31 Ağustos 2006

Science Park

Dün akşam Yıldız dedi ki onun iş yeri civarındaki gölet helikopter böcüğü dolu imiş, onların fotoğraflarını çekmemiz lazımmış. O işten çıktıktan sonra iki minik hanımla beraber gelip beni kaçırdı evden.

Science Park'a gittik gitmesine de böcüklerin yerinde yeller esiyor. Ya hava kararmaya başladığından dolayı, ya ortalıkta gezen tavşanların yoğunluğundan dolayı bilinmez kaçmış böcükler yok !


Biz de tavşanların fotoğraflarını çekmeye çalıştık ama ne mümkün yaklaştırmıyorlar. Hopidik hopidik kaçıyorlar.Epey bir kovalamaca oynadık. Elimdeki makinanın zoom'u yetmedi bu sevimli zıp zıpları yakalamaya. Daha önce de tam nergis zamanı götürmüştü Yıldız beni. O zamanlar çektigim fotoğraflardan ekledim ben de.


Science Park 1970 yılında kurulmuş.Benden 1 yaş küçük ama dersiniz ki dün açılmış. İş yeri miiii yoksa park mıııı o da belli olmuyor koca koca şirket adlarını yazan tabelalar olmasa. 71 firma varmış ve oralarda çalışan 5000 personel.Adı ile uyumlu bir yer. Hem bir sürü firmayı barındırıyor bünyesinde hem de yeşillik, sakin huzur dolu bir yer. Patrona , müdüre kızsanız sinirlerinizi yatıştırmak için camdan bakmak o sırada bir tavşan yavrusunu oynarken görmek tüm hırsınızı geçirecektir eminim. Öğle yemeklerini göletlerin kenarında yemek, oradaki kuşlarla, balıklarla paylaşmak zihninizi açacak, daha motive olmuş bir halde güne devam edeceksinizdir. Amma velakin insanoğluyuz işte, bir süre sonra gene başlarız yenilikler aramaya !

Biz de huzur ve yeşillikler arasında gezinip sonra da Yıldızlara gidip onların Paris - Disneyland, İskoçya ve Hunstanton gezilerinin fotoğraflarına baktık. İskoçya'ya bayıldım. Yeşil ile çiçeklerin uyumu, insan bu kadar mı güzel doğayı modeller? Sonra Yıldız surpriz yaptı, oralardan düşünüp bize bu gördüğünüz sevimli zürafaları almış :) Loch Ness canavarı da bize bardak altlığı yollamışmış :)
Çoook teşekkürleeer bizi de düşündüğün için Yıldız !

28 Ağustos 2006

Burwash Manor Farm

Bilenler biliyor, benim belim gene mızıkçılık yapıp neredeyse 20 gündür beni eve ve hatta tek bir odaya zımbalamayı başardı gene !

Cuma günü sevgili adaşım dedi ki bu bel işi yetti gayrı artık bir çıkartalım seni dışarı. 40 uçurur misali çıktık evden. Beni Burwash Manor Farm'a götürdü. 4 yıldır yakınında yaşamakla beraber bu hoş yerden hiç haberim olmamıştı. Aslında bir çiftlik. Ama çiftlik sahibi, içerideki binaları daha doğrusu ahırları, ağılları dükkan olarak düzenleyip kiraya vermiş. Kiracıları da hiç de öyle sıradan değiller. Butikler, orjinal şeyler satan hediyelik eşya dükkanları, İran halıları satan bir dükkan, organik tarım ürünleri, içecekler satan bir dükkan, kaliteli bir kasap, çocuk oyuncakları satan bir dükkan, çocuk kıyafetleri satan bir dükkan, bir kaç ev dekorasyon mağazası, bahçe mobilyaları satan bir çadır ve cafee shop'tan oluşan minik bir çarşı özetle. Çocuklara oyun alanı (bu ülkede çocukların fotograflarını çekmek kısıtlanmış bir halde o yüzden o alanı çekemedim) , fazla dostçana bir horoz ve haremi, iki tavşan, koyunlar, kooooocaman bir ceviz ağacı ve nefis bir manzara içinde harika bir ev (tahmin ediyoruz ki Burwash Manor Farm'ın sahibine ait).



Züccaciye eşyası satan hoş bir dükkandan minik bir pasta tabağı aldım. Altından sarkan o minik pastacıklara özenip.

Sonra oturup çayımızı üzümlü scone eşliğinde içtik. Bu arada o fazla dostça dediğim horoz dikti gözlerini bize, durdu karşımızda. Duruma dayanamayıp lokmaları boğazına dizilen adaşımın oğlu shooooest diye diye kovalamaya çalıştı ama nafile, vatandaş alışmış gelenlerden kırıntı da olsa birşeyler yemeğe herhalde melül melül gözümüzün içine baktı durdu. Tepemizde kaç gündür hasret kaldığımız güneş, ohhh iliğim kemiğim ısındı dedirtti bana. Kaç gündür üşümekten kalorifer yakar hale gelmiştim. Herkes ağustosta yanar, bizim buralara da sonbahar gelir. Yaz "ceee!" dedi kaçtı gitti, gider...Tutabilene aşkolsun !

Büyük prense bir flüt, küçümen prensese de kirazlı patikler alındı. Müzik denemeleri eşliğinde arabaya bindik. Allah evde adaşıma kolaylık versin. Bir kenara yazıldı, çocuklara oyuncak alınırken bizim başımıza da neler gelebileceği iyi düşünülecek !

Prens ve prensesin uykusu geldiğinden evde onlar uyutuldu ve sohbet eşliğinde beklendi. Bu arada adaşım stir fry yapıverdi hemencik...Ahali uyanır uyanmaz Girton College'e elma toplanmaya gidildi. Elma toplandı dediysem dalından sanılmaya sakın. Yere düşenleri almamıza izin varmış ! Çok değişik cins elmalar yeraldığı için elma bahçesinden denenmek üzere görünür bölgelerinde kurt bulunmayanlar, benim belden gacır gucur gelen sesler eşliğinde yerden toplandı ! Elma bahçelerine Orchard deniyor ve baharda çiçek açtıklarındaki görünüm eşsiz. Şimdi de ağaçlar kırmızı kırmızı elmalarla pek süslü. Amma velakin yağmur durur mu bu ülkede.... Islanmamak için sığındığımız at kestanesi ağacının altından anca Girton College'i ve de elma ağaçlarını bu kadarcık görüntüleyebildim.


Yolda rastladığımız bu çalı çaydanlık ve de tam köşe başında karşıdan karşıya geçmek üzere olan minikleri uyaran yerdeki "Dur - Bak - Dinle " yazısını da belgelemeden geçemedim.


Güzel bir gün oldu adaşım. Tekrar teşekkürler...

24 Ağustos 2006

London

Aksam koltukta uyuyakalmışım.Bir ara gözlerimi bir açtım ki karşımda kırmızılı bir hatun ve bu şarkı. Uyanmak için ideal, tutulmuş belle dans edilemiyor o ayrı ! İlk Burcuk sayesinde tanışmıştım bu hatunla.Bu şarkıyı da çok sevdim. Bisikletle gezme ve daha UK sürücü lisansı olmayan ben için ideal ama ben ters trafik yüzünden bisiklete de binemiyorum ki !!! Neyse o 4 sene önceki tecrübe idi belki alışmışımdır.Bir bisiklet alıp yeniden denemeli. Sizi Lily Allen ile Londra sokaklarında başbaşa bırakıyorum. O çayır çimenlik alanlar Greenwich'e benziyor ama Londoner'lar söylesin bakalım neresi oralar?Aaa bu arada TV'daki klibi bulamadım. Burada Sarı lı olmus hatun eh artık takımımın rengi deyip idare ettik...

23 Ağustos 2006

Çocuk Milleti


Çocuk milleti bir derya, bir umman...Olmadık yerde öyle bilmiş laflar ediyorlar ki dumur olmamak imkansız.Az önce televizyonda çocukların yuvadaki hallerini gösterdiler. Uyumsuz olanların da nasıl uyumlu hale getirildiklerini. İnanılmaz şekerlerdi. Bir suç işliyorlar, kim yaptı denince büyüklerde bile olmayan koca yürekleri ile açıklıyorlar. Üstelik gayet de mantıklı açıklamalar. Biri oyuncağı kırdı. Diğeri bozuldu diye öğretmene götürdü. Öğretmen de kırılmış bu kim yaptı deyince arkadaşının adını verdi.Kırana sorulunca da açıklama gayet netti. Duvara vurunca kırılabileceğini bilmiyordum ! Öğretmen de şimdi öğrendin lütfen duvarın önüne gidip yaptığını 3 dakika düşün deyince kuzu kuzu gitti ve bir daha da duvarda oyuncak kırmadı ! Başka bir tanesi kıyafetlerini kendisi değiştiremiyordu. Kimse yardım etmedi. En son o giyindi hep, öğretmeni yapabilirsin diyordu başka birşey demiyordu. Sonra kendisine tekrarlattı. Ben kendi başıma üzerimi değiştirebilirim. Çocuk yapamam diyordu. Sen tekrarla hele sen bir dedi. İki defa tekrarladıktan sonra. Öğretmen elbeteee ben senin yapabileceğini biliyoruuuum dedi ve yavaş yavaş çocuk yapmaya başladı. İki ay boyunca uğraştılar. Kendi kendine bütün çocuklar giyinebiliyordu, sonunda o çocuğa da başarttılar! Çocuklar da 3 yaş civarı, öyle kocaman şeyler değiller, daha yeni yeni cümle kurmaya başlamışlar...

Sonra arkadaşlarım aklıma geldi. Biri oğlunun her istediğini ıh ıh mıh mıhlarından anlayıp anında yerine getirdiği için çocuk ancak böyle bir yuvaya gidince konuşmaya üstelik bir de hem Türkçe hem de İngilizce konuşmaya başlamıştı. Aynı zamanda tuvalet eğitimini alıp kendi kendine yapabilir hale gelmişti ama o gittikleri minyatür tuvaletleri de görmeniz lazımdı !

Sonuçta demem odur ki her bir çocuk işlenmeyi bekleyen ham değerli taş gibi, bir pırlanta, bir yakut, adını siz koyun. Siz ne verirseniz karşılığında onu alıyorsunuz. Ödüllendirme de çocuğun bu işten keyif almasını sağlıyor.

Bir süre önce arkadaşımın oğlu aşı oldu. Başına ne geleceğini pek algılayamamıştı. Tek söylediği " No more diseases " idi. Bunu söyleye söyleye aşı oldu. Tabi iğne batınca şaşırıp ağlamaya başladı. Annesi sevdiği yoğurtlu fıstıkları verince ağlasın mııı yesin miiii karar veremedi. O surat ifadesi o kadar masum, o kadar tatlı ve "No more dıseases " mesaji o kadar anlamlı idi ki ! Ona bir ödül de hemşireden geldi. "Bugün ben doktorda çok cesurdum " yazan bir etiket ! Gururla göğsünde taşıdı, doğrusunu söylemek gerekirse gerçekten de hak etti.

Bütün anne babaların miniklerine sabır içinde yaklaşmaları, onların sorularına cevaplar vermeleri dileği ile...

14 Ağustos 2006

Heike Salatası - Salata Ye # 13


Aslında çok güzel yemekler yaptığımı iddia edemeyeceğim ama konu salata olunca ve Yemek Cini de ev sahibi olunca katılmadan edemedim. Geçtiğimiz ayki yabancı hanımlar gününde Avusturyalı arkadaşımız Heike ev sahibi idi ve o yapmıştı bu salatayı.Hepimiz de bayılmıştık.Umarım sizler de seversiniz. Tarif Heike'ye ait olduğu için adını Heike salatası koydum ben. Sizi formda tutacak ve zevkle yiyeceğiniz bu salatayı yaparken dinlemeniz için "I'm Alive "



Malzemeler:

  • 3 Sap yeşil kereviz
  • 3 Adet büyük boy kokulu elma
  • 1 Avuç kuru üzüm
  • 4 Yemek kaşığı hindistan cevizi rendesi
  • 1 Su Bardağı yoğurt
  • 1/2 Limon suyu

Yeşil kerevizler ve elmalar küp küp doğranır. Üzüm ve hindistan cevizi rendesi ile karıştırılır.Limon suyu ile yoğurt çırpılır.Katı karışımın üzerine dökülür.

Afiyet Olsun !

Not: Orjinal tarifte kuru üzüm yerine hurma vardı, ben kuru üzümü tercih ettim.

12 Ağustos 2006

London Aquarium

Yengeç burcu olduğumdan mıdır, nedir denizi ve deniz canlılarını çok seviyorum. Türkiye'de Darıca Hayvanat Bahçesinin akvaryumunu çok sevmiştim, Barcelona'daki akvaryumla büyülenmiştim. İngiltere'de de ilk The Deep'e gitmiştik. İki sene sonrasında da London Aquarium'u görme şansım oldu ve açıkçası London Aquarium,The Deep ve Barcelona akvaryumlarının yanında oldukça küçük kaldı gözümde. Aaaa bitti mi şimdi gezilecek yerler dedim resmen. Ama gene de denizle, suni bir ortamda da olsa içiçe bulunmak, canlıları hele de utangaç deniz atlarını görmek çok güzeldi.


O sıralar Nemo gündemdeki filmdi ve çocukların " Mamiiiii look Nemo !" demeleri çok hoştu. Ardından da ekliyorlardı, "Where is the Dorry?" Bulunca bir çığlık... "There she iiiiis !"Çocukların sonraki en heyecanlandıkları sahne de Stingrayler yani bizim Vatoz olarak bildiğimiz balıklardı. Kedi gibi kendilerini sevdiren Stingraylere hayran olmamak ve onları sevmemek de elbet imkansızdı. İşte bizim çektiğimiz sahnelerle kendini sevdiren Stingrayler...






Denizlerin renkli canlılarından birkaçı.








Dün akşam Tv'da bir belgeselde kocaman bir su kaplumbağasına otopsi yaptılar ve ölüm sebebinin suya atılan naylon torba olduğu anlaşılınca çok üzüldüm. Bizler bencil insanoğulları olarak elimize ne geçerse suya atıyoruz ve içinde başka başka hayatların devam ettiğini hiç düşünmüyoruz. Daha duyarlı olmamız dileği ile...


09 Ağustos 2006

Tarihçi - Elizabeth Kostova


Bugün Tv'da Channel 4'da Richard and Judy'i seyrederken okunacak kitaplar arasında Tarihçi'yi öyle methettiler ki sizinle paylaşmak istedim. Özellikle de yabancıların kitabın Türkiye'de geçen bölümlerinden ve oradaki Türk'ten övgü ile bahsetmelerini çok sevdim ve okuyan varsa ya da okumak isterseniz diye paylaşmak istedim. Kitabı Türkiye'de İnkılap Kitapevi yayınlamış ve Türkçe baskısı da var.


Bol kitaplı günler dileği ile...

08 Ağustos 2006

Parental Violence



Bugün sevgili arkadaşım Göksun maille yollamış bu videoyu.O kadar anlamlı geldi ki paylaşmak istedim.

Herkesin yavrusunu çok sevmesi dileği ile...

07 Ağustos 2006

Lady in Red





Bilgisayar başından dışarıya bakınca bu güzelliği görüp duruyorum. Dayanamadım gidip yeni makinamla bir deneyeyim fotoğrafını çekmeyi dedim ve de aklıma Chris De Burg eşliğinde sizlere sunmak geldi...

Bunlar da bahçemizin diğer güzelleri...

Şeboşcuğum ve Gönülcüğüm nice senelere tüm sevdiklerinizle...
Bahçemizden ve bizlerden size sevgi ile...

04 Ağustos 2006

Emma Shaplin



Yıllardan 98 ya da 99 idi sanırım. Bir televizyon kanalının kutlamaları sırasında televizyonda gördüm Emma Shaplin 'i... Sesi ve kostümleri harika idi. Nefis bir show sundu. Hemen ardından Paris'e gittiğimde ilk yaptığım Fnac'dan Emma cd si bulmak oldu. Stresli bir günün ardından ruhunuzu okşayan bir müzik dinlemek istiyorsanız kesinlikle tavsiye edilir... Meleklerin sesi diye yorumlayanlar var, benden söylemesi...



03 Ağustos 2006

York

Hepiniz New York, New York diyorsunuz değil mi? İşte size onun atası York!
İngiltere'deki her şehir isminden bir tane Amerika Birleşik Devletleri'nde, bir tane Kanada'da, bir tane Avustralya'da ve de daha aklıma gelmeyen eski İngiliz sömürgesi olan devletlerde de birer tane var. İsim aynı da, şehirler birbirinden tümü ile farklı. Ben, New York'u göremedim, ama York'u çok sevdim. Ortaçağdan kalma, buram buram tarih kokan bir şehir. Romalılar'ı görmüş, Viking'leri görmüş....

İlk fotoğraf
Clifford's Tower'a ait. York'u uzun surlar çevrelemekte imiş. Bu kule de onların parçası sanıyorum.




Vaktimiz kalmadığı için Vikinglerden kalma eserlerin sergilendiği
Jorvik Müzesi'ni göremedik ama ara ara şehir içinde Viking eserlerine rastlayabildik.

York Minster, Romalılar zamanında kurulmuş bir katedral. İçindeki vitraylar 800 senelikmiş. Ağırlığı nerede ise 3 tonu bulan, dünyadaki ağırlık açısından 4. sırada yeralan 14 tane çanı varmış. York Minster da dünyanın en büyük katedralleri arasında bildiğim kadarıyla. Şehri gönüllü bir rehber aracılığı ile gezdik Biz York Minster'ın kendisinden çok lojmanına bayıldık.




WHIP - MA - WHOP - MA - GATE : Bu isim çok şirin değil mi? York'un en kısa sokağı imiş. " Amma sokak ! " anlamına gelen Whitnourwhatnourgate'den şimdiki adına dönüşmüş.


York'un
hayalet turları da çok meşhur. Bizi gezdiren rehber korkutmamak için en masumlarını anlattı, ama o şehirde yaşasam, geceleri o sokaklardan geçebilir miydim bilemiyorum.

Shambles ortaçağ York'unda koyun kasaplarının bulunduğu sokağın adı.Buzdolabı ortaçağ İngiltere'sinde henüz icat olunmadığından etleri binaların gölgesi eşliğinde soğukta tutmuş oluyorlarmış.




Kale kapısı bize o zamanları yaşattı. Demirlikler, istenmeyenlerin, şehre girişini önlemek için, kızgın yağ dökülen delikler, hatta tutsakların barındırıldığı zindanı bile vardı. Zindanın olduğu üst kısımdan şehrin görüntüsü de çok güzeldi. Bu alan aynen Canterbury'de de var. Zaten iki şehir birbirinin ayna ikizi sanırım.


Eğri büğrü binalarla da çok karşılaştık biz York'ta. Acaba özel bir inşaat tekniği mi yoksa özellikle mi böyle yapılmışlar ben çözemedim.

Warwick Castle'dan sonraki durağınızın York olması dileği ile...

01 Ağustos 2006

Warwick Castle

Epey sıkıntılı bir dönemde, Yıldız sağ olsun, tuttu kulağımızdan bizi Warwick Castle'a götürdü. Kafalarımızı biraz dağıtalım diye ve çok güzel bir gün geçirdik orada.Birkez daha sağ olasın Yıldız.
Kapıda bizi ortaçağ kıyafetleri, çalgıları ile şarkı söyleyenler karşıladı.



İngiltere'ye geldiğimden beri gezdiğim ilk gerçek kale idi desem yalan söylemiş olmam herhalde. Zira, Cambridge'in de kalesi var, ama tepe demek daha doğru oraya. Bina falan yok üzerinde çünkü ! Adı kale kendi kale olmayan bir yer.

Warwick Castle'ın işletmesini Madame Tussaud'un da sahibi olan Tussaud Group almış. Pek de iyi etmiş. Sunulan eğlenceler, kıyafetler, canlandırmalar aynı ortaçağdaki gibi yapılmış ve o kokuyu hissediyorsunuz. Mumdan yapılmış maketleri görüyorsunuz; canlı gibi size bakıyorlar. Kalenin tarihi , kimlere ev sahipliği yaptığı da ilginç.

Bizim gezip gördüklerimize gelince;

İlk gördüğümüz yer gül bahçesi idi.Minik, içinde nilüferleri barındıran bir havuzcuk, mevsimi geçtiği için güzelliğini kaçırdığımız güller...Bu yolda güller açmışken yürümeyi isterdim doğrusu !

Kalenin etrafı su ile çevrili imiş zamanında, düşmana karşı korunmak için.

Filmlerdeki kaleler gibi bir köprüden geçilerek girilen heybetli, demirlikli bir kapısı var. Kapıdan içeri girdiğinizde kocaman bir avlu karşılıyor sizi. Sola dönünce baktık kocaman bir kuyruk, zindanlar içinmiş.Kuyruğu beklerken bu yerdeki şey dikkatimi çekti ama ne işe yarar bilmiyorum. Belki ceza verilen yalancılıkla suçlanan birileri içindir???

O zamanın savaşçıları bayağı süslü olsalar gerek. Savaşa giderken demir şapkasının tüyü ya da zırhının fırfırlı yakası kusurdu dedirtiyorlar insana.



Kalede hayatı canlandırmışlar, işte çamaşır yıkayan kadın ! Ellerinin duruşuna, ne kadar gerçek gibi göründüğüne dikkatinizi çekerim.

O zamanlar kullanılan baharatların sergilenmesine ne dersiniz?

Burası da ziyaretçilerin yemeklerini yiyebilecekleri şık bir lokanta.

Eeeee bir denetçi olarak yangın hortumunun fotoğrafını çekmezsem olmazdı ama değil mi ?

Burası müzik odası imiş.

O zamanlarda hizmetli olarak çalışmak istemezdim doğrusu.En berbat iş de tuvalet temizliği olurdu herhalde. Zira o zamanlarda tuvalet yokmuş. İşlem oturaklar vasıtası ile vuku buluyormuş. Oturaklar da ya yatağın altında ya da elbise dolabında ona ayrılan kısımda bekletiliyormuş. ( "Water Closed" yani "WC" kisaltmasi buradan gelmekte imiş. ) Bütün bir gece düşünsenize ! Sonra da sabahları hizmetliler topluyormuş. Ayrıca, asilzadeler kiyafetlerini gene onların yardımı ile giyiyorlarmış. Banyolarını onlar yaptırıyormuş. Bütün işler hizmetliler tarafından görüldüğüne göre asilzadeler ne yapmakta imiş bütün gün pek merak ettim doğrusu. Yemek, içmek, eğlenmek herhalde.Ne kadar büyük ve de külfetli bir iş !!!!
Aşağıda brigandine görüyorsunuz. Demir parçacıkların üzerlerine ipek kaplanarak yapılıyormuş. Savaşta oklardan ya da sivri uçlu silahlardan korunmak amacı ile iç giysisi olarak kullanılıyormuş.

Burası da kale içinde en beğendiğim oda. Resimlerin asılma şekillerini çok sevdim. Bir de renklerin uyumunu, ama döşenişi çok abartılı idi.

Savaşın ve savaş aletlerinin hiçbirisi güzel değil ama eskiden olanlar şimdikilere göre daha medeni imiş herhalde.En azından kalleşçe değilmiş ! Gösteri amaçlı kurulmuş mancınık.

Kulelerden Warwick şehirinin etekleri çok güzel görünüyordu. Tam kıyısındaki evlere ve bahçelerine bayıldım ama her gelen ziyaretçi tarafından izlenmek hoş olmasa gerek.

Tavuskuşu bahçesi ve çalıların üzerine kendini atmış bir bahçe sakini.


Camlı serada özellikle saçları hoşuma giden duvar süsü

Ve gene tavuskuşu bahçesi?


Kalenin tümünü de bu maket yardımı ile gözünüzde canlandırabilirsiniz.


Kesinlikle görmenizi tavsiye edebileceğim bir yer Warwick Castle.
İngiltere'de pek çok şeyin reklamı yapılır ama gidince ya da görünce harcamalarınıza yanarsınız. Hiç de beklediğiniz gibi çıkmaz. Ama Warwick Castle'a gittiğinize kesinlikle değiyor.Yanlız, giderseniz sabah erkenden gidin ve
Bank Holiday'e denk getirin ki etkinlikleri kaçırmayın ve sayısı daha çok olsun !

Savaşsız, sevgi, mutluluk dolu günler sizlerle olsun!