Hani eskiler tevellüt(TDK'ya göre insanın doğduğu zaman) sene 19.. diye başlarlar ya lafa, benim İngiltere'yi ilk görüşüm de turist olarak 1996'ya dayanıyor. O zamanlar bir Kurban Bayramı tatilinde kuzenimin kayınvalidesini ziyarete gitmiştik. Benim ilk yurtdışı gezimdi. Korkunç keyif almıştım.
Benim için, isteğime göre özel rotalar çizilmişti. İlginç yerler görmüştüm. Yeşillikler arasında dolaşan geyiklere, her su başında biten yeşil başlı (gövel) ördeklere ve kuğulara daha adını bilmediğim bir sürü kuş türüne, Romalılar'dan kalan üç beş eserin koca bir müzeye dönüştürülüşüne hayretler içinde kalmıştım.
İki nahoş anım da vardı. Biri Londra'da China Town'da insanları rahatsız etmemek için çok dikkat ettiğim halde, nedendir bilinmez adamın tekinin ''bam'' diye şemsiyeme vurması, diğeri de arabamız kırmızı ışıkta beklerken, ne tatlı diye baktığım zenci bebeğin annesinin araba camına ne bakıyorsun gibilerinden vuruşu! Kaba da olsa annenin endişesini anlayabiliyorum da, hala o adam niye şemsiyeme vurdu çözemiyorum. Aslında İngiltere'de her şehirde ama özellikle Londra'da çok oluyor böyle şeyler. Şehrin yoğunluğuyla, hoşgörüsüzlük içine işleyen insanlardan mı, yapılmaması gerekenleri böylelikle öğrettiklerini sanmalarından mı, kendilerini savunmaya bu kadar alışmalarından mı, yoksa karşılarındakileri horgörmekten mi bilmem. Aslında genelde İstanbul insanımızdan daha hoşgörülüler ama saçmaladılar mı da kuvvetli saçmalıyorlar böyle!
Geçen sene bize misafir gelen eşimin arkadaşı da Tube'de (bilenler bilir ama ben gene de hatırlatayım, Londra Metrosu'na Tube diyorlar oralılar) vagonun içinde ayağının bir kısmını koridorda bırakmış; herhalde yorgunluktan farkında olmadan. Baktım karşıdan hızla bir adam geliyor ve kasıtlı olarak vurup geçecek, kız da zaten hap kadar, adamın vurmasıyla uçacak, düşecek son dakikada bacağını içe çekiverdim. Kızcağız anlamadı ne olduğunu ama adam hin hin bakarak hışımla geçti yanımızdan... Buket Uzuner'in kitabında okuduğum New York metrosu cinayetleri ile kıyaslanırsa bunlar çok masum şeyler elbet!
Neyse esas anlatacaklarım bunlar değil elbet. Gözünüz sakın korkmasın. Baştan uyarmak istedim, böyle şeyler sokaklarda ama özellikle de Tube ve DLR'da yaşanabiliyor. Dikkati ve soğukkanlılığı elden bırakmayın. Dilerim hep iyi insanlarla karşılaşın. Dünyanın neresinde olursanız olun...
Nereden nereye götürdü hatıralarım beni. Ben aslında size DLR'ı anlatmak istiyordum, bütün neş'emle. DLR'ın açılımı ''Docklands Light Railway'' yani Thames nehri kenarındaki eskiden minik limancıkların bulunduğu bölgeye ulaşım yolu.
Benim için, isteğime göre özel rotalar çizilmişti. İlginç yerler görmüştüm. Yeşillikler arasında dolaşan geyiklere, her su başında biten yeşil başlı (gövel) ördeklere ve kuğulara daha adını bilmediğim bir sürü kuş türüne, Romalılar'dan kalan üç beş eserin koca bir müzeye dönüştürülüşüne hayretler içinde kalmıştım.
İki nahoş anım da vardı. Biri Londra'da China Town'da insanları rahatsız etmemek için çok dikkat ettiğim halde, nedendir bilinmez adamın tekinin ''bam'' diye şemsiyeme vurması, diğeri de arabamız kırmızı ışıkta beklerken, ne tatlı diye baktığım zenci bebeğin annesinin araba camına ne bakıyorsun gibilerinden vuruşu! Kaba da olsa annenin endişesini anlayabiliyorum da, hala o adam niye şemsiyeme vurdu çözemiyorum. Aslında İngiltere'de her şehirde ama özellikle Londra'da çok oluyor böyle şeyler. Şehrin yoğunluğuyla, hoşgörüsüzlük içine işleyen insanlardan mı, yapılmaması gerekenleri böylelikle öğrettiklerini sanmalarından mı, kendilerini savunmaya bu kadar alışmalarından mı, yoksa karşılarındakileri horgörmekten mi bilmem. Aslında genelde İstanbul insanımızdan daha hoşgörülüler ama saçmaladılar mı da kuvvetli saçmalıyorlar böyle!
Geçen sene bize misafir gelen eşimin arkadaşı da Tube'de (bilenler bilir ama ben gene de hatırlatayım, Londra Metrosu'na Tube diyorlar oralılar) vagonun içinde ayağının bir kısmını koridorda bırakmış; herhalde yorgunluktan farkında olmadan. Baktım karşıdan hızla bir adam geliyor ve kasıtlı olarak vurup geçecek, kız da zaten hap kadar, adamın vurmasıyla uçacak, düşecek son dakikada bacağını içe çekiverdim. Kızcağız anlamadı ne olduğunu ama adam hin hin bakarak hışımla geçti yanımızdan... Buket Uzuner'in kitabında okuduğum New York metrosu cinayetleri ile kıyaslanırsa bunlar çok masum şeyler elbet!
Neyse esas anlatacaklarım bunlar değil elbet. Gözünüz sakın korkmasın. Baştan uyarmak istedim, böyle şeyler sokaklarda ama özellikle de Tube ve DLR'da yaşanabiliyor. Dikkati ve soğukkanlılığı elden bırakmayın. Dilerim hep iyi insanlarla karşılaşın. Dünyanın neresinde olursanız olun...
Nereden nereye götürdü hatıralarım beni. Ben aslında size DLR'ı anlatmak istiyordum, bütün neş'emle. DLR'ın açılımı ''Docklands Light Railway'' yani Thames nehri kenarındaki eskiden minik limancıkların bulunduğu bölgeye ulaşım yolu.
Hani önümüzde 29 Ekim tatili var. Bayram tatilinde anlatamadım, belki bu tatili Londra'da değerlendirmek isteyenlere faydası olabilir. Mutlaka denensin diyebileceğim bir ulaşım aracı bu minik trencik. Hem de Londra'nın en yüksek binasına yani Canada Tower'a, Canary Wharf'a, Millenium Dome'a, Thames Barriers'ın bulunduğu alana, Greenwich'e gidilebilecek en iyi ulaşım aracı bence. Kuzenimin kayınvalidesi Greenwich'e gitmek istediğim için beni bu tren yolu ile tanıştırdı. Biz Tube ile Tower Hill'e gidip, oradan biraz yürüyerek DLR'a geçtik. Karanlık Tube dehlizlerinden çıkıp, gün yüzünde gideceğimiz bir tren olarak düşündüm onu. Evet gerçekten de öyle idi ama bana başka büyük bir sürprizi de oldu. Bu trenin makinisti ve onun bulunduğu bölüm yok bu trencikte!
Uzaktan kumanda ile yönetiliyor ve en öne rahatça kurulup oturabiliyorsunuz. Treni siz kullanıyormuşçasına rahat üstelik. En önde, heryeri göre göre, keyifle gidiyorsunuz. Elbet korkmayanlar için. Biz 5 koca çocuk, yaş ortalaması kuzenimin kayınvalidesi ve kayınpederi ile 50'lere çekilmiş halde, diğer çocuklarla yarıştık binerken ve en önü kaptık desem inanır mısınız? Canary Wharf'da trenden indik ve herkesin bilmediği, Thames'in altından yayalara açık olan tek tünelden, yürüyerek Greenwich'e geçtik. Kesinlikle bu rotayı, gitmek isteyenlere tavsiye ederim.
DLR'ın tarihçesine gelince, 1987 yılında açılmış. İlk olarak 11 tren ve 15 istasyon ile çalışmaya başlamış. Modern, hızlı ve güvenilir olarak tanımlanıyor. Günümüzde uzunluğu 31km'ye ulaşmış. İstasyon sayısı 38'e, tren sayısı da 94'e çıkmış. Yılda 64 milyon insanı taşımaktaymış ve rakamın 2009 yılı için 80 milyonu bulacağı tahmin ediliyormuş. Bu tren yolunun yıl yıl tarihçesini merak ediyorsanız buradan, Tube ile birlikte DLR haritasını buradan bulabilirsiniz. Hatta bu web sitelerini biraz karıştırırsanız, bulunduğunuz yerden, gitmek istediğiniz yere en kısa geçişi planlayabilir, Tube hakkında da daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Eğer turist olarak gelmişseniz, kesinlikle günlük yolculuk kartlarını(Day Travel Card) öneririm. Tek tek gideceğiniz yere bilet almaktan çok daha ucuza gelir. Gün içinde Tube ve otobüslere sonsuz sayıda binip, inebilirsiniz. Yok eğer yaşamaya gelmişseniz Oyster card almanız gerekir. Bununla, kaldığınız sürede gideceğiniz yere en uygun gelecek planı yapmak size kalmış. Haftalık, aylık, günlük ödemeler, tek tek bilet almaktan çok daha ucuza gelecektir. İyi araştırın ki öğrenme maliyetiniz(bu da öğrenene kadar ödediğimiz ücretler için eşimin bulduğu tabir) düşsün!
DLR'ın tarihçesine gelince, 1987 yılında açılmış. İlk olarak 11 tren ve 15 istasyon ile çalışmaya başlamış. Modern, hızlı ve güvenilir olarak tanımlanıyor. Günümüzde uzunluğu 31km'ye ulaşmış. İstasyon sayısı 38'e, tren sayısı da 94'e çıkmış. Yılda 64 milyon insanı taşımaktaymış ve rakamın 2009 yılı için 80 milyonu bulacağı tahmin ediliyormuş. Bu tren yolunun yıl yıl tarihçesini merak ediyorsanız buradan, Tube ile birlikte DLR haritasını buradan bulabilirsiniz. Hatta bu web sitelerini biraz karıştırırsanız, bulunduğunuz yerden, gitmek istediğiniz yere en kısa geçişi planlayabilir, Tube hakkında da daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Eğer turist olarak gelmişseniz, kesinlikle günlük yolculuk kartlarını(Day Travel Card) öneririm. Tek tek gideceğiniz yere bilet almaktan çok daha ucuza gelir. Gün içinde Tube ve otobüslere sonsuz sayıda binip, inebilirsiniz. Yok eğer yaşamaya gelmişseniz Oyster card almanız gerekir. Bununla, kaldığınız sürede gideceğiniz yere en uygun gelecek planı yapmak size kalmış. Haftalık, aylık, günlük ödemeler, tek tek bilet almaktan çok daha ucuza gelecektir. İyi araştırın ki öğrenme maliyetiniz(bu da öğrenene kadar ödediğimiz ücretler için eşimin bulduğu tabir) düşsün!
Londra'ya gelip DLR'ı deneyenlere keyifli yolculuklar dilerken, İstanbul'a Metrobüs gibi bol yakıt gideri olan, havayı kirleten, küresel ısınmayı arttıran bir çözüm bulan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden de birilerinin bu çözümü bizzat yerinde görmelerini diliyorum!
16 yorum:
Ah Dilekciğim ah.
Umarım günün birinde keyifle yaşayabilirim bu anlattılarını.
Okuyunca İngiltere'yi görme isteğim yine depreşti bak.
Ayrıca makinist olmayan trende en öne oturma cesaretinden dolayı da tebrik ediyorum.
Sevgilerimle...
Merhaba,
Guzel bir yazi olmus :)
Ama artik DLR Tower Gateaway 2009-Spring'e kadar kapali ne yazik ki...Canary Wharf tarafina gitmek isteyen olursa eger Bank'ten DLR almalarini tavsiye ederim...:)
Sevgiler
Gelince haber edersen, belki de beraber gideriz Burçin'ciğim :) Çok cesaret gerektirmiyor bu arada ama olur da fobisi olan birisi kaldıramaz diye söylemek istedim. Pek keyifli önde gitmek :) Sevgiler bizden...
Hoşgeldin Moleskine Notlar... Uyarı için teşekkürler. Haritada minik not olarak vardı. O yüzden özellikle kim nerede ise bakmasını önerdim. Özellikle Tube'de her dakika rota değiştirildiği için alıştım ben sanırım. Binerken bakmak gerekiyor o günkü durum ne! Belki birgün seninle de buluşuruz, kim bilir? Sevgiler bizden...
şehir hakkında epey püf noktalar aldık gidince garipsemeyeceğimiz:)
Bir daha yolum londraya dustugunde bende bu trene binmek gezmek istiyorum:))benide gotur berceste....:))
1995 yılında ilk yurtdışı gezim de ingiltere olmuştu turistik amaçlı, 13 gün kalmıştım boumeout da.. günübirlik lonra ya da gitmiştim. ülkenin düzenine ve yeşilliğe hayran olmuştum. yine fırsat çıksa gitmek isterim. sevgiyle..
Batılıların pratik çözümlerini ne yazık ki alamıyoruz. Bizim gençliğimizde elektrikle çalışan treleybüsler zamanla trafiği felç ettikleri için kaldırılmıştı. Şimdi toplu taşıma adına metrebüsleri koydular. Onlar gidip geliyor rahatça. Ya yolun iki tarafında sıkışan trafik ne olacak?
Biz de pratik çözümler çözümsüzlükleri de beraberinde getiriyor.
gercekten de birgün yolumuz oraya düserse bütün bu okuduklarimi hatirlayacagim herhalde, sürekli kulaklarin cinlayacak gibi bercestem! metrobüs konusunda okadar olumsuz olmamak lazim, sonucta olmasa da trafik rezalet, her bir kisi kendine özel arabasiyla isine gitmekten vazgecmedikce bu böyle olmaya devam edecek maalesef!
Sen Hint-Pakistan yemeklerinden sonra, garipsemezsin sanırım Aymen :) Oradaki insan davranışı da önemli çünkü. Kadın bilip, seni mutfağa yaklaştırmak istememiş :(
Olur Small Button Nose, hepberaber gezeriz :)
Aşağı yukarı aynı zamanlarda ilk defa gitmişiz demek ki Yalnızlar Kraliçesi. Ben de aynı izlenimlerle ayrılmıştım. Evlere bayılmıştım. Ama yaşayınca anladım ki, içi beni, dışı diğerlerini yakıyormuş! Gezmekle, yaşamak farklıymış... Sevgiler...
O troleybüs kabusunu ben de hayal meyal hatırlıyorum Akın amca. Boynuzları tellerden ayrılır, yeniden takılması için içinde insanlar ağaç edilirdi. Ama şehre değişik bir renk kattığını da söylemem gerek, görsel açıdan!
Bekleriz Rahşan'ım. O kadar Almanya'da kaldın, bir gelmedin yani :( Herkesin arabayla işe gitme sebebi rahat ulaşım aracı bulunamaması Rahşan. İki yaka arasında arabayla 1-2 saati bulan yolculuk, toplu taşıma araçları ile 4-5 saati bulabiliyor. İnsanlar da arabayla gitmekte buluyor çözümü. Otopark ayrı dert, ona ödenen ücretler ayrı dert. Ama yurtdışında buna çözüm üretiliyor. Örneğin Cambridge'de Park and Ride denilen bir sistem var. Şehir dışına kocaman bir otopark kurulmuş, oradan sık sık otobüsler kalkıyor ve makul bir ücrete. Köylerden şehre alış verişe gelenler arabalarını park edip, otobüsle alış verişe gidip dönüyorlar. Alış veriş merkezlerindeki otoparklar ise korkunç pahallı! Böylece şehiriçi trafiği haftasonu felç olmuyor. İnsanlar da zorlanmıyor. Metrobüse hiç akşam saati binmeyi denedin mi sen ya da kalabalığı gördün mü uzaktan? Kabus gibi. Evet çözümsüzlüktense bu kadarcık bir çözüme bile şükür demek lazım belki ama onun yerine raylı sistemi tercih ederdim. Çok vagonla istenen sayıda yolcu taşınabilir ve çevreye, ekonomiye zarar vermezdi. Bu benim kişisel görüşüm elbet!
Yeniden Merhaba,
Ben de bir dönem (8 ay kadar) İngiltere Northampton'da kaldım. İngilizleri dehşete düşerek izlediğimi hatırlıyorum. Siz harika anlatmışsınız herşeyi. İnanılmaz eğlenceli bir üslubunuz var, bayıldım:)
Trenleri de ne çok severim. Çok ama çok keyifli bir yazı olmuş. Yüreğinize sağlık arkadaşım.
Sevgiler...
Çok teşekkürler Uçan Martı'm. Ben de senin yazılarını keyifle okuyorum. Arada vişne likörü içmeye de geliyorum ;-) Blogger'ın yeni sistemi sağolsun, yorum bırakınca sonrasında yorum bırakanları da e-posta ile izlememi sağlıyor. Sevgiler bizden...
puntodan geldim size.o yazınızı beğendim.tideway'de 8 ay yaşadım ve
ingilizlerden hiç ama hiç hazzetmem.soğuk,kibirli,bizim
malatyalılar gibi kendini beğenmiş
adamlardır.ekonomik kriz sömürgeci
emperyallerden hesap soruyor sanki.
beter olsunlar.
dostlukla,
j
Seni okumaya devam edebilecegim icin seviniyorum, bir yandan diger konulara sinirlenirken...
Belki dedigin tren macerasini ilerde yasayabiliriz. Tren bana gore de en iyi secim.
Sevgiler,
Hoşgeldiniz Jivago. Ancak ben yazdıklarınıza katılamayacağım. Ne başka bir ülke insanlarının hepisi aynıdır diyebilirim. Ne de kendi ülkemin güzelim kentinin insanlarının hepisine birden kendini beğenmiş diyebilirim. Her zaman, dünyanın her yerinde bu tarz olaylarla karşılaşılabilir. Dileğim olmamasından yana... İyi ve iyimser günler dileği ile...
B5'ciğim, sorma halimizi. Bir blogların engellenmesi kalmıştı. O da oldu. Tamam suç unsuru birşey varsa birşeyler yapılsın ama masumlar da arada yanıyor :( Bu ağacın hasta dalını kesmek yerine, ağacı kesmek gibi birşey. Okuyup, bilgi aldığım pek çok Blogger yazarı arkadaşıma ulaşamamak çok acı :( İşin kötüsü, yemek yaparken, hastalanınca, canım çay içmek isteyince bile Blogger'daki arkadaşlarıma danışır olmuşum. Şimdi sağ kolum kesilmiş gibi.
Tren macerasını inşallah yaşarız. Zaten İngiltere'de yaşayıp, trensiz bir hayat mümkün değil :) Sevgiler...
türkiyeden bloggera artik girilmiyor, mahkeme karariyla yasaklanmis, hahaha degil mi, cok komik!!!
Rahşan sinirlenmiş! Gerçi hepimiz sinirlendik ama ne diyeyim... Bknz B5'e yazdığım cevap.
Yorum Gönder