24 Mayıs 2011
Sansüre HAYIR
80'li yıllarda babam gazeteci ve haber merkezi müdürü idi. O dönemde ne olur, ne biter bizim evde de bilinirdi. İkinci haber merkezi sanki bizim evdi. Acil birşey olduğunda koşa koşa işe gider, elinde telsiz gezerdi. O dönem cep telefonlarının hayali bile zordu çünkü, ancak telefon ve telsiz ile haberleşilebilirdi. Fax cihazı, telex denilen yazılı şerit okuyucuları görmek bile çok ama çok büyük nimet idi. Ben görebildiğim için kendimi ayrıcalıklı sayardım.
O dönemin medya patronları da, bugünkülerle kıyaslayınca dürüst, doğru insanlardı. Pek kolay kolay herkese de pabuç bırakmazlardı. Neyse savundukları, sonuna dek arkasındaydılar. Canları pahasına olsa bile. Belki bunu çalışanlarının doğru, dürüst, kendilerine bağlı insanlar olmasına borçluydular, belki de helal süt emmişliklerine bilemiyorum. Yalnız şunu biliyorum, bugün o çok eleştirilen Sıkı Yönetim'in, Sıkı Yönetim olduğu dönemlerde bile daha özgür, daha bilinçli, daha dürüst yayımcılık anlayışı vardı.
Sonra bir Özal furyası çıktı, onunla birlikte, desteklediği ismi lazım değil bir gazete başka bir ilden İstanbul'a taşındı. Onunla birlikte Basın sektöründe hiç duyulmamış, hiç görülmemiş iğrençlikler dönemi de başladı. Onunla birlikte karalamalar, kampanyalar, asilikler, sınır tanımazlıkları öğrendi ülkem. Bu bahsettiğim gazete, ilk kurşunu kendi meslek kuruluşuna, cemiyetine attı. Emekli gazetecilerin, maaşları ile bellerini doğrultamayan gazetecilerin umut kaynağı olan, bağlı bulundukları ilin Gazeteciler Cemiyeti tarafından bastırılıp, Bayram'da çalışan gazetecilere ek ücret verdiği, Bayram Gazetesini, varolan yasal haklara rağmen yok etti. Bize ne, bizim de gazetemiz var, kurala uymayız ve basacağız dediler. Alkışlayanlar da oldu, üzülenler de, ah edenler de. Ama sonra ah alanlar yok olmaya mahkum kaldılar. O yöneticiler bir bir basın sektöründen gittiler. Pislikleri, yaptıkları geriye sonradan mantar gibi türeyen benzerlerine misal ve miras kaldı. Zamanında en özverili çalışan gazeteciler de mesleklerine, bu tarz çalışan işverenlere küsüp teker teker köşelerine çekilmeye başladılar. Nezih Demirkent gibi, duayenler tek tek o küsen gazetecileri saklandıkları köşelerinden çıkartıp mücadele ettiler ama onlara da çok yaşam hakkı tanınmadı. Onlardan geriye sadece onları hatırlayanlar ve güzel hatıralar kaldı.
Bu arada bizler de uzunca bir süre, farklı gazeteleri, farklı televizyon kanallarını okuyup, haberin doğrusunu yakalayabildik. Üç farklı ya da iki farklı görüşte olandan oku, haberin doğrusunu bul formülüyle de bugüne geldik. Geldik gelmesine de, takıldık kaldık. Artık öyle bir tek yönlülük, öyle bir dokunulmazlık, dokunulursa caydırıcı önlemler var ki, Padişah dönemi bile günümüz döneminin yanında hiç kalır. Ben bile bu satırları yazarken, acaba tutuklanır mıyım, olmadık bir damgayı boşu boşuna yer miyim, olmadık kasetlerim montaj yoluyla ortalıkta dolaşır mı, evimde bana ait olmayan yasa dışı birşey çıkar mı ya da çantama olmadık birileri tarafından olmadık birşey konulur mu endişesi bile taşımaya başladım. Ah telefonları da unutmayalım elbet, tık dese hat, hımm acaba mı diye şakalaşır olduk, her şakada bir gerçek payı vardır diye düşünerek... Erken öten horozu keserler deyimi kulaklarımda çınlar oldu.
Televizyon seyretmez, gazete okumaz oldum. Yeni medya kaynağım arkadaşlarım ve onların süzgecinden geçenler olmaya başladı. İki ya da üç gazete oku, ona göre karar ver formülüm, iki ya da üç arkadaşım ne tepki vermiş, ona bak ve daha az sinirlen şekline dönüştü. Habere ve haber merkezlerinin eline doğmuş ben, haberden nefret eder oldum.
Ancak evde televizyon seyreden birisi var, Annem! Eski alışkanlıklarından vazgeçirmek zor 70'li yıllarını yaşayanları...
Geçenlerde, kanal değiştirirken, bir kanalda ne oluyor diye durdurdum onu. Evin böcüğü de uyuyordu o sırada ama saat onun uyku saati değildi, sadece yorgunluktan o günlük uykuya yenik düşmüştü. Yani yanımızda olması gayet olası bir saat! Neyse durduğumuz kanalda, böyle bir görüntünün var olacağını hiç ummadığım bir kanalda, dansöz! Ama nasıl bir dansöz... Kıyafeti, dansı... Karşısındaki beyi oyuna getirmeye çalışıyormuş anladığım kadarıyla... Dizi, yabancı kaynaklı. Ağzım bir karış açık, şaşkın seyrederken, mazbut bir aile çıktı ardından gelen sahnede. O ailenin oğlunun önünde dans ediyormuş dansöz herhalde! Aile kapalı, kendi halinde, kendi içerisinde mutlu... Ailenin de bir kızı var... Misafir gelen küçük kızla aralarında geçen konuşma:
- Haydi gel dışarı çıkalım.
- Olmaz!
- Neden?
- Biliyorsun ben başımı örtmeden dışarı çıkmama izin vermiyorlar.
- Sen de örtüver, ne olacak ki!
- Ölsem de örtmem.
- Ne var yani, ben şimdiden sabırsızlanıyorum ve bana çok güzel örtüler hediye ediliyor, hele içlerinde altın sırmalı bir tane var ki, ona bayılıyorum ve takmak için ölüyorum. Şimdiden ayna karşısında deniyorum. Çok güzel çok...
- Tamam da ben istemiyorum...
........
Konuşma böyle sürüp giderken böcük uyandı, ben bu ne pehriz bu ne lahana turşusu diyerek televizyonun karşısından kalktım.
Şimdi hani bizim böcüklerimizi koruyacaklar ya, internette nereye girip çıktığımızın çetelesi tutulup da girilmesini ''kendilerinin istemediği'' sitelere girişler engellenecek ya...
Peki diğerleri ne olacak? Haydi oldu diyelim(Allah korusun!) hep tek tip görüş ne olacak? Sosyalistlik mi bu(hani hep kendi dediklerini sunarlar ya), faşitlik mi? Hem bu sansür neden bu sadece internet için?
Ben, ne o dansözü birisinin duyguları ile oynarken olmadık vaziyette açık saçık karşımda görmek istiyorum, ne de kızımın dini seçimlerini televizyondan öğrenmesini, yapmasını! Seçimlerini, kendi aile ilkelerimiz doğrultusunda yapmasını istiyorum. Başörtüsünü televizyon kanalındaki kız söylemez, söyleyemez ona. Söylememeli. Allah'a giden yolu ilk bizden duymalı. Hayata dair temel bilgileri bizden almalı, dünyadaki tüm dinleri tanımalı ve kararlar kendi kararı olmalı, beyni yıkanmamalı.
Biz temellerimizi ne kadar sağlam atarsak, o kadar doğru insan olacağına inanıyoruz ve ister internette, ister hayatta ona ne öğreteceğimizi de başkalarının bize öğretmesini, o sınırları çizmesini istemiyoruz.
Çağımızın teknolojik varlıklarını da kullanmayı biliyoruz. Çok şükür cahil de, salak da değiliz.
Bilgisayara girdiği zaman, kendisine ait bir hesabı var böcüğümüzün. Orada yapabileceği şeyler belli, biz onu korumayı biliyoruz yani, başkasına ihtiyacımız yok! Daha iki yaşında ama benden iyi biliyor hangi dosyayı açacağını, hangisinde kendisi ile ilgili şeyler olduğunu. Oturup fotoğraflarına bakabiliyor ya da filmler seyredebiliyor. Bu kadar bilgisayarın içinde olmasını da istemiyoruz zaten, koşmalı, oynamalı, kuş sesini dinlemeli, çiçekleri tanımalı, hayvanları sevmeli, bunu her yaşta yapmalı üstelik. Bilgisayardan uzak tutmak için de çözümlerimiz var kendi içimizde, ona da gelip bakacaklar mı? Çocuğum kaç saat neyin başında, kaç kedi kovaladı, kaç sokak köpeğini uygunsuz halde gördü, onu belirleyip, ölçecekler mi? Kızıma ait kaç e-posta adresi, web sitesi, sosyal medya hesabı var soracaklar mı? Böyle mi gidecek, sürecek bu işler?
Başka ülkelerde de denetimler var, ama böyle sadece bireye sınırlama getirilerek mi yapılıyor? Sansür mü konuyor? Sorunu çözme odaklı olacağı yerde, bireye mi yükleniyorlar? Kanunları, varolana göre koyuyorlar, hayali olarak varolacağını düşündüklerine göre değil!
Ben duvarlarla, tellerle, korkularla, tehditlerle çevrili bir hayat istemiyorum ne kendimiz için, ne de çocuğum için. Hani daha önce de demiştim ya, çocuğumu kendi kendime yetiştirme hakkım var benim!
Adında ''Cumhuriyet'' geçen ülkenin ''Cumhur'' 'unun her bir ferdinin sözünün dinlendiği, sen de kimsin denmediği, halkını Atatürk gibi en gencinden, en yaşlısına fark gözetmeden, din, dil, ırk ayrımı gözetmeden dinleyen yöneticilerin varolduğu bir ülkede yaşamak istiyorum. Dinimi yorumlayanın değil, onu bana gönderenin kitabından öğrenmek istiyorum. Öyle ki, ben yadellerde hergün bu ülkenin varlığını haykırdım ve döndüm ülkeme. Çocuğumun yarın bana neden anne, niye bunu yaptın anne demesi yerine, iyi ki buradayız ve ben çok mutluyum demesini istiyorum.
Ben özgürce yaşama hakkımı kullanmak istiyorum ve SANSÜR İSTEMİYORUM!
Lütfen duyun benim ve milyonların sesini...
Ek 1: Buyrun bu yazıyı okuyun. Üstelik daha şimdiden bunlar olurken, kanun yürürlüğe girdikten sonrasını düşünmek bile istemiyorum! Ben, belki bak bu çok kötü evladım, hatta iğrenç, uyuşturucu insanı bu hale getiriyor demek için o siteden birşey göstereceğim ve bir daha asla girip bakmayacağım, kime ne? Tuvalet kağıdında mantar yetiştirmeye dair bir yazım vardı, sadece bir canlı yetiştirme adına, bilim adına ne yapılabiliri göstermek için yayımladığım. Bol bol sihirli mantar arayanlar okuyordu, eşim de takılıyordu, başına bela olacak bu yazı diye, şimdi bela olamaz, nasılsa bu mantıkla sansürlenecek!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
Sadece bunlar mı kötü... İlköğretim, lise, üniversiteler berbat. Yüksek öğrenim şaka gibi. Dünyanın diğer ülkelerinde geçerli sayılmasına şaşırıyorum. En iyi devlet okullarında okudum, ilkokul ve lise askeriyeden halliceydi. Sadece 5. sınıfı Amerika'da okudum ve o bir yıl içinde öğrendiklerim kadar farklı konulara yayılmış bilgiyi buradaki eğitim hayatım boyunca almadım. Üniversitedeyken 15 günlük yaz kursuna Avrupa'ya gittim, 4 senelik üniversite hayatımdan daha değerliydi. Gözlemlerime göre eğitim gittikçe daha da kötüye gidiyor, daha doğrusu dünya ilerlerken yerinde sayıyor. Çocuğum olsa okula istemeye istemeye gönderirdim herhalde. Ben çok ümidimi kaybettim bu ülkede tatminkar, huzurlu bir hayat yaşamak konusunda. Hep bir cebelleşme, çamura saplanma hali. İnternet adamakıllı kısıtlanınca en azından dışarıya bakıp bakıp kıyas yapmamız, sorgulamamız son bulur, kendi küçük akvaryumunda yüzen, okyanusu hiç göremeyen balıklar oluruz belki.
Sana çok güzel ve uzun bir yorum yazdım durumu betimleyici,yazına katılan ama bu blogger, ağustos girmeden sanırım filtrelenmeye başladı,yorumumu sildi, eline geçtiğini sanmıyorum,geçtiyse lütfen yayımla ama benim yazımda da geçen gün partiyle ilgili yazdıklarım silinmişti durup dururken.En iyi örnek bu oldu diyebilirim sana.
Daha uzun cevap vereceğim ama ilk yorumun gelmedi bana Asortik Krep'im. Bilemiyorum nereye kayboldu????
Iyi bir baslangic
Alis'e guldum.Turkiye'de egitimini almis;Amerikada cocuklari okula giden bir egitmen olarak yorumu ancak bir bati hayranligi olarak algiladim.Yazik!
Fikret
Alis'ciğim, eğitim sistemi konusundaki eleştirilerini de tartışalım elbet ama konumuz sansür :) Bu konuda son cümlene kesinlikle katılıyorum! Şu sıralarda yürüyüp giden eğitim sistemini bizim böcükle öğreneceğiz sanırım. Ama ben kendi adıma, kendim için, okuduğum okullardan memnundum ve ne başardıysam, onların bana kazandırdığı alt yapıya inşaa ettiklerimle kazandığımı düşünüyorum. Benim zamanımda yurtdışına çıkmak çoooook pahallı birşeydi. O sebeple senin yaşadığın deneyimleri yaşamadım ama İngiltere'ye gidip de oradaki hayatı görünce, kendi eğitim sistemimize ve bana kazandırdıklarına şükrettim. Ayrıca orada bir dizi yayımlandı. Victoria dönemi eğitim sistemi ile ve şu andaki eğitim sistemleri ile kıyaslama yaptılar. İki deney grubu oluşturdular. Victoria dönemi, biraz bizim sistem gibi idi. Daha katı, daha kuralcı... Yanlışları da vardı elbet, dayak gibi :(((( Ama sonunda sınavlarda başarılı olan Victoria dönemi okulu oldu! Dolayısı ile bizim okullarımızın dünyadaki okullardan iyi olduğuna inananlardandım. Taaaa ki, sistemi değiştirip, yurtdışından kopyalamalar başlayana, beynini kullanmayan ot adamların yetiştiğini görene dek! Her ülkenin kendi alt yapısı, kültürü, değerleri var. Dolayısı ile her birine uygun sistem kurulmalı. Birisinin gömleği zorla diğerine giydirilmemeli. Senin gözlemlerine gelince de... Sen eğer o askeriyeden hallice eğitimi almasaydın, gittiğin yerlerde aynı algılama düzeyinde olabilecek miydin ve teorikle pratiği bu kadar kolay birleştirebilecek miydin bunları düşünmek gerek. Şu var, yurtdışında ellerinin altında çok pratik çözümler ve görsel altyapı var. Onlar bizde de olsa, Archimedes'ten farkımız kalmazdı, oynatırdık dünyayı yerinden ki, Türkiye'de eğitim alıp, bunu yurtdışında pekiştiren çok örnek var. Oktay Sinanoğlu'nun bu konularda yazdıkları çok güzel, okumanı öneririm. Sana komik bir gözlem notu daha bu konuda. Bir arkadaşımın eşi moleküler biyolog İngiltere'de. İlaç, DNA moleküllerini dizayn ediyor. Çok meşakkatli bir eğitimden geçmiş. Ama iş bulamıyor ve oğlumu tesisatçı yapacağım deyip duruyor. Nihayetinde bir eve en basit iş için tesisatçı çağırmak 35 pounddan başlıyor! Yapılan işe göre bir günde 350 pound bile alabiliyor bir tesisatçı! Aylık kazancı moleküler biyologdan daha fazla! E o zaman niye okusun ki diyor! O yüzden sen de aynı düşünceyle bakabilirsin ;-) Sonsuz sevgiler...
Asortik Krep'im, yazdıkların ekte verdiğim linkte yazılanları doğruluyor bu şartlar altında. Bu durum çok canımı sıkıyor çok!
Adsız, keşke adını bilip, o şekilde hitap edebilseydim. İyi bir başlangıç derken hangi noktayı kastettin?
Fikret bey/hanım(bilemedim nasıl hitap etmeliyim), eleştirirken hangi noktaları onaylamadığınızı sebepleri ile öğrenebilirsek, durumu daha netleştireceğimizi ve karşılıklı diyalog kurulabileceğini düşünüyorum. Sadece eleştiri çözüme götürmüyor zira hepimizi ve ülkemizin de en büyük sorunu bu kanımca!
Fikret - Çocuklarınız iyi bir okula gidiyorlarsa oldukça şanslılarmış. Evet, burada çocuklar daha erken yaşta daha zor matematik problemleri çözüyorlar, oyun, sanat, spor gibi "zaman kaybı" uğraşlarla daha az vakit harcıyorlar. Ben çocukken ikisini de yaşadım. Çocuklarınızı oradaki okullarından alıp buraya verdiğinizde neler yaşayacaklarını, neler hissedeceklerini bizzat kendim tecrübe ettim. Çoraplarının fırfırı, gömleklerinin tonuyla bozmuş, her çocuğun herşeyi aynı anda aynı anlatımla anlamaları gerektiğine inanan eğitimcilerle bol bol muhatap oldum. Daha serbest ve farklı dallara eşit şekilde dağılmış bir eğitim sisteminin, farklı yeteneklere sahip çocuklar için daha mutlu olacakları hayatlara kapı açacağını düşünüyorum. Amerika'daki o bir yılda marangozluk atölyesinde akranlarıma göre daha başarılı olmam ile bugün mesleğine tutkun bir ürün tasarımcısı olmam arasında bir bağlantı vardı bence. Bu ilgim ve becerim tek bir yıl değil de bütün eğitim hayatım boyunca beslense bu benim geleceğim için daha iyi olmaz mıydı sizce? Bence başarı her akıllı çocuğun doktor veya mühendis olması değil, kendilerine uygun alanlara doğru şekilde yönlendirilip ömür boyu mutlu olabilmeleridir. Başarının ölçütü sınavlar da değildir bana göre. Kişinin yapmaktan mutluluk duyacağı işte üretken olabilmesidir. Bu tamircilik de olabilir, genetik mühendisliği de. Her ülkede, üstteki yorumumda bahsettiğim ülkelerde de çok olumsuz şeyler var tabii ki. Amerika'ya da, İngiltere'ye de, Zambiya'ya da hayranlık duyduğum konular var, hoşlanmadığım yönleri de var. Ben sadece bir zamanlar iki farklı deneyimi de yaşamış bir çocuğun gözünden yazdım yorumumu.
Berceste - Sansür konusunu eğitimle bulandırdığım için özür dilerim. 17-18 yıllık bir eğitimden taze çıkmış biri olarak okulda öğrenemediğim şeyleri internetten kaynak tarayarak, videolar izleyerek, okuyarak öğrenmeye çalıştığımdan benim için internetin filtrelenmesi vizyonumun, elimin altındaki kaynakların kısıtlanması anlamına geliyor. O yüzden iki konuyu birbirinden ayrı değerlendiremiyorum :)
Bunu baştan söylesene Alis! Kesinlikle araştırmaları internet üzerinden yapma ve kaynaklara ulaşma konusunda haklısın ve kesinlikle sana katılıyorum! Yalnız eğitim dışında da yaşamda kargadan başka kuş tanımam diyenlerin yoğunluğundan ben de şikayetçiyim ve bunun da sebebi dediğin şeyler, bakış açısının darlığı, çok fazla tutucu olmak, maddi olanaklarını gezip öğrenmeye değil de, eve, perdeye, çula çaputa yatırmak olabilir. Uzun bir tartışma konusu bu. İngiltere'de insanlar içinde yaşadıkları eve çok büyük paralar harcamazlarken, dünyayı gezmek, öğrenmek, öğrendiklerini uygulamak onlar için yaşam felsefesi idi. Bahçe ile uğraşmak hayatlarının bir parçası idi. Oysa bizde öyle mi? Ne kitap okuruz, ne gezeriz, varsa yoksa en güzel bizim evimiz olmalı diye tuttururuz. Akan sular durur evin içini güzelleştir, çöpleri dışarı atar, balkonlarımızı bilumum evin atık eşyası ile şenlendiririz :( Gene de, ben bugünle kıyas yapamadan, zamanımın eğitiminin değerli olduğunu düşünüyorum... Şimdilerde ise herşey değişti, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ndeki dahili ve harici bedhahlarla dolu hale geldi! Nasıl silkelenip kurtulacağız bilmem, insanlar damarlarındaki kanı bile inkâr ederlerken!
Yorum Gönder