02 Mart 2008

Çini - İznik Çinisi

Kendimi bildim bileli, mavi rengi severim. Belki su burcu olduğumdan, belki denize yakın büyüdüğümden... Sebebini bilmiyorum ama maviyi sevdiğimi biliyorum.

Mavinin en güzel tonlarını çinilerde görür, onu da çok severdim. Fayansı sevmem ama çini gözüme hep güzel görünmüştür. Desenleri, işçiliği...

İş için Mısır'a gönderildiğim zamanlarda, bir gün tatile denk geldim. Tatil için Türkiye'ye geri dönüp yeniden gitmek de masraflı olacağından, benim orada kalmam ve haftasonu tatilimin bir gününü orada geçirmem doğru bulundu. İyi, güzel de tek başıma ne yapacaktım, otel odasında raporlarımı yazacaktım. Pek iç karartıcı bir durumdu bu. Allah'tan orada bizimle birlikte çalışan acentadaki bir hanım imdadıma yetişti ve beni alıp Mohamed Ali müzesine götürdü. Genelde gezmek amaçlı gittiğim ülkelerde ne, nedir hep öğrenirim ama bu sefer o kadar çabuk oldu ki herşey, vakit bulamadım. O zamanlar, internete otel odalarında ücret mukabilinde girilebildiği için de araştıramadım. Gidiyoruz dediler, tamam masrafları cebimden olmak kaydıyla dedim ve gittim... Müze güzel, gayet hoş, değişik ama herşey pek bir tanıdık geldi. Birden İznik çinilerinin olduğu bir odaya girdik. Aaa buraya kadar gelmişler, bunları dünyada bir tek İznik'te üretiyorlar dedim, o kadarını bilmişim ancak... Dedim demesine ama neden buraya gelmişler diye, kendi kendime sormadan edemedim. Sonra bir baktım heryer tuğra, en son padişah resimlerini de görünce ''Aaaa bunlar Osmanlı padişahları'' demişim! Götürenler de benden cahil ya da işlerine gelmiyor açıklamak...

Sonradan öğrendim ki, Mohamed Ali Paşa, Osmanlı'nın Hidiv Paşası olmakta ve Mısır'ın idaresinden sorumlu tutulmaktaymış. Müze de onun evi. Bu kadar Osmanlı'ya ait eşyanın orada oluşunun sebebi de buymuş...

Yukarıdaki ilk iki fotoğraf eski makinamla çekilmiş ve taranmış olduğundan kalitelerinde sorun var ama bu anlattığım hikayenin kahramanı olan sahneleri simgelemekte. İlk fotoğraftaki meyve çanağının gümüşten yapılmış olduğunu, içine 50 kg evet yanlış okumadınız 50 kg meyve aldığını da belirtmem lazım. Daha detaylı bilgiyi Sevgi'ye danışabilirsiniz. Onun Mısır'a ait bilgilerinin benden çok çok daha iyi olduğu kesin!

2005 senesinde Londra'da Türklerin 1000 yılı sergisi açıldı. Muhteşem bir sergi idi. İnsanlar defalarca gittiler. 1 günde bitiremediler. Yaşlı, genç, pek çok insan orada idi. Bizler de...

Mısır'da yaşadığım olayın birkaç yıl sonrasında İznik çinileri bu sefer Londra'da idi. Aşağıda gördüğünüz fotoğraftaki çiniler Paris'ten, Louvre müzesinden gelmişti. Ayasofya'dan restorasyon için gittiği halde Fransızlar tarafından bize satıldı bunlar denip el koyulan çinilerden midir bilmem ama renkleri, çizimlerin güzelliği beni adeta büyüledi. Karşısından çekilemedim bir türlü... Türkiye'ye gittiğimde bu deseni bulup, nakış olarak işleme fikri doğdu kafamda. Aynı deseni bulamadım ama boncuklarla işlediğim nakışın fikir babası bu çinilerdir.

Yukarıdaki fotoğraftaki çini ise kartpostal olarak salonda şöminenin üzerinde devamlı karşımda...

Geçtiğimiz cuma günü Türk el işleri kursunda Ann'in özel isteği ile konumuz İznik çinileri idi. Ann, boncuk nakışı için çini desenini seçmişti. 2 dönemdir onu bitirmeye çalışıyor.

Konuyu araştırırken öyle şeyler öğrendim ki, hayran olduğum şeylere bir defa daha hayran oldum. Hatta hayranlık az kalır, aşık oldum!

Tarihte ilk Türk çinisi Göktürklerde (546 - 745) görülmüş. Tapınak döşemelerinde Türkler için kutsal renk olan sırlı mavi ile, hakanların saraylarını hayvan ve bitki figürleriyle süslemişler. Uygurlar'da çini görülmüş. İdikut ve Karahoçu kazılarında köşelerinde çeyrek rozetli, ortalarda tam rozetli gri mavi sırlı tuğla, tapınak tabanlarında aynı renkte kare tuğlalar bulunmuş. İlk Türk çinileri ''Kaşi'' olarak adlandırılmış.

Gazneliler, Karahanlılar, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları en son olarak da Osmanlı mimarisinde çiniler yapıları süslemiş.

Osmanlı İmparatorluğunun gerileme devrinde İznik çinileri için mali kaynak bulunamamış ve yapan atölyeler tek tek kapanmış. Böylece bir sanat da sona ermiş. Eski İznik çinilerinin paha biçilmez oluşu bu sebeptenmiş. Yokolan bu sanat tam 400 yıl sonra yeniden canlanmış. Sırları tam olarak çözülemese de eski çinilere çok yakın çiniler günümüzde de yapılmaktaymış. Ama domates kırmızısı ve patlıcan morunun sırrı hala çözülememiş. Bu tarz boyaların imalatında tümüyle doğal malzeme kullanılmakta olduğundan belki de bu malzemelerin kaynağı da tükenmiştir, kimbilir? Mavi renk kobalttan, kırmızılar ise demir oksitlerden elde edilmekteymiş.

Esas sır ise çininin yapımında kullanılan kuvars imiş. Kuvarsla imal edilen, kaplanan çini inanılmaz bir mucize gibi. Kuvars yarı değerli taşlar kategorisinde imiş ve en büyük özelliği strese karşı kullanılmasıymış. (Yapan ustaların sinirleri alınmış gibi çalışıyor olsalar gerek!)

İznik çinileri yüksek sıcaklıkta (900 santigrat derece) imal edildiği için ısı dayanımı oldukça yüksekmiş. Bundan başka çok iyi bir izolasyon maddesiymiş. Nemi iletmezmiş. Çini ile kaplı mekanlar kışın sıcak, yazın serin olurmuş. Radyoaktif elementlere karşı dirençliymiş. Işığı yansıtması gözleri rahatsız etmeyecek şekilde imiş. Mekanları daha geniş gösterirmiş. Bu sebeple klastrofobik dar, sıkıcı alanlar özellikle İznik çinileri ile kaplanırmış. Üzerinde bakterilerin yaşamasına izin vermezmiş. Tümüyle, her bir yapım aşaması tamamen el işçiliği gerektirdiği için yapımı zor malzemeler arasındaymış.

Bu bilgileri buradan okuduğumda İznik Çinisine olan hayranlığım bir kat daha arttı. Milattan sonra 500'lü yıllardan günümüze... İnanılmaz bir öykü.

Karo şeklinde kullanılan İznik çinilerinin yanısıra bir de mutfak eşyası olarak kullanılanları var. Bunlara da ''evani'' denilmekteymiş. Topkapı sarayında pek çok çinili bezeme görüldüğü halde evaniler pek görülememekteymiş. Ne olduklarını Allah bilir... İstanbul'da çıkan büyük yangınla yok oldukları düşünceler arasında.(haydi biz de iyimser olalım ve böyle düşünelim. Böyle düşünmeyelim. İnşallah dünyanın dört bir köşesindekiler Topkapı Sarayından giden evaniler değildir diyelim)

Mükemmel bir işçilik. Elbet çini kadar, çininin kullanıldığı mekânların tasarımı, mimarîsi de önemli. Malzemenin doğru yerde kullanımı önemli. Bu okuduklarımdan sonra o yılları, insanların canla başla, dürüstçe bu işlerin peşinde koşmaları, hayatlarını bu işe adamaları gözümün önüne geldi. Sonra günümüz ve günümüz telaşeleri, yaşadıklarımız geldi aklıma. Yukarıdaki İstanbul Metrosunda çektiğim fotoğraftaki çiniler için acaba çininin klastrofobik mekanlarda kullanımına örnek mi olacak yıllar sonra dedim kendi kendime...

Tarihimizi, tarihimizde varolanların değerini bilmeyi ne zaman ve nasıl öğreneceğiz diye sordum kendime sonra... Ben İngiltere'ye gelip, onlardan uzak kalınca bin kez daha değerlendi gözümde, umarım insanlar Türkiye'de yaşarlarken kaybetmeden değerlerini anlarlar dedim sonra da... Unutmazsınız değil mi? Sizler de İznik çinisi en az bir parçayı, evinizin bir köşesinde tutar, bu bilgileri, ilk Türk devletinden bugüne gelen bu sanatı hatırlarsınız değil mi?

24 yorum:

Punto dedi ki...

Sevgili Dilek; bize geldiğinizde dikkat ettin mi bilemiyorum. Köşede bir çini soba vardı. Saraydan kalma.Hala duruyor.
70'li yıllarda fuel oil sıkıntısı yaşandığı dönemlerde o çini sobayı kullandık. Dediğin gibi ısındı mı ısıyı kolay kolay bırakmıyordu. Soba ısınınca kalorifer gibi sıcaklık veriyordu.
Çininin kültürümüzde önemli bir yeri var. Güzel bilgileri bizlerle paylaştığın için teşekkürler.

Asortik Krep dedi ki...

Güzel bir yazı olmuş gerçekten :)

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Harika bir yazı olmuş, kalemine sağlık. Çiniler her zaman benim de favorilerim olmuştur...
Sevgiler

Zeynep dedi ki...

Keşke inanabilsem birgün ülkemizde bu değerlerin kıymetinin bilineceğine ama çok şükür ki senin gibi düşünen insanları yetiştiren bir sistemimiz de var.

NuR dedi ki...

Sevgili Dilek, Çinlerin renklerini görüp de vurulmamak mümkün mü? Ben de bir çini hayranıyımdır, küçük çapta bir kolleksiyonum var. Türk çinileri ile pek çok ülkede karşılaşabiliriz. Keşke değerlerimize daha sıkı sarılıp sahip çıksak. Ancak günümüz çiniciliği yüzümüzü güldürüyor. Verdiğin bilgiler için teşekkürler.
Sevgiyle kal

müzi dedi ki...

ben de cok severim cini desenlerini, o turkuazin kirmiziyla bulusmasini. soylemesi ayip, cini desenli bir kolyem var benim, onu da cok severim :) sevgiler

hindiba dedi ki...

Dilek,
Bilgi dolu bir yazı olmuş bu, çok şey öğrendim. Teşekkürler

Evren

Adsız dedi ki...

Arkadaşım ellerine sağlık resimler bir harika.
Ayşegül(İzmit)

Adsız dedi ki...

Merhaba Dilek,
Türk kültürünün gerçek tarihini
biimek olanaksız gibi gözüküyor.
ANDRONOVO KÜLTÜRÜ:
Adını Yukarı Yenisey'deki Andronovo sitesinden alan Andronovo Kültürü, MÖ 1700-1200 yılları arasında Minusinsk ve Altaylar'dan Ural dağları ile Hazar denizinin kuzeydoğusuna değin yayılmış olup Afanasyevo Kültürü'nün daha gelişmiş biçimidir. . Bu kültürde at, binek ve yük hayvanı olarak kullanıllıyordu. Yeşim taşından süs eşyaları yapılıyor, bakırın üzeri altınla kaplanıyordu. Sofra, savaş ve süs araçları, hayvan figürlü kaplar dikkat çekici güzellikteydi. Bunlar tunçtan ve altından yapılmıştı. Bu kültür, daha sonraları Batı Türkistan ile Altay dolaylarına değin yayılmıştır.
Andronovo Kültür sahası (Altay-Sayan dağlarının güneybatı düzlükleri), Türk Bozkır Kültürü'nün geliştiği bölgedir. Afanasyevo Kültürü ile onun devamı olan Andronovo kültürünü yaratan insanlar, Türkler'in ilk ataları olarak kabul edilir (Proto Türkler). Proto Türkler, göçebe ve savaşçı bir kavimdi. Oluşturdukları sanatın kendine özgü nitelikleri vardı. Özellikle, Hayvan Üslûbu adı verilen, stilize edilmiş hayvan figürlerini çeşitli eşyalar üzerine uygulamışlardır. Çizilen bu hayvan motifleri, gelişmiş bir sanatın varlığını kanıtlaması bakımından önemlidir. Çıkan arkeolojik kalıntılardan anlaşıldığına göre, Andronovo Kültürü zamanında Altaylar'da güçlü ve zengin bir toplum yaşamı vardı. Tunç ve altın eşyalar ilk kez bu kültürde görülmüştür. Andronovo insanları, at ve koyunun yanında deve ve sığır gibi hayvanları beslemeyi de biliyorlardı.
. MÖ 1700 tarihinden başlayarak Orta Asya'da göçebe ve savaşçı bir kavime ilişkin kültür yavaş yavaş egemen olmağa başlar ve Andronovo Irkı iki yüzyıl içinde Altaylar ile Tanrı dağlarını kaplar. Andronovo İnsanı diye adlandırılan bu ırk, Türk ırkının proto tipini teşkil eder. Brakisefal, beyaz ve savaşçı bir ırk olan Andronovo Irkı'nın (Türk Irkı) -Rus arkeologlarının son saptamalarına göre- özellikleri şöyle idi: Koyu renkli saç, buğday ten, brakisefal kafa, orta boy, değirmi yüz, mongoloid olmayan hafif çekiğimsi (badem) göz. Bu ırk, Taş Devri'nin ilk çağlarından beri Altay-Sayan dağlarının güneybatı bölgesinde (aşağı yukarı Minusinsk - Tuva - Abakan bozkırları) yaşamakta idi.
Andronovo döneminde, Altaylar'da güçlü ve zengin bir toplum yaşamı vardı. Bakır ve tunç yapıtların üzeri tümüyle ya da kısmen altın plakalarla kaplanıyordu. Altaylılar, sanat geleneklerinde oldukça muhafazakar idiler. Nitekim bu çağdaki çanak çömlek biçimlerinde hala Afanasyevo çağının etkileri sürmekteydi; mezar gelenekleri de aynıydı. Altaylar'da ırkların değişmemesi, bu muhafazakarlığa olanak tanımıştır.
Koyun, sığır ve at yetiştiriciliğinin (sonraki devirlerdeki Türkler'de olduğu gibi) yaygın olduğu Andronovo Kültürü'nde mezarlar kurgan biçimindeydi. ). Bu kültürün taştan yapılmış kaşıkları, ok uçları, kemik iğneleri, tek parça kabzalı hançerleri ve baltaları, delikli ok uçları, inci ve küpe gibi süs eşyaları başlıca yapıtlarıydı. Sibirya'da altın eserlere de ilk kez bu zamanda rastlanmaktadır. Artık bu çağda at, sığır, koyun gibi evcil hayvanların yanında deve de yer almaktaydı. Bu dönemde at, binek ve yük hayvanı olması yanında, eti yenilen bir hayvan olarak da önem taşıyordu. Andronovo Kültürü Altaylar'da MÖ 1200-700 arasında görülmeğe başlar.
Asya'da ilk at kalıntıları Afanasyevo Kültürü ile onun bir gelişmesi ve devamı olan Andronovo Kültürü'nde görülmektedir. Afanasyevo-Andronovo Kültür çevresi içinde yer alan Kapanda-yüs bölgesinde, MÖ 3. binin sonlarına ait mezarlardan, ağızlarında demir gem izleri taşıyan at iskeletleri bulunmuştur. Andronovo döneminde Türk sanat tarihi açısından en önemli olan unsur, madenciliğin büyük bir ilerleme göstermesidir. Bu dönemde bakır, demir, altın ve kalay çeşitli eşyalarda, özellikle sanat yapıtlarında kullanılmıştır. Bu durum, özellikle Kök Türk çağında Altay'ın Demircileri olarak tanınacak Türkler için oldukça önemlidir

Sevgiler,
Arzu

Berceste dedi ki...

Ben sizi bulmanın mutluluğu ile görmemişim onu Akın amca. Zaten gittiğim evlerde etrafla çok ilgilenmem. Sonra da unuturum. Çini sobalar ayrı bir güzellik. Muhteşem bir işçilik ve mühendislik örneği bence. Siz de çini sobalarla ilgili yazı yazsanız keşke. Hazır elinizde fotoğrafı olabilecek malzeme de varmış... Yorumunuz için ben teşekkür ederim.

Teşekkürler Asortik Krep'im.

Teşekkürler Ayşegül. Seni geç buldum ama yazılarını bir solukta okuyorum :)

Biz bilmesek de başkaları biliyor Zeynep'ciğim. Baksana bir tabak ne kadara satılmış!

Değil gerçekten de Şennur. Çinilerini benim yerime gidip bir okşar sever misin :) Günümüzde eksikliklere rağmen yeniden yapılabiliyor olması çok güzel, haklısın. Yorumun için ben teşekkür ederim.

Sevilmez mi sevgili Müzi. O renklerin zıtlığa rağmen muhteşem uyumu sevilmez mi? Kolyeni merak ettim şimdi ben. Fotoğrafı yok mu? Sevgiler...

Senin yazılarından da ben çok şey öğreniyorum Evren. İyi ki gelip bir ziyaret etmişim diyorum :) Kiraz çekirdeklerinden, zeytine, geri dönüşüme, o kadar güzel gözlemleyip, o kadar dolu dolu anlatıyorsun ki! Sevgiler...

Teşekkürler Ayşegül. Ben de senin tablolarını merak ediyorum. Benim çiçek fotoğraflarından çizecektin, yaptın mı? Sevgiler...

munevver dedi ki...

Dilek, ben de çiniyi seviyorum. Ama evimde bir İznik Çinisi yok. Yalnız, şimdi dünyada da adını duyurmuş Kütahyalı Sıtkı Ustanın, onun bu kadar meşhur olmadığı zamanlara ait üç parcası var. Onlara gözüm gibi bakıyorum.

Ne güzel bilgiler vermişsin. Sağ olasın.

Türkiye'ye gelme planınız var mı?

Sevgiyle, Nane Limon

~Semra Mutfakta~ dedi ki...

Dilek hanım sizi iki kez tebrik ediyorum.birincisi benimde hayran olduğum ve böylesi güzel çinileri ve ayrıntılarını bizlerle paylaştığın için teşekkürler cnm.ikinci kez tebrik etmemin sebebine gelince çiniler hakkında daha doğrusu akıbetleri hakkında yapmış olduğun yorumlar. tamamen katılıyorum fikirlerimiz bu konuda aynı.maalesef o bize sattı şu bize verdi denilerek adalara bile hakim olanlar çinilerimize mi olamayacaklar değilmi?tarihimizin ve elimizdekilerin değerini umarım en azından şimdiden sonra biliriz.Böyle giderse birileri topkapı sarayıda bizim diyebilir:)

Esra dedi ki...

Harika bir yazi olmus, ellerine saglik. Ciniyi ben de cok severim. Tabi mavi rengi de. :-)

Admin dedi ki...

SEVGILI DILEK,
COK GUZEL BIR KONUYA DEGINMIS VE BIZLERI BILGILENDIRMISIN, TESEKKURLER. COCUKLARIMIZA BUNLARI OGRETMELIYIZ, BU SORUMLULUK TABII KI BIZ AILELERIN.
CANIM GUZEL BIR HAFTASONU DILERM, SEVGILER...

etki alanı dedi ki...

Senin sayfana girdiğim zaman,kendimi kütüphanede hissediyorum..Ansiklopedi gibisin..
Ben seni blog dünyasının,kültür bakanı olarak atıyorum.(Tayyibe) :-))
Bu araştırmaların,unuttuğumuz kültürümüzü hatırlamamıza yarıyor..Teşekkürler..
TüTü

etki alanı dedi ki...

"Günümüz kutlu olsun" demek için uğramıştım...
TüTü

Berceste dedi ki...

Sevgili Arzu, ben diğer yorumlara cevap yazıp gönder demişim, senin yorumun gelmiş. Sonradan gördüm. Verdiğin bilgiler için çok teşekkür ederim. Çini yazısının altına eklemeyi düşündüm. Ancak başka bir konu olduğu için, araştırıp başka bir zamanda, ona özel yazı yazmayı düşündüm. Bilgilerini paylaşmaya devam et olur mu? Sevgiler...

Senin de Kadınlar günün kutlu olsun Goddes Artemis.

Olsun Nanem Limonum çini olsun da... Senin onların değerini herkesten çok bileceğine eminim. Sorunun cevabı evet ;-) yakında hem de...

Teşekkürler Semra(gel hanım lafını bırakalım bir kenara, daha dostça konuşalım :) ) Tarihimize, tarihi varlıklarımıza sahip çıkmak, korumak bizlerin de elinde. Biz sormazsak, kim soracak. O müzelerdekiler hepimizin! Değerini bilmemiz lazım. Sevgiler...

Teşekkürler Esra. Senin göz rengin de mavi idi değil mi? ;-)

Teşekkürler Hatice. Senin yaptığın seramiklerde bu desenleri kullanırsın değil mi? Sevgiler...

Beni çok güldürdün TüTü Allah da seni güldürsün :) Fahri konsolos gibi ben de fahri bakan mı oldum yani şimdi :P Adımı gel Tayyibe koymayalım istersen! Bana ait olan adı seviyorum ben! Kadınlar günü de hepimize kutlu olsun ama bir gün yeter mi? Sevgiler...

müzi dedi ki...

merhaba dilek,
kolyemin su an icin fotografi yok ama cekerim ve bir ara bloga koyarim :)
sevgiler

Berceste dedi ki...

Merakla bekleyeceğim Müzi.

Berceste dedi ki...

Thank you for your comment. I hope it will be useful for you and hope it is understandable in Turkish.

Adsız dedi ki...

Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!

Hülya YILMAZ dedi ki...

Sevgili Berceste, ilgin için çok teşekkür ederim. Çinide 2.yılım ve keyifli bir hobi oldu benim için. Çini boyamak çok zevkli. Boyadığın bir objenin fırından çıkışını bekleme heyecanı da var... Fırından çıkınca bazı renkler farklı çıkıyor.
Yeni çinilerim var onlar şimdi sergide. Yakında ekleyeceğim sayfama.
Sevgilerimle,

Berceste dedi ki...

Ben de size onu söyleyecektim Hülya hanım. Sizin çinilerin renkleri de çok güzel. Yani hatasız çıkmışlar, elinize sağlık. Yenilerini de sabırsızlıkla bekleyeceğim. Sevgiler...

Adsız dedi ki...

Want to tell you..
Mmm..

No matterd