
Arkadaşlarımızdan biri Cambridge'e çok yakın köylerden birinde oturuyordu. Bizi çaya çağırmışlardı. Türk usulü(İngiliz usulu bir iki kırıntı bisküvi ve eğer ev sahibinin eşref saatine denk geldi ise güzel bir kekten ibaret olur ikram, Türk usulünde ise bildiğiniz üzere yok yoktur!) bir güzel yiyip içtikten sonra, eritmek lazım şimdi bu yediklerimizi deyip çıktık dolaşmaya...
Arkadaşlar, bize sürpriz yapıp o sarı tarlaların içine götürdüler. Bir anda o muhteşem görünümün içinde bulmak kendinizi... İnanılmaz güzel bir duygu! Tinker Bell gibi oradan oraya koşmak istiyor insan.
O dönem, bizim video kameranın fotoğraf makinasından başka, dijital fotoğraf çekebileceğimiz birşey yoktu elimizde. Karı koca fotoğraf çekmeye meraklı olan biz, bir de tek makinaya mahkum olunca çok kötü oluyordu. Oyuncağını paylaşamayan çocuklar gibi ver ver şunu çekeceğim, yok olmaz ben çekeceğim diyerek, yürüye yürüye komşu köye geçip, geri döndük. O günden beri de, tekrar gidebilsek, dedik durduk ama bir türlü denk gelmedi. Gidemedik. Tatile rağmen hiç durmadan yağan yağmuru düşünürsek, bu sene de gidemeyeceğiz herhalde. Uzaktan, taşıtların içinden gördüğümüz kadarıyla yetineceğiz...

Bu sarı tarlalar kimmiş, neymiş derseniz, karşılaştığımız bilgiler şöyle...
Kendilerinin İngilizce adı ''Rapeseed'' , Türkçe'si ''Kolza Tohumu'' imiş. Kalite göstergesi olarak özel bir gruba da ''Canola'' deniyormuş. Kanolanın asitlik oranı daha düşükmüş. Kullanım alanları ise çok çeşitli. Sofranıza yağ olarak gelmesinden tutun, bioyakıt olarak kullanımına kadar ne isterseniz var. Tarlalarda sarı sarı çiçekleri ile gözlerinize hitap ederken, bir bakıyorsunuz, geceleri ışık(elektrik enerjisine dönüştürülüyor) olmuş sizi aydınlatıyor...
Yağ üretiminde dünyada üçüncü sırayı aldığı gibi iki numaralı da protein kaynağıymış. Hayvan besini olarak kullanılıyormuş. Erucic asit içermekteymiş ki, bunun yüksek miktarları insanlarda zehir etkisi yapabilirmiş. Çiftçiler verimliliği arttırmak için bu bitkiyi kullanıyormuş. Bir nevi tarlaları dinlendirme etkisi yaparak, toprağı güçlendiriyormuş. Rapeseed'den hazırlanan özel bir karışım, bonsailer için, besin olarak kullanılmaktaymış. Bal arıları için ballarının renk kaynağı imiş, ama fazlası balın tadının değişmesine, bozulmasına sebep olmaktaymış. O nedenle hemen işlenmeliymiş ya da fırın/pastane ürünleri için tercih edilmeliymiş. Bazen toprak sahipleri tozlaşma için arı sahipleri ile anlaşma yaparak, arılardan yardım alırlarmış.
Yağı omega-6 ve omega-3 yağ asitlerini içerirmiş. Bu sebepten kalbin dostuymuş ve kolesterol seviyesini düşürmekteymiş. Soğuk sıkma yöntemi ile elde edilen yağı, zeytinyağı gibi kullanılabilmekteymiş.
Gelelim en ilginç kısma... Yani enerji olarak kullanımına...
Taşıtlarda bioyakıt olarak, evlerde elektrik enerjisine dönüşmüş olarak kullanılmaya başlanmış. Hatta bu sebeple kurulan şirketler var. Gün geçtikçe kullanımı artmakta.
Hep yararlarını saydık ama saman nezlesi ve astımı olanların baş düşmanı olduğunu söylemeden de geçmeyelim.
Rapeseed hakkında bir radyo programı dinlemek isterseniz BBC Radio 4, Türkiye'deki tarımı ile ilgili bilgi almak isterseniz de Samsun Tarım İl Müdürlüğünün web sitesi üzerlerine tıkladığınızda size yardımcı olacaktır.
Güzelliklerin de sırları olabiliyor demek ki!
28 Aralık 2009 notu:
Güzelliklerin de sırları olabiliyor demek ki! diyerek noktalamıştık 28 Mayıs 2007 tarihli yazımızı. O zamanlar bilmiyorduk ki, sırlardan birisi de bu bitkinin GDO içerme ihtimalinin yüksekliği idi.
Ancak bugünlerde gittikçe artan GDO - Genleri Değiştirilmiş Organizmalar - hakkında yapılan tartışmalarda çıkan sonuç:
Bu güzel görünümlü bitkiden ve nimetlerinden uzak durmamız yönünde!
Zira artık nimetleri, nimet olmaktan çıkmış durumda. Wikipedia'daki veriler Kanada'daki rakamları göstermekle birlikte derin olarak araştırılınca hemen hemen bütün dünya üzerinde durumun benzerlikler gösterdiği ortaya çıkıyor. Ben size Wikipedia'daki rakamları açıklayacağım ve isterseniz, oradaki tartışmayı da okumanızı önereceğim. 1995 yılından beri Kanada'da üretimine başlanan GDO içeren kanola, diğer kanola bitkilerini de tozlaşmak suretiyle etkilemiş ve şu anda Kanada'da üretilen kanolanın %80'inin genleri ile oynanmış organizmaya dönüştüğü belirlenmiş.
Bununla kalmayıp, çiftçiler patentli olan genetiği değiştirilmiş tohumları üretmekle suçlanıp, kendilerinden patent ücreti ödenmesi istenmiş. Tarlasının safsızlığının bozulduğu gerekçesi ile mahkemeye başvuran çiftçi de davayı kazanmış ama bu sadece bir şans olmuş kanımca. Zira GDO'lu tohum üreten firmalar tüm dünya üzerinde hem saf olanı bozup, hem de hak iddia ederek davalar açmaktalar! Bu sebeple kanola için olmasa bile tazminat ücretlerini ödeyemeyerek intihar eden çiftçiler mevcut dünya üzerinde.
Zararlı etkileri üzerinde, 90 günden fazla araştırma yapılması yasak olan tüm GDO'lu ürünlerin bizlere neye mal olacağını, 10-20-30 yıl sonrasında neler getireceğini bilemiyoruz. Ama çok basit bir mantıkla, madem zararlı değiller neden üzerlerinde deney yapılması yasak diye düşünüyor ve kullanmayı istemediğimiz için de öneride bulunamıyoruz, son karar elbetteki sizlerin!