
Hani Türkiye'de sokaklarda kediler, köpekler fink atar ya, İngiltere'de bu yasak!
Sahipsiz ev hayvanlarına bu hak yok, ama doğada kendiliğinden varolanların da özgürlüğüne hak çok. Kedi köpek yerine orada bol bol sincap, kuğu, Kanada kazı, ördek ve hatta tilki görmeniz mümkün. Evinizin arka bahçesinin tilkilerin uğrak yerine dönüşmesi gayet olağan bir durum. Sivri sinekleri sakın öldürmeyin ve doğal hayatın dengelerini bozmayın. Sabah bir kirpi paspasınızın üzerinde oturuyor olsun. Bunlar hep hayatın parçaları orada.
Benim sevdiğim elbette sincaplar. Onları takip etmişliğim,
aile şeklinde çatılarda yakalamışlığım, haklarında yazı yazmışlığım, bol bol da fıstık yedirmişliğim var. Elimden alıp kaçmalarına tek gözleri üzerimde o fıstığı kemirmelerine, sonra gelip yenisini almalarına bayılıyorum!

Ama tüm bunları ben rahat rahat yaşarken, hiç de böyle mutlu mesut fıstığa yaklaşamayan insanlar olduğunu da ilk defa İngiltere'de öğrendim. Kaynağı belli olmayan bir sebeple fıstığı değil yemek, yakınında bulunmak bile bazı insanlarda ölüme sebebiyet verebiliyor. Aniden boğazlarında şişme oluyor ve boğuluyorlar. Sadece kokusu ya da sadece dokunmak bile yetiyor. İşte bunu duyduğumda şok oldum. Küçücük çocuklardan tutun, kocaman insanlara kadar bu alerji ile yaşamak zorunda olanlar, hatta her an ölüm tehlikesini bıçak sırtı gibi tepelerinde hissedenler var. Çünkü onlar için yedikleri bir yiyeceğin ya da tuttukları nesnenin fıstığın yakınından, uzağından bir yerlerden geçmiş olması bile yetiyor ve ne olduğunu kimsecikler bilemeden, anlayamadan ölüp gidiyor.
Böyle bir anıyı Ankara'da doğup, Avusturalya'da büyüyen, sonra da bir İngiliz ile evlenip Cambridge'e yerleşen arkadaşımdan dinledim. Eltisi ve arkadaşları ile oturmuş çay sohbeti yaparlarken, arkadaşlarından birinin çocuğu nefes alamamaya başlamış, yerden yere atıyormuş kendisini ve annesi doktormuş. Kadıncağız hızla çantasına koşup, çocuğa iğne yapmış ve ardından hastaneye koşmuşlar.
Meğerse çocukta cok ciddi fıstık alerjisi varmış. Bunu yakınlarındaki herkes bildiğinden gittiği eve, yakınına fıstık yaklaştırmazmış ve ev sahibi de dikkatle fıstık bulaşmış olabilecek herşeyi yok ettiğini sanıyormuş. Ama daha önce fıstık ezmesi yenen ve yıkanan, evet yanlış okumadınız yıkanmış olan, tabak çocuğun yakınlarına gittiğinde, zavallıcık bu hale gelmiş. Alerjinin boyutu o kadar ciddiymiş ki, yıkanmış olması bile para etmiyormuş! Anne ve babası doktor olduğu için çocuk bu yaşa kadar hayatta kalabilmiş. Yoksa çoktan kaybederlermiş. Anında müdahale edilmesi gerekiyormuş çünkü. Bunu bana anlatan arkadaşım hala olayın şokunda idi. Bir çocuğun olsun ve boşa bir sebep gibi görünecek küçücük birşey yüzünden gözünün önünde bu hale gelsin. Korkunç!
Bir başka örnek de aşağıdaki fotoğrafta saklı. Hatta fotoğraflara bakarken haydi artık şu yazıyı yaz dedirteni bu.
Nothing Hill'i gezmiş dönerken bir binanın kapısında gördük kendisini. Önce hatıra panosunu farkettik. O binada
Pam Mc Donald yaşamış(kim ola ki dedik ilk), kendisi çalışan sınıf için pek çok hak sağlamış ve çocuklar için daha fazla oyun alanı, daha fazla kreş olanağı tanımış diyordu kısaca yazıda ve altta da bir çocuğumuzun çok ciddi fıstık alerjisi var, o yüzden kesinlikle buraya fıstık bırakmayın uyarısı ve merkez müdürü imzası vardı. Muhtemelen bir kreş binasının yan kapısının önünden geçmişiz. O zaman anladık ki, masumca bir sincaba birakılacak yem, birisinin hayatına mal olabilir!

Diğer yandan, böyle birşeyin ne zaman karşımıza çıkacağını da bilemiyoruz. Çünkü bu alerji denen musubet, hiç olmadık bir yaşta karşımıza çıkabiliyor. Sebepleri de açık açık belli olmuyor ve her nedense İngiltere'de, Türkiye'de görmediğimden çok çok daha fazla insan bununla yaşamak zorunda.
Alerji sınıfına sokabilir miyiz bilmiyoruma ama alerjik olan türü de bulunan astımın bir sebebini nemli havaya, evlerde yerlerin hatta banyoların bile halı kaplı bol mite'lı olmasına, nemli havada üreyen mantarlara bağlayabiliyorlar.
Bizim küçümen ilk doğduğunda doktorumuzla uzun uzun her iki ülke koşullarını da konuşmuştuk. O zaman mümkün olduğunca halı kaplı evlerden uzak durun diye uyarmıştı bizi.
Sonralarda da biberonları sterilize etmeyi artık durdur diye. Çok steril ortamlarda büyüyen çocuklarda alerjilerin, astımın daha sık görüldüğünü belirtmişti ki, 20'li yaşlarda ne olduğu bilinmeyen bir sebeple kıvranan, kanser teshisi bile konulan, ama aslında 40'lı yaşlarına geldiğinde sebebinin Çölyak(tahıllardaki glutene karşı alerji) olduğunu kendisi bulan kuzenimin yolladığı
bu yazı da durumu doğruluyor. Herşeyin esası bağışıklık sistemine dayanıyor.
Bağışıklık sistemi ne kadar güçlü, çocuk o kadar kuvvetli. O yüzden daha minicikken bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmemiz gerekiyor. Öyle pamuklar içinde sarıp sarmalanan bebeklerin sonrası çok iyi gelmiyor. Bunun dışında yediğimize, içtiğimize de çok dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü bilmeden yiyip içtiğimiz, bize haz veren o muhteşem lezzetler, diğer yandan bizim gizli düşmanlarımız. İçin için onlar da bizi yiyip bitiriyor. Lapis Lazuli bu konuda çok güzel
bir yazı yazmış. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Hızla yaşadığımız, hayatımızda az bulduğumuz hazlara bile dikkat etmemiz gereken günlere geldik. Öyle anneannelerimizin, babaannelerimizin mis gibi reçelleri, nefis yiyecekleri yok artık. Onlar zamanında halis muhlis olanları ile yetişmişler. Ama bizim aldığımız en saf olduğunu sandığımız yiyeceğin, içeceğin hatta giyim eşyalarımızın içinde bile olmadık şeyler saklı.
Bizler zamanında iyiyi biraz olsun tadabildik, domatesin kokusunu, tadını biliyoruz ama ya çocuklarımız, onları tüm bunlardan nasıl koruyacağız? Bağışıklık sistemimizi nasıl güçlendireceğiz? Bol bol okuyup öğrenerek, glikoz şurubudur, soyadır, soya lesitinidir(çikolata onsuz olmuyor ne yazık ki), mısırdır gibi yiyeceklerden uzak duracağız. Bir de elimize bir büyüteç alıp
etiket hafiyeliği yapacağız! Başka yolu yok bu işin.