10 Nisan 2007

Little Venice ve Regent's Canal

İlk İngiltere'ye gelişimde kuzenimin kayınvalidesi Knole House'a götürmüştü bizi ve bol bol geyik görmüştük. Evlenip İngiltere'ye geldiğimden beri, geyiklere gene gidelim deyip duruyordum. Bu konudan bahsettiğimde Burcuk ve ailesi Cambridge ziyaretleri sırasında Richmond Park'ı önermişlerdi. Orada bol bol geyik görürsün demişlerdi. Gel zaman git zaman, yok hava durumu, yok alış-veriş, yok miskinlik derken benim geyik aşkı oldu ''geyik hikayesi''!

Dört günlük Easter tatilinde ne yapsak, ne yapsak diye düşünürken eşimin ilk İngiltere'ye geldiği zaman aldığı bir kitap ilişti gözüme. Londra'yı anlatıyordu. Bu dönem her yer kalabalık olacağından da en iyisi Londra'da bir yerleri gezmek dedik biz de. Kitap, Little Venice'den başlayıp Regent Park'in içinden geçerek, Camden Lock'ta bitecek bir yürüyüş yolundan bahsediyordu. Camden Town'a epeydir gitmek istiyordum ve herşey Regent Park ile Richmond Park'ı birbirine karıştırmamla başladı!
Oh ne güzel bir taşla iki kuş dedim içimden. Hem geyikleri görecektik, hem de kanal boyunca yürüyecektik. Bitiş noktası da Camden Town olacaktı. Bence harika bir plandı. Eşime gösterdim. Planı yaptıysan, iyi, güzel dedi! Sabah önce şehre yürüdük. Oradan otobüsle istasyona gittik. Trene bindiğimizde inanılmaz kalabalıktı ve işin ilginç tarafı İngilizce konuşan sayısı cımbızla sayılacak kadar azdı. Yan tarafımızda çekik gözlü iki aile oturmuştu, tren tingir mingir çıktı yola... Bir süre sonra içim fık fık olmaya başladı! Boğuluyormuşum gibi bir hisle birlikte... Herkes o kadar bağrış çığrış konuşuyordu ki, tahammül etmek işkenceye dönüşüyordu. Yandakiler konuşmuyor, bademciklerini gösterme yarışına girmişçesine haykırıyorlardı adeta! 1 saat 15 dakika çan-çin-çon bağırmaları ve arkadan gelen İtalyanların konuşmalarının sesleri eşliğinde Kings-X'a vardığımızda kendimi trenden dışarı attım resmen. Arkama bile bakmadan hem de! İnsan bu kadar da saygısız olmaz ki!
Huzuuuuur huzuuuuur, sükuneeeet diyordu iç sesim.
Bu sefer metro yani İngilizlerin deyişi ile tube'e bindik aktarma yaparak Warwick Avenue'da indik. Biraz yön kargaşası yaşadıktan sonra, eşim aldı başını burada olmalı düşüncesi ile dediğim yönün tam zıddına gitti. Ben uyanıklık edip çöp atan bir teyzeye sordum. Benim dediğim yönü gösterince, mutlu, mesut o tarafa yöneldim. Benim dediğim doğru, seninki şöyle nidaları ile kendimizi huzurlu Little Venice'de bulduk. Etrafını dört dönünce bu sefer de Little Venice'in içi için eşimin önerisi doğru çıktı. Bire bir berabere kaldık.
Gideceklere önerim, kitaplara uymayıp iç ve sorduklarınızdan gelecek dış sesi dinlemeniz şeklinde olacak. Warwick Avenue'da istasyonun sol kapısından çıkın. Sağa dönüp dümdüz gidin. Karşılaştığınız havuzcuk Little Venice!(En üstteki fotoğrafta gördüğünüz yer)
Burası nehirde yaşayanların eğlence hayatını yaşadıkları yer gibi bir nevi. Kukla tiyatrosu, cafe'leri, pub'ları herşey yüzüyor. Hatta yüzen bir sınıf bile gördük. Sanıyorum elektrik ile ilgili bir eğitim veriliyordu. Bir de yüzen çöp gemisi vardı. Kanalın altına dek süpürebilen.
Nehirde hayat da bu yazıya sığmayacak kadar uzun bir hikaye. Ama özetle, dar, uzun, içinde modern bir evde bulunabilecek bütün konforun bulunduğu yüzen evlerden oluştuğunu söyleyebilirim. Cambridge'de de nehir boyunca rastlayabilirsiniz. Londra'da fark, biraz daha yerleşik ve modern imkanlara sahip olmaları. Bazı gemilerde kablolu yayın alıncak yerler bile gördük. Elektriği, suyu, pis su boşaltma yeri. Hepsi düşünülmüş. Düşünsenize evinizi alıp istediğiniz yere gidiyorsunuz, gönlünüzün istediği kadar kalıp, geri dönüyorsunuz. Hep aynı yerde kalanlar, yanaştıkları kıyıyı kendi evlerinin bahçesi şekline dönüştürmüş. (Aşağıdaki geminin sakinlerinin yaptığı gibi)

Bazı yerlerde kanal boyunca yürüyemeyip yerleşik binaların arasından geçiyorsunuz. İki büyük elektrik trafosunun arasında kalan alandan tekrar kanala iniyorsunuz. Buralarının bir hanımın tek başına geçecek kadar tekin görünmediğini söylemem lazım. Bazen tren yolu köprülerinin altından geçiyorsunuz, dar, karanlık yerlerden de... Ama Londra'da yaşıyor ve su kenarında yürümek, koşmak istiyorsanız ideal. Tek başına olmamak, geç saatlere kalmamak kaydıyla.



Aşağıda gördüğünüz evin adı ''Up side down house'' imiş. Alt üst ev diye çevirebiliriz sanırım. Evin oturma odaları yolla aynı hizzada, yatak odaları da yoldan altta kalan kısımda olduğundan bu ismi almış. Yakınlarında bulunan bir tabeladan okuduk bu bilgileri.Aynı tabelada nehirde yaşamın zorluğundan, özellikle de ev işleri yaparak, çocuk büyüten kadınlar için zor olacağından bahsediyordu. İnsanlar bu hayata heveslenmesin diye mi bilmem ama yüzen evlerin içi gerçekten de çok dar. İnsan sıkılıyor.

Regent's kanal boyunca yürüdükçe benim geyiklerin hakikaten geyik hikayesine dönüştüğünü anladım. Regent Park'ın yanındaki Londra'nın en büyük camisinin altın kubbesini görünce, parkları fena halde karıştırmış olduğum acı bir gerçek olarak çıktı karşıma ve Richmond Park gene başka bir sefere kaldı. Regent Park'a daha önceden gidip güllere hayran kalmıştık. Haziranda yolunuz düşerse, mutlaka gülleri görün derim.Biz sadece kanal boyundaki malikhânelere ve köprülere baka baka yürüdük.

Regent's Kanal, 19. yüzyılda prince Regent yani George IV tarafından, mimar John Nash'e yaptırılmış. Planlanan maliyetin iki katına yani 772 000 pounda mal olmuş ve 1820 yılında bitirilerek açılışı yapılmış. İlk yıl 120 bin ton kargo taşınarak maliyetinin hakkını vermiş olmuş. Kanal 8,5 mil uzunluğunda. Little Venice'den, Camden'a kadar uzanıyor. Thames nehri üzerindeki Limehouse havuzuna ulaşmadan önce Hackney ve Tower Hamlets'den geçiyor. John Nash kanal kenarına 56 malikâne yapımını planlamış ama ancak 8 tane yapılabilmiş. Yunan ve rönesans mimarisinin etkisinde kalınarak yapılanlar beyaz renkli olanlarmış.
Bu malikaneleri geçince iki köprü ile karşılaşıyorsunuz. Biri Tyburn nehrini taşıyan su kemeri. Diğeri yani aşağıda fotoğrafını gördüğünüz de, Maclesfield köprüsü yani ''Blow up Bridge''. Ona havaya uçan köprü de diyebiliriz herhalde. 1874 yılının 2 Ekim'inde, sabah saat 3'de barut taşıyan bir gemi, bu köprünün altından geçerken, havaya uçmuş, elbet köprü de beraberinde. Üç kişi ölmüş. Civarda yaşayanlar da deprem oluyor korkusu ile uyanıp patlama ile karşılaşmışlar. Sonradan tekrar inşa edilmiş.



Yolunuza devam edince London Zoo(Londra Hayvanat Bahçesi)'nin içinden geçiyorsunuz. Özel tasarım olan kuş evi ve nehir kenarındaki hayvancıkları görebiliyor, çocukların şen sesleri ile siz de şenlenebiliyorsunuz.Camden Lock'a yaklaşınca yüzen Çin lokantası ile karşılaşıyorsunuz. Yeşiller içinde tezat oluşturan rengi ve suya yansıması çok hoşuma gitti benim. Hemen karşısındaki banka oturup hem dinlenebilir, hem de bu manzarayı seyredebilirsiniz

Gençleri nehir gemisinin balkonuna oturmuş gezerlerken görüyorsunuz.


Bu evler de Boğaz manzaralı sayılacak kadar pahallı mı bilmiyorum ama birinin bahçesindeki ağaç evi çok sevdim. Tekrar çocuk olup, o ağaç evde oynamak için neler vermezdim....

Aşağıda gördüğünüz Pirate Castle(Korsan Kalesi), aslında bir su sporları merkeziymiş. Tam yanında da tren yolu var. Ben altından geçerken sağını, solunu inceleyeyim derken, tren geçince neye uğradığımı şaşırdım!

En son varış noktanız Camden Lock. İsteyenler kanal boyunca yürümeye devam edebilirler. Kanal turunu sonlandırabilirler. Ancak benim varmak istediğim yer zaten Camden Town idi. O kadar renklilik, uçuk kaçık satıcıları izlemek varken ve de kanal boyunca yürümekten sefil olmuşken devam etmek aklımın ucundan bile geçmedi. Yiyecek kokularına doğru yönelen eşime, kanal boyunca yürüyeceğiz, desem beni vururdu herhalde!

Basit bir yürüyüş güzergahı hakkında tarihi bilgiler edinmek, farklı hayatlar görmek güzeldi. Devamında Camden Lock ve Camden Town olacak...

32 yorum:

Burçin'in Denemeleri dedi ki...

Dilek'ciğim,
Yine harika bir yazı, muhteşem görüntüler.
Bu arada seni sobeledim. Ayrıntılar yeni blogumda.
Sevgiler,

Sanem dedi ki...

Parki bir güzel gezdim sayende ;) Geyik dedinde aklıma geldi, buraya ilk geldiğimde en çok sevindiğim şeydi yol kenarlarında geyiklere rastlamak.. Akşamları çok korkuyorum ama yanlışlıkla ezilenleri görünce. Çok tatlılar çok..

Hulya dedi ki...

berceste;
senin bilgilerini el kitabi diye kullanicam eger oralara gelirsem,ne guzel!bir de bugun bir kus gordum camdan bakarken,birden heycanlandim,sen sandim:)yani senin sitendeki kus:)sevindim,azicik da biseyler soyledim kusa,bu blog dunyasi hayatima yeni renkler getirdi,
sevgiler

ipek dedi ki...

Berceste ciğim,
Bana da kızma ne olur, ben de seni seçtim şu oyun işlerinde. Allahtan aynı oyun:)
Sevgiler
ipek

Adsız dedi ki...

bercestem yazini okurken seninle birlikte geziyormus gibi oldum! daha dogrusu bu kizla böyle bir gezintiye cikmak ne keyifli olurdu dedim kendi kendime! kimbilir belki bir gün :)

PERİLİ KÖŞK dedi ki...

merhaba İpekciğimin satırlarında gördüm isminizi ,sayenizde gitmiş kadar oldum ,çok güzel yerler ve fotolar ellerinize sağlık,sevgiler..

Açalya dedi ki...

Ingiltere'ye gelirsem rehberim olur musun Dilek'cigim?

Gazoz Agaci dedi ki...

Sevgili Berceste, yeni bir oyuna davetlisin. Katılmak istersen ayrıntılar sayfamda.
Sevgiler

http://www.gazozagaci.blogspot.com

Daphne dedi ki...

ama ben fotograflari goremedim...upside down house dan sonrasi acilmadi :(

Berceste dedi ki...

Teşekkürler Burçin. Demek ebe oldum :(

Gerçekten de çok tatlılar Sanem. Ama şimdi aklıma Kanada'ya yerleşen birinin yazdığı, bir ara elden ele dolaşan e-posta geldi. Hani ilk zamanlarda ay ne tatlılar, ne şekerler diye başlayıp, sonra lanet hayvanlar gene geldiler cümlelerinin yer aldığı e-posta :)

Hülyaaa, aklına böyle güzelliklerle geldiysem, ne kadar büyük mutluluk benim için. Teşekkür ederim. Sevgiler bizden...

İpeeek, yazdım bir kenara, elbet bir gün elime düşersin :)

Rahşan'ım sen gel yeter ki! Seninle gezmek de ne büyük keyif olurdu. Belli olmaz, belki yazın bir gün Sapanca'da göl kenarı yürüyüşü yaparız ;-)

Elbette Açalya, zevkle.

Eh bu da üç oldu. Allah'ın hakkı üç derler ya hani, bu yazım sobelenme yazısın gibi oldu. Oysa ben gezmiştim :) Bir koşu daha uzaklara mı kaçsam ne yapsam :)

Kodları kontrol ettim, sağlam gibi görünüyorlar ama yarın tekrar bir bakarım Defne. Belki Blogger'da sorun vardır. Sevgiler...

pecete dedi ki...

Fısıltı şeklinde bir ses tonuyla: "Pişştt... Dilek, ben de resimleri göremiyorum bacım. MB mi fazla geldi acaba?"

NAZLICA dedi ki...

Dilekciğim, fotoğrafları ben de göremedim malesef. Farklı bir gün yaşamak, yeni yerler görmek çok güzel.Seninle gezmiş gibi oldum verdiğin bilgiler için çok teşekkürler. Tekrarını diliyorum

Berceste dedi ki...

Severim ben o fısıltıyı ve bebisini :) Yeniden yükledim. Halloldu galiba.

Sanıyorum halloldu Nazlı, evet gezmek ve farklı yerler görüp, insanların yaşantılarını gözlemlemek güzel. Ben teşekkür ederim. Sırada Camden Lock olacak :) Sevgiler...

Mr_TD dedi ki...

Cin lokantasini cok tuttum,iki tane alayim,öyle bir mekanda ,söyle güzel bir sedire uzanip keyif yapacaksin,of of :D

Punto dedi ki...

Biz olsak alt tarafı bir su kanalı der geçeriz. İngilizler basit bir su kanalını ne hale getirmişler. Bir de buna Sevgili Dilek'in akıcı üslubu eklenince işte sana çok güzel bir konu.

Hulya dedi ki...

berceste kiyamali makarana severim dersen,buyur gel bizim siteye:)

Sanem dedi ki...

O Kanada'ya yerleşen kızın iletilerini ben de hatırlıyorum, en sonu sırf lanet olsunla bitmiyordu üstelik, bayağ okkalıydı sanırım ;) Çok sevgiler Dilek..

Ferhanca dedi ki...

Dün tv de Buket Uzuner vardı .Gezi anılarını topladığı kitabı çıkacakmış.Diyordu ki''yediğin içtiğin ,gezdiğin ,gördüğün senin olsun '' sözü hiç güzel değil gördüğünü anlatacak ,paylaşacaksın .
Sen de sağol gezilerini çok güzel anlatıyorsun, ilerde rehber şeklinde kitabını bekliyoruz.

Dilek'ce dedi ki...

Bu gezi bizim de hosumuza giderdi. Basindaki eziyetler disinda tabi;)
Dilek'cigim biz de "Venice"deydik paskalyada:)
Seni sobeledim son girisimde!
Sevgiler

Tijen dedi ki...

Beni bile gezdirdin buralardan Dilek'ciğim. Sağol varol, çok yaşa! Bir gün beraber de gidecek miyiz dersin?
Tijen

Berceste dedi ki...

Valla TD, ben de en çok orayı, fotoğrafların içinde de en çok bu fotoğrafı sevdim! Oldu olacak nargile falan da ister misin :P

Londra'yı anlatan büyün kitaplarda olsa gerek Akın amca, bizden başka kaç kişi daha var diye sayıp dalga geçtim hepimizle! Eline kitabı ya da fotokopisini tutuşturan çıkmış yola. Ben parkları karıştırmasaydım, kolay kolay kanmazdım :) Ama şu kesin ki, İstanbul için de böyle güzel güzel anlatan bir kitap yazılmalı!

Hülyaaaa, hızını alamadın galiba :P Bir sobe yetmedi, gene sobeledin beni :) Siteye geldim de, ben ikram edecek ne yemek bulacağım benimkinde onu merak ediyorum!

Şşşşşt Sanem, çaktırma :) Sevgiler...

Ferhan, o yediğin içtiğin senin olsun, gezdiklerini anlat değil miydi? Programı seyretmedim de, sözü böyle bilirim sanki ben! Ama o yediğini içtiğini de anlatıyorsa tamamdır o zaman! Sen de güzel teşvik ediyorsun, teşekkürler...

Kıskandım adaşım! Bir türlü kısmet olamadı bize orası! Senin oyunda sen kendini aşmışsın :) Hem yemekleri ithaf edip, oraya isim yazıp, sonra bir de sobelemişsin. Yandık hepbirlikte :P Sevgiler...

Sen çok yaşa ve çabuk iyileş lütfen Tijen'im! İnşallah diyelim :) Sen gelirsen gideriz...

Behiye dedi ki...

Bercesteciğim evime dönüp sizlere cevap vermeye başladım. Sen bana geç yazmışsın ama ben sana hemen yazayım dedim :p Göndermiş olduğun mesaj için teşekkür ederim. Havalar ısınsın sincap peşinde koşarım ben yine:) Sevgiler.

Adsız dedi ki...

berco yeni yazi yazsanaaaaa, yazsanaaaa, yazsanaaa-a-aaaa :)

Berceste dedi ki...

Bir evden diğerine dönüş mü, mekan değişimi mi? Ben bu soruyu soruyorum hep kendime :) İki taraf da evim! Aramıza hoş geldin diyeyim... Geç yazmaktan ötürü yedim taşı kafama galiba :P Sincaplar cirit atıyor burada, dönüş yolunda uğrasaydın. Hem buradakilerde hastalık bulaşma tehlikesi de yok :) Sevgiler...

Bana Berco demeseneeeee :P Yazacağımdır, sobelendik, ne yazacağımızı şaşırdık!

Adsız dedi ki...

ne güzel.....
içim açıldı teşekkürler bercesteciğim;)

Berceste dedi ki...

Hoşgeldin Zynep, sen gel de o Çin lokantasının önüne gidelim. İçinde yersek o manzara gürünmüyor, ona karşı yemek yemek daha güzel :)

Adsız dedi ki...

Sayende oralara gitmiş ve gezmiş kadar oldum. Bende gezseydim bu resimleri çeker böyle anlatırdım herhalde diye düşündüm.Çok beğendim yazıyı çok. Tebrikler.

Berceste dedi ki...

Teşekkürler Müge, sen de beni Kerpe'ye götürdün yazınla :)

Adsız dedi ki...

Sevgili Berceste, ziyaretin için teşekkür ederim. Kefkeni daha önce görd müz için bu sefer Kerpe'yi keşfedelim dedik. Görüntüler güzeldi ama dediğim gibi insanlarımızdı beni üzen. Görsen heryer çekirdek kabuğu bira şişeleri, her kadının elinde bir tutam çiçek...
Resimleri beğenmenede çok sevindim. Artık birbirimizi ziyaret edelim sık sık. ben seni takip ettiklerim arasına alıyorum.
Sevgiler...

Berceste dedi ki...

Umarım herşey çok geç olmadan, önemini anlarlar! Ne diyebilirim ki başka... Teşekkürler, sevgiler.

hamiyet dedi ki...

merhaba ben su anda londradayim yanlizliktan olmek uzereyim tanismak isterim/50 yasindayim antalyaliyim /30yasinda 1 oglum ve bir gelinim var ,e;im var / ama burda kimsem yok ne isin var deme .hayat insana neler yapiyor.e mail adresime yazarasaniz tel veririm tanisiriz. tesekkurler.

Berceste dedi ki...

Hamiyet hanım merhaba, ben ne yazık ki artık Cambridge'de oturmuyorum. Dilerim bu yorumunuzu Londra'da oturan bir dost farkeder ve sizinle iletişime geçer. Yabancı bir ülkede yeniden yaşam kurmanın zorluğunu bilirim. Yalnız e-posta adresinizin de görünmediğini belirtmem gerek. Size ulaşabileceğimiz hiçbir bilgi vermemişsiniz isminiz dışında. İyi günler dileği ile...