
Canım Ayşem'im kumaşlarından, boncuklarına, Türk İşi nasıl yapılırı anlatan notlara kadar her detayı düşünülmüş bir paket yolladı taaa İngiltere'ye kadar. Sevgili Meliha hanım, nakışları sabırla anlattı, hammadde sağlayan üreticilerin web sitelerini iletti, kendi el işlerinin fotoğraflarını çekerek gönderdi, yardım elini hiç eksik etmedi. Her zaman destek verdi. Posta kutumda onun ismini gördüğüm zaman, sabırsızlık ve mutlulukla açtım e-postaları her seferinde. 21 Ekim 2007 tarihli yazım ile kursa başladığımızı haber vermiştim. Ekim ayından, Easter dönemine dek, iki dönem boyunca kursa devam ettik. Üçüncü dönem, genellikle U3A üyelerinin bahçeye bakım yapma zamanına, seyahatlere denk geldiği için katılım çok fazla olmuyor. O yüzden üçüncü dönemi iptal ederek, önümüzdeki sene devam etmeye karar verdik.

Sonrasında bir de iş teklifi geldiği ve Londra'da çalışmak zorunda olduğum için kurstan vazgeçmedim, sadece gününü cumartesi olarak değiştirdim. Günde 5 saat yolculuk yaptığım, kendime ayıracak çok zamanım kalmadığı halde ben bu kursa zaman ayırmakla çok mutlu oldum. 1 ay 6 gün dayanabildiğim işi bıraktım, ama kursu bırakmadım. Gene cuma gününe döndük, ama kan kaybettik... Cumartesi günü başlamamız nedeniyle, torunlarına bakan teyzeler gelemediler. Haftasonu gezenler, gelemediler. O yüzden 6 kişi ile yolumuza devam ettik. Ben teyzeler diyorum, zira U3A'e gelenler emekliler olduğu için yaş ortalaması 60'ın üzerinde.
Katılan teyzeler arasında en istikrarlısı, Miyako idi. Miyako, yıllar önce bir İskoçyalı ile evlenmiş ve İngiltere'ye yerleşmiş dünya tatlısı Japonyalı bir hanım. Prensipli, programlı. Asla ders kaçırmadı. Başlangıçta yemenilerin kenar süslemelerini beğendi ve tığ işi yapmayı öğrenmek istedi. Modelini çok sevmediği siyah penye bir bluza dikmek üzere tığ işi süslemeler yaptı. İlk denediğimizde umutsuz vak'a diye düşünmüştüm. Zira tığı öyle bir tutuyordu ki, gözüme batıracak zannettim. Ne ipliği, ne tığı tutuşunu değiştiremedim. Cambridge'deki dostlarımdan Sevda'dan yardım rica ettim. Miyako'ya öyle güzel öğretmiş ki, tığ ve iplik tutuşu aynı kalmak kaydı ile tekniği öğrendi. Hem 3 renkli olarak, hem de siyah olarak uyguladı aynı modeli. Miyako da altında kalmadı, yaptığı yılbaşı süslerinden bizlere hediye etti.
İkinci dönemde de nakış işlemeye karar verdi. Elimizde bulunan desenlerden seçti. Modeli Türk, kumaşı %100 ipek ve Japon malı, nakışı karma bir nakış işledi. Deseni o kadar beğendi ki, seramik çalışmalarında da uyguladı. Amacı bana hediye etmek üzere bir potpori kasesi hazırlamakmış, ancak kullandığı boyaları birisi karıştırdığı için fırınlandığında istediği renkler çıkmamış. O yüzden bana hediye etmekten vazgeçmiş. Onun yerine dönem sonunda Türk yemeklerinden oluşan bir davet verdi. Elindeki ingilizce kitap yardımı ile çok güzel yemekler hazırlamış olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Onu, mütevaziliği, hanımlığı, dostluğu ile çok sevdim. Önümüzdeki sene tekrar gelmesini dilerim.


Pauline vardı... Kurs ilanını ilk gördüğünde telefona sarılıp: ''Sizin oyalarınız var ya, ben onlara bayılıyorum, beni kursunuza mutlaka kaydedin'' diye arayan. Doktormuş emekli olmadan önce. Türkiye'ye tatile gitmiş ve el işlerimizi çok beğenmiş. Ballandıra ballandıra anlattı herkese. O da boncukla işleme yapmayı seçti kendisine. Ama herkesten faklı olarak siyah kadife üzerine. Boncuklar için Londra'ya gidip bir avuç kadarına 36 pound ödemiş. Duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Oysa ben yarım kilosunu 1 pounda almıştım eylül ayında İstanbul'dan. Pauline, hevesle başladı derslere. Ancak önce Amerika'ya gitmesi gerekti. Dönüp geldikten sonra da erkek arkadaşı ile Libya'ya gittiler gezmek için. O yüzden çok fazla derse katılamadı ama e-postalar ile benden bilgi almayı, çaya çağırmayı, dostluk kurmayı ihmal etmedi. El işi biriktiriyor. Gittiği her ülkeden el işi örtüler alıyormuş. Gördüğü, beğendiği birşey olduğu zaman hiç affetmiyor, mutlaka alıyor. ''Benden sonra kimbilir ne olacak?'' diyerek bir de yürek burkuyor. Hapishanede, müebbet hapse mahkum olmuş mahkumları, hayata bağlamak için nakış yaptıran bir hayır kurumuna yardımcı olmaya çalışıyor, boş kalan vakitlerinde. Ama anlayacağınız üzere, pek de boş vakti yok.

Bir teyzemiz daha var. İngiltere'de doğmuş. Babası bir tarikat üyesi olduğu için Almanya'da Yahudilere İngilizce kurs vermek üzere gitmişler. Ama ikinci dünya savaşı zamanı kaçmak zorunda kalmışlar. Önce Rusya'ya gitmişler, oradan da Kıbrıs'a. Ardından da Bursa'ya. 5 yaşına kadar Bursa'da yaşamış. Emekli olmadan önce aşçı imiş. Hala fırsat bulursa bu işi yapıyor. Ama emeklilikten sonra ilk olarak Türkçe öğrenmeye karar vermiş ve kurslara kaydolmuş. Ardından da benim verdiğim kursu duyunca, hemen gelmiş. Tek tük Türkçe konuşuyor. Yemeklerimizi seviyor. Renkli, ilginç, torunları ile haşır neşir olan bir teyze. O da boncukla işleme yapmaya başladı kendi isteği olarak, karanfilli bir desen seçti kendisine. Son derse grip olup katılamadığı için, nakışının fotoğrafını çekemedim.
Bir seneyi bulduğum filmcikleri izleterek, el işlerimizi anlatarak, ardından da uygulama yaparak geçirdik. En çok kutnu belgeseli dikkat çekti... Nazar boncuklarımız... Sivas çorapları... Yemeklerden bahsedildiğinde herkesin söyleyeceği birşeyler vardı. Çiniler herkeste hayranlık uyandırdı. Renkleri büyüledi. Benim işlediğim Türk işi nakış için gözlerinin yeterli gelmeyeceğini, o yüzden kolay işlemeler seçmem gerektiğini anladım. Sonraki sene için neler istediklerini sorduğumda, Türk tasarımları ile kırkyamayı nasıl yapacaklarını öğrenmek istediklerini söylediler. Var mıdır bu konuda yardımcı olabilecekler aramızda?
Ann de kendisine çorap deseni arıyor şimdi. Yelek örecek seneye...
Eylül ayına kadar benim yeniden hazırlık yapmam, yeni filmler, yeni desenler bulmam gerekecek.
Gene sizlerden yardım rica edebilir miyim?