Eskiler, bizim çocukluğumuzda, bizim gençliğimizde diye cümlelere başladıklarında, ufff diye yanlarından uzaklaşasım gelirdi zaman zaman. Herşeyin bir üslubu vardır canım, diye düşünürdüm o anda.
Babaannemin çocukluk ve gençlik anılarını dinlemeyi çok severdim. Milyonlarca defa anlattırmışımdır herhalde. Şu hikâyeyi anlatsana babaanne, bu hikayeyi anlatsana babaanne diye diye. Ama keşke bir kenara not da alsaymışım, unuttuklarım da çok... Babaannem, hiç bir zaman cümleye ben çocukken diye başlamazdı... Günlerden bir gün... Bizim .... daki evimizde. 6-7 yaşlarındaydım galiba... Çok güzel bir şekilde başlardı o cümleler ve mutlaka dinletirdi kendini.
Şimdi ben de nasıl başlayacağımı bilemedim ve nüfus kağıdımı da epeyce eskitmişim gibi hissettim.
Ortaokul birinci sınıfa başladığımız yıl, sanırım 11-12 yaşlarında oluyorduk o zamanlar, elişi dersi eklendi derslerimizin arasına. O dersi hem çok sevdim, hem çok sıkıldım. Evde 4-5 yaşlarından beri babaannem ile nakış, dikiş, örgü herşeyi yapıp öğrendiğimden, az çok elimden bu işler gelir olmuştu. Yaz tatillerimin en büyük eğlencesi kitap okumak ve elişi yapmaktı hatta. O yüzden, ders çok yabancı gelmedi bana. Ama gelin görün ki, diğer derslerin yanında bu derse ağırlık vermemizi isteyen, olmadık zamanlarda bu yetişecek diye kapris yapan bir de öğretmenimiz vardı. İşte o derse ait ilk projemiz de bu örnek bezi oldu.
Çarpı işi, hristo teyeli, düz teyel, oyulgama, paris puanı, antika, makine dikişi, zincir dikiş aklımda kalan isimlerden. Bu bezi yaptığımızda ben çoğunu zaten biliyordum. Aile büyüklerinin, dikiş dikmeyi şiir kadar iyi bildiği bir evde büyümüştüm çünkü. Zaman zaman küçük parçaları önüme koyup, haydi bunun hristo teyelini de sen yapıver dedikleri oluyordu. Olmazsa da ben kapıp yapıyordum. Düz teyelleri babaannem kendi dışında kimseye yaptırmazdı. Özel ölçüyle kestiği şablonlar yardımıyla aynı boyda olmak zorundaydı o düz teyeller. Bir milim şaşsa, gözü farkedip, sökerdi. Sonra onları birleştirdiğinde de, mum gibi kıyafetler çıkardı ortaya. İş yavaş yürürdü ama en âlâ şekilde çıkardı sonuç.
Elişi öğretmenimiz bu kadar mükemmeliyetçi değildi ama şimdi düşünüyorum da, o yıllarda yaptığım zıbını, önlüğü, kilodu bebeğime asla giydiremedim. Hem kullanışlı olmadığından, hem de o kadar emek bir böööyk sesinin ardından heba olacağından. Elbette bebeğimden kıymetli değil ama onu da rahat ettiremeyeksem niye kullanayım ki?
Sözün özü, o yıllar, o ders, yapılanlar güzeldi. Bazılarını hâlâ gereksiz bulsam da...
Şimdilerde bakıyorum, bir düğme bile dikemeyen, söküldü deyip kıyafet atan ya da kısaca AVM adı verilen yerlerdeki terzilere götüren, aldığını beğenmeyenlerle doldu heryer. Çok mu zengin bir ülke olduk, çok mu sonradan görme ile doldu ülke yoksa taaaa eğitim sisteminden başlayan ve bizi buna yönelten tüketim toplumu modeli mi çıktı ortaya bilemiyorum. Ama bu hal ve gidiş beni rahatsız ediyor onu biliyorum.
Eskiden çorap kaçtı mı, onu yeniden çeken aparatlar olurmuş, atmazmış insanlar ipek çoraplarını, sonradan çıkan naylon çoraplarını. Hani hanımların çorabının arka çizgisinden ne kalitede bir hanım olduğu belli olan dönemden bahsediyorum. O dönemin insanları, bu dönemin kadınlarını görseler kız almazlardı herhalde ve ne derlerdi bilmem. Aldığınız çorap ilk giyişte kaçıyorsa ve o gün onu atıyorsanız, o dönemin kayınvalideleri gelinlerini topa koyarlardı gibi geliyor bana. Sadece okumak değil, hanım olmak da önemliydi o dönemlerde çünkü.
Gömleklerin yakalarının ters yüz edildiği, gizli yamaların yapıldı dönemler vardı hani... Hatırlar mısınız? Ben görmedim ama çok dinledim.
Hindistan'da sokakta, altında bir döşek, bir gazete kağıdı bile olmadan sokakta yatan insanları gördüğümde çok içim sızladı.
Şimdi gene sızlıyor. Bizler sıcacık evlerimizde, onu bunu beğenmeyip mızmızlanırken, birkaç saniye içinde hayatlarında en sevdikleri dahil herşeyini kaybeden, başlarında bir çadır bile olsa soğuktan titreyen o insanları düşündükçe uykularım kaçıyor.
Ya sizin?
-----
Evren'in izni ile bu yorumu yazının içine alıyorum:
''Cuma günü, anaokulunda Aziz Martin kutlaması vardı, ona katıldık. Çocuklar akşam karanlığında kendi yaptıkları fenerlerle çevre sokaklarda dolaştılar. Biz de tabii. Fenerleri hazırlamaya haftalar öncesinden başlandı. Önce bir duyuru asıldı anaokulunda. Dendi ki, çocuklarımızın evde geçmiş yıllardan kalma fenerleri varsa (bozulmuş, yanık, arızalı bile olsa) yeniden yapmak yerine onları kullanmaları tercih sebebidir. Arızalı olanlar, öğretmenlerinin eşliğinde anaokulunda tamir edebilirler. Böylece çocuklara eskiyeni hemen atmamak, tamir edilebilir mi diye bakmak ve daha sürdürülebilir ve çevreyle dost yaşamak bilinci vermiş oluruz. Fener alayından sonra -sanırım adet olduğu üzere- üzümlü bir çeşit tatlı ekmek dağıtıldı herkese. Kural ekmeği mutlaka ikiye bölüp biriyle paylaşarak yemek. Yoksa yiyemiyorsun. Biz sincapla bölüştük. Ülkemin batısı da doğusuyla bölüşüp paylaşmadan bir dilim ekmek yiyemeseydi, boğazindan geçmeseydi keşke diye düşünmeden edemedim. Sözün özü, Dilek'ciğim, yazdıklarına gönülden katılıyorum''
9 yorum:
Az çok o dönemleri hatırlıyorum:) ve galiba o ruhla yetiştirildiğim için yeni zamanlarda bu çılgınca tüketme hali beni mutsuz ediyor:(
Sadece kıyafette değil, her alnada böyle, malesef:( Bizim evde elektronik eşyalar bozulduğunda tamire giderdi, hatta basit bozulmalarda annemin elinde tornavida tamir evde yapılırdı. Ayakkabılarımızda tamirciye gidip gerekli bakımı görürdü. Şimdi ise tamirciler bile tamir etmiyor. Şikayeti söyleyince "beyaz eşyanın ömrü 10 yıl, değiştirin" diyorlar ya da tamir sonrası birinci veya ikinci kullanışda ömrünü tamamlıyor:((Tecrübeyle sabit...
Bu arada el işlerini yapmayı ben de ailemden sevdim. Dikişde yardım için teğel, heveslenip örülen danteller ve yapılan nakışlar. Ve annem yaptığım herşeyi saklamış:) Bir kısmını çeyizimde kullandı, bir kısmını da kendisi kullandı. Güzel bir duygu:))
Sebgili Dilek, seninle paralel giden ilgi alanları galiba burayı okutuyor:))
SEvgiler,
Örnek bezi, tutumluluk haftası şimdilerde yeniden canlandırılması gereken öğreti ve yetenekler bunlar.
Maalesef biz de! Burasıyla kıyaslayınca akıl almaz bir soğukla başetmeye çalışıyorlar:(
Bu türden bir bezi o ders kapsaminda yaptigimi hayal meyal animsar gibi oldum simdi. Ben saklamamisim fakat.
Cuma günü anaokulunda Aziz Martin kutlamasi vardi, ona katildik. Cocuklar aksam karanliginda kendi yaptiklari fenerlerle cevre sokaklarda dolastilar. Biz de tabii :) Fenerleri hazirlamaya haftalar öncesinden baslandi. Önce bir duyuru asildi anaokulunda. Dendi ki, cocuklarimizin evde gecmis yillardan kalma fenerleri varsa (bozulmus, yanik, arizali bile olsa) yeniden yapmak yerine onlari kullanmalari tercih sebebidir. Arizali olanlari ögretmenleri esliginde anaokulunda tamir edebilirler. Böylece cocuklara eskiyeni hemen atmamak, tamir edilebilir mi diye bakmak ve daha sürdürülebilir ve cevreyle dost yasamak bilinci vermis oluruz. fener alayindan sonra -sanirim adet oldugu üzere- üzümlü bir cesit tatli ekmek dagitildi herkese. Kural ekmegi mutlaka ikiye bölüp biriyle paylasarak yemek. Yoksa yiyemiyorsun :) Biz sincapla bölüstük. Ülkemin batisi da dogusuyla bölüsüp paylasmadan bir dilim ekmek yiyemeseydi, bogazindan gecmeseydi keske diye düsünmeden edemedim. Sözün özü, Dilek'cigim, yazdiklarina gönülden katiliyorum.
Icim aydinlandi okurken. Eline ve yuregine saglik Dilek! Ben boyle bir sey yaptigimi hatirlamiyorum. Keske yapsaymisim. Ama azimliydim ben de, annem dugme bile dikemezdi, sevmezdi oyle isleri, ben kendim dikerdim dugmelerimi, hep tamir etme taraftariyim. Gecenlerde ikinci el kiyafet satan bir magazaya gittim, kis icin birkac ihtiyacim vardi onlari buradan karsilayabilir miyim diye. Biraz da tedirgindim aslinda, neyle karsilasacagimi bilmiyordum. Bir de baktim ki kiyafetlerin hepsi yeni gibi. Sonra dusununce evet dedim kac kisi kiyafetlerini gercekten eskitene, yirtana kadar giyiyor ki, kac kisi artik yirtilan yere yama yapip giymeye devam ediyor ki. O yuzden Kizilay'in kullanilmis kiyafet bagisi kabul etmemesini de pek anlamlandiramadim... Bu isin ayri boyutu tabii, esas sorun insanliga dair, temelde sarsilan bir seyler var, cok temelde... benim de dusundukce kaciyor uykularim :(
O beyaz eşyaya ömür biçenler var ya, beni en sinir edenler Fatma! Benimle yaşıt(eskiden iş yerleri çocuk doğunca para verirlermiş, o parayla alınmış!) fırın var, hâlâ tık demeden çalışan. Onlar o fırını göstereyim bir! Ama 10 sene önce aldığımız (markasını da yazacağım gına geldi çünkü) Arçelik marka hiçbirşey çalışmıyor! Hepsine bir servis eli değdi. Sanki saat gibi, 10.sene devriyelerinde sorun çıkartmaya başladılar. Tüketim toplumu olalım diye herhalde. Eh birbirimizin sitelerinde buluyoruz birşeyler okunacak :D Ne güzel :)
Yerli Mallar haftası ilk kaldırılanlardan oldu galiba değil mi Meyvelitepe? Birilerine dokundu. Aynı birileri şimdi GDO ile ilgili yasalarınızı yeniden gözden geçirmezseniz, sizden yaş incir almayız diyorlar. Getirsinler o yaş incirlerin hepsini ben yiyeceğim, onlara da vermeyeceğim :) Yazıyorum işte buraya :) İnat değil mi? :D Soğuk kısmı gittikçe ağırlaşıyor, benim yüreğim de! :(((
Saklanmıştır bir yerlerde o da Evren, sana sürpriz olup, çıkar gelir bir gün. Anneler atmaz öyle şeyleri :) Bu yorum ilk sayfaya taşınmalı, izin var mı? :)
Bizde olmaz o iş Evren. Çok ayıp cık cık cık! Hemen böyle bir bakış geliverir. Oysa İngiltere'de çok iyi maaş alan, çok iyi bir işi olan, kendi evi ve iki arabası da olan bir arkadaşım, panayırları ve çocuklar için ikinci el satılan hayır derneği günlerini takip eder, az kullanılmış ya da hiç kullanılmamış kıyafetler alırdı. En iyi dükkanlardan da alırdı, buralardan da. Çocuk bu kirletecek de, yırtacak da derdi. İngiltere'de yaşayınca bana tuhaf gelmiyor. Mutfak eşyaları olurdu hayır derneklerinin dükkanlarında, sonradan öğrenmiştim, nasıl üzülmüştüm yenilerini aldığımda. Cambridge'de taşınan, yeni gelen çok olurdu. Öğrenciler çoktu haliyle. Giderlerken aileler ihtiyacı olana verirlerdi ya da hayır derneklerine. Ben de Türkiye'ye dönerken tabaklarımı, tepsilerimi(hele tepsilere ne çok sevindi), tencerelerimi, bardaklarımı bir arkadaşıma bıraktım. Nevresimlerim de yepyeni idi. Ama eşim sormaya bile utanmış! Şimdilerde Buğday derneği organik pazarlarda kıyafet takası yapıyor. Daha gitme fırsatım olmadı ama gidebilme fikri bile çok hoş! Bu arada sen taşın İstanbul'a, ben öğretirim dikişi sana. Bu örnek bezinden başlarız :)
Çok nostaljik bir post olmuş..
nasıl güzel geldi bilemezsin !!
Aynı yılları yaşadık..
O etamin çalışmalarım,
diktiğim önlük, Kenarları işlenmiş havlular, mutfak bezleri ve neler neler...
harika bir dersti.. Zaten kız okuluyduk bizim için fazla anlamlıydı..
gelecek yıllar adınada...
iyi kötü örer, işlerim, geleneksel yanım çok kuvvetli, çokseverim bu özelliğimizi, unutulmasın diye çok ama çok mucadele veriyorum..sandıklarında tek örtü bıraktırmadım arkadaşlarımın, çağa yenilmeyelim, bunlar bizim özümüz, ninelerimizin bize vasiyetleri derim...
LÜTFEN EMEKLERİ ÇİĞNEYEMEYELİM..
Çok sevegiler berceste..
seve seve takip ediyor, epeydir yorum bırakamıyordum..
ne iyi oldu :=)
Tasi Dilek'cigim, sormana ne gerek var?
Ben de dikis kursu isterim ama! :)
Very pretty! I wish I can sew too. But I don't have any talent in that area.
Teşekkürler Bir Dut Masalı. Ah o dediklerini de yaptırdılar bize evet! Üstelik meslek lisesi falan da değil, normal ortaokulda! Ne güzel hâlâ koruyabilmen, etrafındakileri sahip çıkmaya yönlendirmen. O dantelli çarşaflar belki hergün kullanılmaz ama içlerinde uyuyabilmek de ne büyük keyiftir. Sesini duyduğuma sevindim, beklerim, hep böyle güzel anılarla gel :)
İstediğin dikiş kursu olsun Evren. Başımın üzerinde yerin var :) Ayrıca kimin kime kurs vereceği de hiç belli olmaz. Senin fasulye dolu şöför amca çok şekerdi. Şimdilerde ne yapar, ne eder? Kamyonu kullanıyor mu hâlâ? :)
Thank you Malay - Kadrazan Girl. You can do. It is so easy. I made this one when I was 12 - 13 years old. It means 30 years ago :)
Yorum Gönder