07 Aralık 2011

Atatürk Arboretumu 2011

Ayda bir anneanne, siz biraz gezip gelin, benim temizlik günüm der. Bu seferkinde nereye gitsek, nereye gitsek diye düşünürken, babamız haydi, o güzel yere götüreyim sizi, böcük de mutlu olsun biz de dedi...

Kendimizi Atatürk Arboretum'unun yolunda bulduk. Yol üzerinde, bir fırın görüp durduk. Yanımıza simit aldık bol bol. Hem bizler için, hem de ördekler, geçen sefer çok da göremediğimiz ama varlığını bildiğimiz balıklar için.

Arboretum'un önüne geldiğimizde, çok çabuk geldik bu sefer, daha vakit çok, biraz da Kemerburgaz taraflarını keşfedelim dedim. Neredeyse çocukluğumdan beri gitmemiştim. Çocukken aile büyükleri, komşu büyükler toplanıp kocayemişi çiçeği toplamaya giderdik bu yollardan...

Belgrad ormanları, çeşitli mesire yerleri, seralar, çiçek satanlar, su işletmeleri, evler, evler, evler derken minik bir tur attık. Yetmedi, kendimizi en kuzey noktalardan birisinde Karadeniz'in kenarında bulduk. Ama gittiğimiz yerden de hiç hoşlanmadık. Zira kocaman kocaman kamyonlar denizden kum çekmekle meşgullerdi! İstanbul'un devasa inşaatlarının kumunu! O bölgede toprak, deniz birbirine karışmış, katliamı andıran bir görünüm vardı. Hiç hoşumuza gitmedi. Küçük hanım uzaklardan gördüğü martılarla konuştu biraz. Sonra o kocaman kum kamyonlarının altında kalma tehlikesi eşliğinde ağaca, ormana doymalık dar yollarda, ağaca doyamadık bu katillerin yüzünden diye söylenerek döndük geldik Atatürk Arboretum'una. Devasa sitelerden, katil kum kamyonlarından, bahçe süslemesi meraklısı peyzaj bilmemnesi dükkanlarından sonra ilaç gibi geldi Atatürk Arboretum'u bize. Başladık selamlayarak ağaçları gezmeye...

Böcük inanılmaz mutlu oldu. Ben, ayaklarım yerden kesilmişçesine ağaçların gövdelerini sevmeye, bol bol fotoğraf çekmeye başladım. Bu sene daha erken bir zamanda geldiğimiz için, ağaçlar sarı elbiselerini giymemişlerdi daha. Sol girişten başladık bu seferki gezimize... Orada hemen Ginkgolar karşıladı bizi. Gene kıyamadım o dünyalar güzeli yapraklarına...

Dantel gibi duruyorlardı ağacının üzerinde, dantelden yelpazeler mi desem yoksa? Hani havalı saçlarını savuran hanımlar gibi, minik bir rüzgarda sallanıyordu bu yapraklar bir sağa, bir sola... Rüzgarın hışmına denk gelen olursa da düşmeye başlıyordu ağacın eteklerine doğru...

Bu kadife gövdeli ağaç Sekoya. Hani şu en uzun boylu olanlardan. Hiç bilmezdim gövdesinin bu kadar yumuşak, bu kadar ipeksi bir dokusu olduğunu. Sarıldık ona böcükle birlikte. Yetmedi, babasına da sarılmalısın dedi, baba da sarıldı ağaca... Böcük çok sevdi sekoyayı. Okşadı durdu. Anne ne güzel bir ağaç bu diyerek. Burcu ablamıza sözümüz vardı zaten, ağaçlara bol bol sarılacağız demiştik. Fırsat bildik, bu ipek dokunuşlu ağacı ailece çok sevdik.

Sizi sinirli otlarla tanıştıralım. Biz onlarla Evren'in bu yazısı sayesinde tanışmıştık. Meyvelitepe'den de öğrenmiştik ki, yaprağı azıcık kesince, içinde sinir şeklinde damarlar varmış, kolay kolay kopmazmış. O yüzden de adı sinirli ot imiş. Artık gözümüzden pek kaçmıyor bu ot. Ama Arboretum'da da kendisine göletin kenarında öyle güzel bir yer seçmişti ki, onun yerinde olmak vardı dedirtti.

Üstteki fotoğrafta,sol tarafta bulunan, ördek kulubesinin yanına gideceğiz birazdan. Burundan dönelim bir hele... Aşağıda gördüğünüz güneşlenen arkadaşlar su kaplumbağaları. Burada ne işleri var diye şaşırabilirsiniz, zira biz şaşırdık. Sonra bir görevli ile sohbet edince anladık ki, evlerine su kaplumbağası alan, ama aşırı büyüyünce bakamayanlar getirip burada suya atıveriyorlarmış. Aynı ördeklere yaptıkları gibi. Meğer ördekleri de insanlar evlerine civ civ hallerinin güzelliğine aldanıp da almışlar. Bakamayınca da buraya getirip salmışlar. O yüzden pek evcimen bu ördekler, pek peşinizden ayrılmıyorlar.

 
Göletin etrafında oturmamız için konulmuş ne kadar kanepe varsa, hepsini ziyaret ettik. Kimisinde yumurtasını yedi böcük, kimisinde kurabiyesini. Ama gölete yaklaşınca, onun mamasına ortak olmak isteyenler teker teker suyun yüzeyinde belirmeye başladı. Aşağıdaki fotoğraftaki adacığı, ördeklere yuva olsun diye yapmışlar sanırım. Minik bir kulube var üzerinde çünkü. Ama neden ağacı kesmişler onu anlayamayıp üzüldüm. Tam o kesik ağacın yanında bizimki simitlerini paylaşmaya başladı göletin sakinleri ile...


Bu ağaçlar Taxodium distichum (L.) Rich. :Amerikan Bataklık Servisi imiş. Suyun içinde olmasalar onlara da sarılacaktım. O kadar güzellerdi ki! Benim yerime ördekler tadını çıkartıyorlardı onların arasında dolaşarak.

Görüldüğü üzere ördeklerle, su kaplumbağaları hepbirlikte, dost vaziyette yaşayıp gidiyorlar. Yeter ki, biri diğerinin yemeğine göz dikmesin! Özellikle ördekler, hiç affetmiyorlar. Kaplumbağaların kafasına bir gaga indiriveriyorlar yemeklerine göz dikerlerse!


Böcük, elimizdeki bütün simitleri paylaştı yeni arkadaşları ile. Biz de yiyecektik ama dememize pek fırsat tanımadı. Hatta sen eve gidince yemeğini yersin diye azarladığı da oldu beni. Sonrasında suya taş atma oyunu oynamaya başladı. Yazık ama bak kaplumbağaları korkutur, rahatlarını kaçırırsın deyince onları üzmemek için hemen vazgeçti. Ama taş atmaktan değil. Suya taş atmaktan vazgeçti. Biz yürüyeceğiz deyince, baştan ses etmedi. Sonra hayır gidemezsiniz buyurdu! Ciddi ciddi gittiğimizi görünce bir süre direndi, ama sonunda dayanamayıp yanımıza geldi. Çünkü geçen seneden gayet net hatırlamıştı her yeri. O zamanlar daha doğru düzgün konuşmayı bile beceremezken fil hafızasıyla kaydetmiş! Bize bu sene rehberlik yaptı küçükhanım. Şimdi de öbür göleeee diyerek. Ama simitlerin bitmiş olmasına, bu göletin sakinlerinin yiyememesine çok içerledi. Bisküvilerinden vermeye kalktı. Dedik bak onlar insanlara, hatta bebeklere, çocuklara özel yapılmış. Buradakiler yerse hasta olurlar. O zaman ikna oldu ama içine de sinmedi bir türlü.


Kapıdan girişte sağa doğru ilerlerseniz, ikinci gölete varıyorsunuz. Nilüferler ve balıklar sizi hemen karşılıyor burada.

Bu sene Arboretum'un içindeki bazı yerleri yıkmışlar. Çalışanların lojmanı vardı mesela. Onun yerine başka değişik bir inşaat bulduk. Bitince ne olacak bilemedik. Geçen sene çiçeklerle düzenleme yapmışlardı. Bu sene oraya mermerden bir çiçek kondurmuşlar. Pek sevmedim. Nilüferli göletin de sağ yanına taşlı su akabilecek şekilde bir kısım yapmışlar. Üzerine bir köprücük ve yürüme yolu.




İşte bahsettiğim taşlı, su da akabilecek yer...


Bu sefer bu kırmızı kocayemişlerinin tadına baktım doğrusu. Özlemişim!



Taşlı kısmın köprüsünden baraja benzer kısma çıkmak mümkün. Küçümen fotoğraf çekimi yapan mankenleri keşfetti bu yolda. Biraz onların peşine takıldı. Sonra yokuş yukarı ve aşağı doğru oynadı. Ben de kocayemişlerim ile hasret giderdim. Onların bol bol fotoğrafını çektim.


Ağaçların arasında bol bol, çeşit çeşit kuş yuvası mevcut. Tahtadan yapıp asmışlar. Onları çok seviyorum.

Buralarda yürürken, bizimkiyle kovalamaca oynamaya başladık. Epey bir dik yokuşun ardından bu ağaçların yanına geliyorsunuz zira. Ben ah vah yoruldum mu ne derken küçümenin gıkı çıkmıyordu. Ama sonra anne beni kucağına al diye tutturmaya başladı. Aman annem belim, ben seni nasıl taşırım desem de, anne beni kucağına al cümlesine kilitledi kendisini. Sana kucağına alacak bir baba verelim dediysek de kandıramadık! En sonunda zar zor babaya ikna ettik. Kucağa çıkar çıkmaz da bu ağaçların arasında uyumak ne güzel demeye başladı. Bu sefer de ''Eyvah!'' dedik. Uyursa devamlı kucakta taşımamız lazım ve arabanın olduğu yerden oldukça uzaklardayız... Ne yapsak, ne etsek, şarkı söyledik olmadı, daha da uyku havasına girdi. Şiir okuduk olmadı, tekerleme, ı ıh ben uyuyacağım dedi durdu. Tam bu sırada bir kozalak hayatımızı kurtardı! Heyooo yaşasın top bulduk dememle birlikte bizimki de top gibi fırladı babasının kucağından! Kozalağı yuvarlaya yuvarlaya dolaşmaya başladık çok şükür... Çocuk olmak bu demek işte. Saf, mutlu, bir topla oyuna fit. Bir daha asla geri gelmeyecek bu günler...


Ben de bol bol fotoğraf çekebildim. Bu üzerinde hem çiçeği, hem de meyvesi olan bitki kimdir bilemedim...

Güneşin geldiği açıya göre orman herbiri ayrı bir ton olan yeşil elbiselerine büründü. Zaman zaman sarı oldu hatta. Ama her daim güzeldi.


Burada,yere dökülen çam pürçekleri o kadar güzeldi ki, kadife gibi. Onlara imrendim. Çocukken onlarla yaptığımız kolyeler geldi aklıma.

İşte hayatımızı kurtarak kozalak ve top canavarı... Aaa bu arada kozalak da fıstık çamındanmış meğer. O kadar tekme yedi gariban. Eve geldiğimizde(eh haliyle o da eve geldi bizimle, küçümen elinden bırakmadı zira) içinden dökülen fıstıklarla anladık durumu.

Bu sene akçaağaçların tohumlarını tanıyordum. Kelebek kanatlı tohunları... Gene Evren'in sayesinde. Ama bu sefer ondan önce Permakültür yazışma grubunda da fotoğraflarını görmüştüm. Tohum topu yaparlarken kullanmıştı bir grup. Her ikisinin de kulaklarını çınlattım.

Yavaş yavaş çıkışa doğru geliyorduk... Gökgürültüsü, yağmur yağarsa endişesini de beraberinde getirmişti çünkü bize.

Ama böcük bir türlü ayrılmak istemedi. Yeniden göletin yanına koştu. Az önce uykusu gelen o değildi sanki.

Ben kendimi, oradaki tahta koltuklardan birisinin üzerine atarken, baba kız göletin etrafında koşturup, bol bol fotoğraf çektiler.

Ben de yanımda bir kitap getirmemiş olmaya üzüldüm önce. Sonra düşündüm, kitabı okuyacak zamanım olmazdı diye. Gölet, böcük, ördekler derken, panikten tek satır bile okumayı beceremez, okusam da anlayamazdım nasılsa.

Zar zor haydi, deyip toparladık aileyi. Teker teker, herşeye hoşçakal dedi bizimki. İsimleriyle. Hatta en son bizi uğurlayan kara kuçuya bile.

Böcük o kadar yorulmuş ki, arabada koltuğuna oturur oturmaz uyuyakaldı. Belki de oksijen çarptı bilinmez. Eve gelene dek eski enerjisini toplamıştı bile!

Dileriz en kısa zamanda gene seni görürüz Atatürk Arboretum'u. Bu sefer 1 sene özlemeyelim seni lütfen! Geçen seneki yazımız da burada.

16 yorum:

HATiŞiN HOBiLERi dedi ki...

Günaydın,sabah kahvemi içerken bu karanlık istanbul sabahına günümü gerçekten aydınlık yaptın.Benimde artık oralara gitme zamanım gelmiş,inşallah gelecek hafta gideceğim çünkü küçük kızım orada oturuyor:) bir taşla iki kuş misali.Geçen seferki yazını blogta değil facebook ta paylaşmıştım.Bu güzellikler için tekrardan teşekkürler.Sevgiler.

Deli Anne dedi ki...

Biz nde PAzar gübü oradaydık:)

Anne ve Bebisi dedi ki...

Ne guzel bir gun olmus :) Cok seviyorum Arboretum'u... Univ'de ogrenci iken giderdim, ormanci arkadaslar sayesinde :))

Meyvelitepe dedi ki...

Atatürk arboretumuna hiç gitmedim demem artık, sayende bir defada görebileceğimizden çok daha fazlasını görüyoruz:) Çok teşekkürler.

Bir önceki postta linki olan Cedric Pollet sitesi de gerçekten harika bir keşif olmuş:) Muhteşem ağaçlar ve fotoğraflar...

A-H dedi ki...

Resimler ne guzel daldim gittim :)
Bu arada en son gezimis sirasinda yeni bir yenilebilir cicek daha ogrendim, hatta yedim :D Ve hatta yerken de bunu mutlaka Bercesteye soylemeliyim dedim :))
Morning glory cicegin adi, genelde yesil kisimlari pisirilip yeniyor, cicek cok tanidik ama Turkce ismini hatirlayamadim :(

hindiba dedi ki...

Dilek, ne güzel, her fotograf üzerinde söyleyecek bir seyler var aslinda. Özet geceyim :) Kendilerine böylesi güzel bir ev bulabilmis kaplumbaga ve ördeklerin öyküsü hosuma gitti. Sinirotu ne güzel bir köseye kurulmus öyle :) O minik kirmizi meyveli bitkiyi bir yerden biliyorum ama adini cikaramadim. O akcaagaci tohumlarini görmesem hayatta anlayamazdim akcaagac agaci oldugunu. Harika bir kesif, harika bir agac :) O yapay dere yatagindan sanki simdiden sular akiyor gibi :)

Berceste dedi ki...

Ne güzel sizi mutlu edebildiysem :) Dilerim siz de ziyaret etmişsinizdir. Bu aralar en güzel elbiselerini giymiş durumda ağaçlar zira. Link verdikten sonra istediğiniz yerde paylaşabilirsiniz... Sevgiler...

Deli Annem, Pazar günü! Nasıl içeriye girdiniz söyle bana hele. Haftasonu giriş sadece üyelere bildiğim kadarıyla!

Ne güzel üniversite yıllarından keşfetmiş olman Arboretum'u. İngiltere'nin ağaçları, ormanları... Bol bol fotoğraf çek bize. Ben de eskileri karıştırayım bir ;-)

Temcit pilavına döndü değil mi Meyvelitepe? :) Çok sevdik biz orayı ailecek, ne yapalım ;-) Cedric Pollet'in fotoğraflarına bayıldım. Ama en çok ağaçları gövdelerinden tanımayı, öğrenmeyi sevdim. Sevgiler...

A-H, senin gezi fotoğrafları kadar güzel değil ama ;-) Yaşa çiçek keşfi için. Harika oldu bu iş. Sizin oralardakiler buralarda çok bilinmiyor çünkü. Bak şimdiden iki çiçek öğrendik bile. Bu çiçeğe buralarda yabani ot muamelesi yapıyorlar daha çok :( Yeni keşifleri merakla bekliyorum. Sevgiler...

Kırmızılı bana da çok tanıdık geldi ama bilemedim Evren :( Akçaağaçlar da çeşitli anladığım kadarıyla. Bazılarının tohumu daha büyük, bazılarınınki daha küçük. Bol bol toplamıştım, böcükle resim yaparız diye ama dün bir kazaya kurban gitmişler :((( Hah doğru terim yapay dere yatağı değil mi? :) Yaşa sen!

Tijen dedi ki...

Dilek,
O adını bilemediğin bitki it üzümü. Ayvalık'taki adıyla bambul, Bodrumlu diliyle Girit otu ya da tam tersi. Çiçeklenmeden önce haşlanıp yenir Ege'de. Meyveleri için bir yerde yenir, bir yerde zehirli bilgisini okuduğumdan hiç tatmadım. Meyvelerini yani.

NuR dedi ki...

Sevgili Dilek, senin gözünden, güzel fotoğraflarınla gezmek de çok keyifli oldu. İstanbul'a düşecek ilk karda, orada olmak hedeflendi... bakalım kısmet:) Minik, pembe böcük, çocaman aaaçların keyfini çıkarmış, kelebekler gibi koşuşturmuştur:)))
Sevgiyle kal

Berceste dedi ki...

Yaşa sen Hızır Tijen :) Bu konuyu araştırmak farz oldu bu durumda ;-)

Sevgili Sennur, karda muhteşem olur orası ama İstanbul trafiğinde karda yola çıkma fikri beni korkutur :) Dilerim sen gerçekleştirirsin bu düşünceni. Evet evet Uğur Böcüğü çok koşuşturdu ve pestil olup bayıldı sonunda :) Bizden de sana sevgiler, patik kalıpları için teşekkürler!

Adsız dedi ki...

Ginkgo tohumu arıyorsanız Göztepe'deki parka bir bakın :) Hepsi yerlerde, ilgilenen bir ilgili de yok.

Berceste dedi ki...

Keşke adınızı yazsaydınız... Çok isterdim oradan o tohumlara ulaşıp da filizlendirmeyi denemeyi. Avrupa yakasında bulsam hemen deneyecegim...

Uma dedi ki...

Burasi Istanbul'da nadir sevdigim yerlerden biriydi, muhtesem fotograflar cekmissin, tesekkurler yeniden ordaymis gibi oldum :)

Berceste dedi ki...

Sen gelince haber et Uma, böcüklerle birlikte gidelim :) Ya da şu andaki memleketinde bir Ginkgo, Sekoya, Lale ağacı gördüğünde bizi hatırla ;-) Sevgiyle...

Ceylin'in Annesi dedi ki...

Ne kadar yeşil, ne kadar muhteşem bir yermiş orası meğer.
Orasının İstanbul olduğuna inanamadım.
Gerçi siz de çok güzle fotoğraflar yakalamışsınız, Hakkınızı yememek lazım ;)
Nerede bu doğa güzellik parkı.

www.ceylinolmez.com

Berceste dedi ki...

Gerçekten muhteşem bir yer! Detaylı bilgi bir önceki Atatürk Arboretum'u yazımda var. İstanbul'da, Kemerburgaz'a giderken. Belgrat Ormanları'na çok yakın. Fotoğrafları beğenmenize de çok sevindim...