukkanlılığı ele vermiyorum ama dikimhanenin ustabaşısı olan hanım:
'İşçiler sözlerinizi dinlerken, uygularken panikten iyi ki yüzünüze bakmaya fırsat bulamıyorlar, çünkü yüzünüz bembeyaz diyor''...
Aylar sonrasında, ama daha deprem şokunu atlatamamışken, annem bir ameliyat geçiriyor, aynı gün anneannemin felç olduğu haberi geliyor, üzerinden çok geçmiyor, babamın felç geçirdiği gün, patronum bütün sinirlerimi tepeme zıplatıyor ve ben asla patron şirketinde çalışmayacağım diye girdiğim ama gene aynı ortama çattığım, işi ve işçilerini çok sevdiğim içim sabrettiğim şirketimden ayrılıyorum. Gene çok geçmiyor babamın en yakın arkadaşının, öyle yakın ki gerçek amcam kadar çok sevdiğim arkadaşının, kendisi de gögüs cerrahı olduğu halde erken teşhis koyamadığı ve akciğer kanserine yakalanan arkadaşının, durumunun çok da iyiye gitmediğini öğreniyoruz.
İşten ayrıldığım bu süreçte hayattaki en önemli şeyin aile olduğuna, işin, kariyerin, okulun, öğrendiklerimin hiç birinin ailemden daha önemli olmadığına karar veriyorum.
İşte tam bu sıralarda bir arkadaşımız Ursula Le Guin'in ''Yerdeniz Üçlemesi'ni'' keşfedip okumaya başlıyor ve kitaplar bizi de sarıyor. Biri biter bitmez hemen sıradaki kitaba sarılıyoruz ve çok hoşumuza gidiyor. Olayın kahramanı, üst üste gelen tersliklerden yılmayıp, onlarla savaşıyor. Bu da o zamanlarki benim ruh halime pek güzel uyuyor. Seviyorum o kitapları.
Gene tam o sıralar Harry Potter çıkıyor piyasaya. İlk kitabı alıp okuduğumda bana biraz Yerdeniz Üçlemesi'ni hatırlatıyor ama ondan çok daha zevkli ve eğlenceli okuması. Eee ne de olsa ben kocaman büyümemiş bir çocuğum ya...
Le Guin'in sonradan aldığım kitaplarından ilk tadı alamıyorum. Zaten bir daha da o kitapları ellemiyorum, kütüphanede bir köşede duruyorlar... Sevdiğim diğer kitaplar gibi tekrar okunmuyorlar.
Bugün oturup da yazımı yazmadan önce, J.K Rowling'in hayatına şöyle bir göz gezdiriyorum ve anlıyorum ki, Harry Potter'i yazdığı dönem hayatı, yaşamaya mecbur oldukları pek de benim o yıllarda yaşadıklarımdan farklı değil. Hikayedeki kahramanlar kendi hayatının içinden çıkmış fertler. Benim hayatımdakilere hiç benzemiyor ama. Bana ilginç gelen de bu! İlk okuduğum kitaplarda olağanüstü hayal gücü olduğunu düşünüyorum Rowling'in. Okul, romanın içinde geçen yaratıklar, oynanan oyunlar, yaşanılan yerler, taşıtlar... Herbiri birbirinden renkli. Kafamdaki düşünceleri dağıtmamı ve eğlenmemi sağlıyorlar. Masal dünyasına çekiyorlar adeta beni.
Ama İngiltere'de yaşamaya başlayınca, o kadar sıradan geliyor ki romanın içindekiler bana...
İlk başta tren istasyonu. Yani King's Cross... Cambridge'den Londra'ya trenle gidilebilecek en kısa mesafe... Londra'dan iki istasyondan tren hizmeti var Cambridge'e. Biri Liverpool Street diğeri de King's Cross. Ben taşındığımdan, kısa bir dönem Londra'ya çalışmaya gittiğim sürece dek belki 1, belki 2 defa kullanmışımdır Liverpool Street istasyonunu. Ama King's Cross komşu kapısıdır. Haftasonu eğlencesidir... İlk gittiğim zamanlarda yoktu, ama sonra birgün telaş içinde trene bineceğimiz peronu ararken gözümüze aniden çarpıverdi dokuz üççeyrek peronu!
Eve dönünce filmi, daha doğrusu filmdeki ilgili sahneyi bulup izledim ve farkettim ki, aynı değiller. Turistler gidip de önünde fotoğraf çektirsin diye hazırlanmış bir yer bizim gördüğümüz. Aslı diğer peronların arasındaki kavisli bölgelerden biri...
Sonra daha dikkatle izledim filmleri... Hepsi İngiltere'de çekiliyor nasılsa. Neden? Kitabın ana vatanı, yazarın ana vatanı. Ama diğer yandan, turistlerin de çok ilgisini çekiyor. Özel turlar var. Londra içinde filmin çekildiği yerlerde ya da İngiltere içinde filmin çekildiği yerlerde... Öyle az buz para da ödemiyorsunuz. Kocaman rakamlar. Kimi sahne için İskoçya'ya gitmeniz gerekiyor, kimisi için Oxford'a... Geliyorlar, sizi otelinizden alıyorlar, gezdirip bırakıyorlar...
Yok onlarla gitmem derseniz çok zamanınız var demektir... İnceleyin bir etrafı... Bir pub'da oturun, bira çeşitlerine bakın, kaymak birası var mı mesela?... Akşamları ağaçların dalları arasından size cam gibi gözlerle bakan baykuşları yakalayın. Başka kaleleri, şatoları keşfedin. İlla Hogwards olması gerekmez ki! Başka başka şehirlere gittiğinizde turizm bürolarından ne yapabileceğinize dair broşürler alın. Her şehrin bir hayalet turu olduğunu gördüğünüzde çok şaşıracaksınız. O zaman Neredeyse Kesik Başlı Nick'i anarsınız belki...
Başka çocuk hikayelerine bakın İngilizlerin... İngiliz çocukları nelerle büyümüş, büyütülmüş diye inceleyin. O zaman çoğunun evinde bir hayvan beslediğini farkedeceksiniz. Çoğu çocuğun Beatrix Potter kitaplarını okuduğunu ve hayatından o kitapların kahramalarından izlerle doldurduğunu farkedeceksiniz. Kim bilir, belki Harry bile soyadını ondan almıştır!!!
Dağlarda, bayırlarda dolaşırken(İngilizler tatil zamanı yağmura rağmen, bu tarz yerlerde yürüyüş yapmayı pek severler) gözünüze çarpan bir kartal ya da parkta otururken yanınızdan geçen devasa bir kuçu, müzelerdeki yapay dinozor yumurtası belki de Hagrid'in dostlarından birini hatırlatıverir size.
Hemen hemen her evin merdiven altı dolabı vardır. Hani şu Harry'nin odası oluveren... Bizimkinde ıvır zıvırlar durur, ama çoğu ev sahibi burayı alt katın tuvaleti olarak değiştirmiştir bile.
Çok uzaklara gitmenize gerek yok. Kaldığınız otel odasındaki minicik bir detaya dahi dikkatli bakarsanız, Harry'nin bir dostu ya da düşmanı ile karşılaşıverirsiniz. Görmek size kalmış.
Bir dönem İngiltere Kraliçesi'nden dahi daha zengin olduğu iddia edilen J.K. Rowling, hayatındaki küçücük detayları değerlendirmiş ve kocaman bir fırsat yakalamış. Devlet yardımı ile geçimini sağlamaya çalışırken, en zenginler listesindeki yerini almış. Ne diyelim, gözlemci gücünü kaybetmesin...
Biz ne yapalım? Türkiye'ye geldiğimizde tarihimizi güzelce öğrenip, gözümüzün önünde keşfedilmeyi bekleyen güzellikleri görmeye çalışalım. Belli mi olur? Belki de minicik bir detay hayatımızı değiştirir.
İş yerim Avcılar civarında, hergün yıkılan binaların arasından, kurtarma çalışmalarını izleye izleye işe gidiyorum. Her artçı sallantıda bahçeye kaçıyoruz. Ben göya soğukkanlılığı ele vermiyorum ama dikimhanenin ustabaşısı olan hanım:
'İşçiler sözlerinizi dinlerken, uygularken panikten iyi ki yüzünüze bakmaya fırsat bulamıyorlar, çünkü yüzünüz bembeyaz diyor''...
Aylar sonrasında, ama daha deprem şokunu atlatamamışken, annem bir ameliyat geçiriyor, aynı gün anneannemin felç olduğu haberi geliyor, üzerinden çok geçmiyor, babamın felç geçirdiği gün, patronum bütün sinirlerimi tepeme zıplatıyor ve ben asla patron şirketinde çalışmayacağım diye girdiğim ama gene aynı ortama çattığım, işi ve işçilerini çok sevdiğim içim sabrettiğim şirketimden ayrılıyorum. Gene çok geçmiyor babamın en yakın arkadaşının, öyle yakın ki gerçek amcam kadar çok sevdiğim arkadaşının, kendisi de gögüs cerrahı olduğu halde erken teşhis koyamadığı ve akciğer kanserine yakalanan arkadaşının, durumunun çok da iyiye gitmediğini öğreniyoruz.
İşten ayrıldığım bu süreçte hayattaki en önemli şeyin aile olduğuna, işin, kariyerin, okulun, öğrendiklerimin hiç birinin ailemden daha önemli olmadığına karar veriyorum.
İşte tam bu sıralarda bir arkadaşımız Ursula Le Guin'in ''Yerdeniz Üçlemesi'ni'' keşfedip okumaya başlıyor ve kitaplar bizi de sarıyor. Biri biter bitmez hemen sıradaki kitaba sarılıyoruz ve çok hoşumuza gidiyor. Olayın kahramanı, üst üste gelen tersliklerden yılmayıp, onlarla savaşıyor. Bu da o zamanlarki benim ruh halime pek güzel uyuyor. Seviyorum o kitapları.
Gene tam o sıralar Harry Potter çıkıyor piyasaya. İlk kitabı alıp okuduğumda bana biraz Yerdeniz Üçlemesi'ni hatırlatıyor ama ondan çok daha zevkli ve eğlenceli okuması. Eee ne de olsa ben kocaman büyümemiş bir çocuğum ya...
Le Guin'in sonradan aldığım kitaplarından ilk tadı alamıyorum. Zaten bir daha da o kitapları ellemiyorum, kütüphanede bir köşede duruyorlar... Sevdiğim diğer kitaplar gibi tekrar okunmuyorlar.
Bugün oturup da yazımı yazmadan önce, J.K Rowling'in hayatına şöyle bir göz gezdiriyorum ve anlıyorum ki, Harry Potter'i yazdığı dönem hayatı, yaşamaya mecbur oldukları pek de benim o yıllarda yaşadıklarımdan farklı değil. Hikayedeki kahramanlar kendi hayatının içinden çıkmış fertler. Benim hayatımdakilere hiç benzemiyor ama. Bana ilginç gelen de bu! İlk okuduğum kitaplarda olağanüstü hayal gücü olduğunu düşünüyorum Rowling'in. Okul, romanın içinde geçen yaratıklar, oynanan oyunlar, yaşanılan yerler, taşıtlar... Herbiri birbirinden renkli. Kafamdaki düşünceleri dağıtmamı ve eğlenmemi sağlıyorlar. Masal dünyasına çekiyorlar adeta beni.
Ama İngiltere'de yaşamaya başlayınca, o kadar sıradan geliyor ki romanın içindekiler bana...
İlk başta tren istasyonu. Yani King's Cross... Cambridge'den Londra'ya trenle gidilebilecek en kısa mesafe... Londra'dan iki istasyondan tren hizmeti var Cambridge'e. Biri Liverpool Street diğeri de King's Cross. Ben taşındığımdan, kısa bir dönem Londra'ya çalışmaya gittiğim sürece dek belki 1, belki 2 defa kullanmışımdır Liverpool Street istasyonunu. Ama King's Cross komşu kapısıdır. Haftasonu eğlencesidir... İlk gittiğim zamanlarda yoktu, ama sonra birgün telaş içinde trene bineceğimiz peronu ararken gözümüze aniden çarpıverdi dokuz üççeyrek peronu!
Eve dönünce filmi, daha doğrusu filmdeki ilgili sahneyi bulup izledim ve farkettim ki, aynı değiller. Turistler gidip de önünde fotoğraf çektirsin diye hazırlanmış bir yer bizim gördüğümüz. Aslı diğer peronların arasındaki kavisli bölgelerden biri...
Sonra daha dikkatle izledim filmleri... Hepsi İngiltere'de çekiliyor nasılsa. Neden? Kitabın ana vatanı, yazarın ana vatanı. Ama diğer yandan, turistlerin de çok ilgisini çekiyor. Özel turlar var. Londra içinde filmin çekildiği yerlerde ya da İngiltere içinde filmin çekildiği yerlerde... Öyle az buz para da ödemiyorsunuz. Kocaman rakamlar. Kimi sahne için İskoçya'ya gitmeniz gerekiyor, kimisi için Oxford'a... Geliyorlar, sizi otelinizden alıyorlar, gezdirip bırakıyorlar...
Yok onlarla gitmem derseniz çok zamanınız var demektir... İnceleyin bir etrafı... Bir pub'da oturun, bira çeşitlerine bakın, kaymak birası var mı mesela?... Akşamları ağaçların dalları arasından size cam gibi gözlerle bakan baykuşları yakalayın. Başka kaleleri, şatoları keşfedin. İlla Hogwards olması gerekmez ki! Başka başka şehirlere gittiğinizde turizm bürolarından ne yapabileceğinize dair broşürler alın. Her şehrin bir hayalet turu olduğunu gördüğünüzde çok şaşıracaksınız. O zaman Neredeyse Kesik Başlı Nick'i anarsınız belki...
Başka çocuk hikayelerine bakın İngilizlerin... İngiliz çocukları nelerle büyümüş, büyütülmüş diye inceleyin. O zaman çoğunun evinde bir hayvan beslediğini farkedeceksiniz. Çoğu çocuğun Beatrix Potter kitaplarını okuduğunu ve hayatından o kitapların kahramalarından izlerle doldurduğunu farkedeceksiniz. Kim bilir, belki Harry bile soyadını ondan almıştır!!!
Dağlarda, bayırlarda dolaşırken(İngilizler tatil zamanı yağmura rağmen, bu tarz yerlerde yürüyüş yapmayı pek severler) gözünüze çarpan bir kartal ya da parkta otururken yanınızdan geçen devasa bir kuçu, müzelerdeki yapay dinozor yumurtası belki de Hagrid'in dostlarından birini hatırlatıverir size.
Hemen hemen her evin merdiven altı dolabı vardır. Hani şu Harry'nin odası oluveren... Bizimkinde ıvır zıvırlar durur, ama çoğu ev sahibi burayı alt katın tuvaleti olarak değiştirmiştir bile.
Çok uzaklara gitmenize gerek yok. Kaldığınız otel odasındaki minicik bir detaya dahi dikkatli bakarsanız, Harry'nin bir dostu ya da düşmanı ile karşılaşıverirsiniz. Görmek size kalmış.
Bir dönem İngiltere Kraliçesi'nden dahi daha zengin olduğu iddia edilen J.K. Rowling, hayatındaki küçücük detayları değerlendirmiş ve kocaman bir fırsat yakalamış. Devlet yardımı ile geçimini sağlamaya çalışırken, en zenginler listesindeki yerini almış. Ne diyelim, gözlemci gücünü kaybetmesin...
Biz ne yapalım? Türkiye'ye geldiğimizde tarihimizi güzelce öğrenip, gözümüzün önünde keşfedilmeyi bekleyen güzellikleri görmeye çalışalım. Belli mi olur? Belki de minicik bir detay hayatımızı değiştirir.
15 yorum:
Harika bir yazı olmuş. "Kara gün kararıp kalmıyor" ve yaşam devam ediyor. Biz elimizdeki güzelliklerin değerini kaybedince anlıyoruz çoğu kez, ne yazık ki...
Kitapların gerçek dostluğunu da kanıtlıyor yazınız. Çok güzel...
Çok beğenerek okudum yazınızı. farklı kültürler tanımak farklı bakış açılarını da beraberinde getiriyor. Harry Potter'i hiç u anlamda düşünmemiştim.
Bizim sahip olduğumuz değerleri işleyip gün ışığına çıkaracak kişilere çok ihtiyaç var.
Harry Potterı sinemada ailece izlmeiştik. tvde her gösterildiğinde tekrar izliyorum kızım anne senin harry diyor çok seviyorum..yazarın sıkıntılar içinde olduğu zaman bu kitabı yazması da zorluklarla başa çıkabilmenin bir yolu..
99 da ki sıkıntınıda Allah bir daha yaşatmasın amcana, babana Allah rahmet eylesin..
Kitap okur gibi zevk aldim yazindan. Hem moral veriyorsun, hem destekliyorsun hem yol gösteriyorsun :)
Kapini istedigim an calacak kadar yakin olmadigima yine uzulmeye basladim :)
Bugun Potter'lardan birini alacagim. Ikinci el satan bir magaza görmüstüm. Yepyeni kitaplari satiyorlardi, yiginla da Potter vardi. Sayende baslamis olayim :)
not: Ursula icin -aynen- diyorum. O üclemeyi arkadasimdan alip bitirmistim bir solukta :) Bir daha okunmayacaklar ama en sevilenler listemde idiler.
Teşekkürler Aysema. Bazen insan kendi kendine kalmak istiyor. O dönemlerde en yakın dost da kitaplar oluyor galiba!
Çocukla Çocuk görünce hanginizin yorumu bilemiyorum ben :( O yüzden genel olarak teşekkür edeyim :) Gezip, daha dikkatli bir gözle bakmak, farklı kültürleri tanımak ve oranın insanlarını ona göre değerlendirmek açısından gerçekten çok güzel. Ama öz değerlerimizi bilmek, unutulmamalarını sağlamak bize düşüyor. Gözümüzün önündekini, bizim için esas olanı unutmamak, unutturmamak çok değerli diye düşünüyorum. Sevgiler...
Kitabı ile filmlerinde farklılıklar var Ferhan. Hatta 3.filmde idi sanırım. Tümüyle değiştirilmiş bölümler var. Kısa kesilip, detaylara inilmemiş ve detaylar hoş. Kitap çok daha güzel bence. Ama hayalinde canladırdıklarını sonrasında film olarak seyretmek de hoş. Bence önce kitap okunmalı, sonra film seyredilmeli :) İyi dileklerin için teşekkürler, sevgiler...
Sağolasın B5. Keşke dediğin kadar yakın oturabiliyor olsaydık birbirimize. Yüzyüze de tanıştıktan sonra bunu çoook isterdim. Aslında bu aralar UK'da olsam sana 2-3 saatlik yol olurdu... Potter okumaya başlayacaksan ilk kitaptan başla derim! Sevgiler...
Ne güzel anlatmışsın Harry Potter'ı. Son kitabını daha okumadım, ama okurken senin anlattığın detayları arayacağım.
Sevgiler
Güzel prensesim Merve'm ile Harry Potter filmlerinin bilmem kaçıncısını sinemada izlerken; ne güzel merveciğim ne kadar şanslısınız hayal gücü geniş çocuklar oluyorsunuz bu kitaplar ve filmler sayesinde demiştim de, Merve "anne dikkat edersen kitapları yazanlar ve filmleri yapanlar sizin yaşlarınızda" deyip, bu harika cevabıyla beni epey bir düşündürmüştü. Detayları göremeyen insanlardan oldum ben, hep gereksiz detaylara takılıp kalmaktan:( Bunun farkına varıp hiç birşey için geç değildir diye düşünerek, kaçırılmaması gereken detayları kaçırmamaya çalışıyorum artık. Allah' tan hayatımın değişmez tadı hala kitaplar:)
Sevgilerimle...
bu yaziyi okurken dedim ki, berceste yazmayi birakirsa ne yapariz biz! elim ayagim titrer herhalde :) b5 gibi beni de potter okuru yapacak görünüyorsun :)
uzun zamandir okudugum en keyifli yazilardan biri... Ellerine saglik Berceste.
ben sizin resimlerinizle çok begendim adayı.kısmet olurda yolum düşerse mutlaka gitmek isterim.
OKUDUGUM EN RENKLİ YAZILARDAN BİRİ ELİNİZE SAGLIK
Sevgili Berceste, hayırlı Ramazanlar dilerim.
Sevgiyle kal
Son kitap pek heyecanlı Ayşegül :) Sevgiler...
Şimdiki çocuklar cin diye boşuna demiyorlar Böcürük'cüğüm :)Kitaplarda detayları çok daha rahat izleyebiliyoruz zaten. Filmlerde heyecanına kapılıp atlayabiliyoruz. O yüzden tekrar seyretmek gerekiyor. Sevgiler...
Sana ödev Rahşan, ilk okuduğun kitabı Ada'nda anlatacaksın :)
Sağolasın Muhtarım. Sevgiler...
Teşekkürler isimsiz.
Teşekkürler Gül.
Sizlere de Hayırlı Ramazanlar Şennur.
Blogunuzu yeni keşfetmemden dolayı bu yazıyı da biraz geç okumuş oldum ama yanda Harry Potter başlığını görür de üstüne tıklamaz mıyım... Çok güzel bir yazı gerçekten de; ben de bazen düşünürüm Harry Potter'ın maceraları olmasa bile Hogwarts'a gidip gelsinler, o dünyada gündelik yaşamlarına devam etsinler, ben de o renkli detaylarla dolu dünyayı okuyayım diye. Bu yıl ilk kez gitme fırsatı bulduğum Londra'da yer isimlerinden yemek isimlerine herşeyde kitaplarda gördüğüme benzer bir tatlılık vardı. Şimdi ben de bir Londra aşığıyım :)
Teşekkürler Alis. Her zaman bekleriz ;-) İlk gidişte öyle bir aşk başlayabiliyor ama inan tüm büyük şehirler aynı. Bence kendi yaşadığımız şehrin güzelliklerini bulmalıyız. Tarihte neler olmuş, neler yaşanmış bilirsek bizden de güzel işler çıkar, hele ki senin mesleğinde! Sevgiler...
Yorum Gönder