Her daim olduğu gibi, Ponpon hanımı uyutmuş, bütün gün içerisinde pek de elimi süremediğim bilgisayarın başına oturmuştum. Gecenin ilerleyen saatlerinde, benim gibi gece sakin kafaya yazıp çizeyim diyenlerle bir yandan konuşup, bir yandan e-postalarıma bakıyordum ki,
Miss Çilek, İpek'ten bir e-posta geldi. ''Dilek, sana sormam gereken birşey var, telefonunu ve uygun zamanını bildirmeni rica ediyorum... ''
Yazıştık ve nihayet seneler sonra(ilk sanal günlüklerimizi yazmaya ve birbirimizle konuşmaya başlamamız 2006'ya dayandığına göre seneleeeer hatta) ilk defa sesini duymuş oldum İpek'in. Defalarca buluşmayı planladık ama illaki bir engel çıktı. Heyecanlı bir ses tonu ile İpek, ''Benim
Atölye Çocuk Evi'nde geridönüşüm atölyem var, orada velilerle geridönüşüm çikolatası yapacağız ve benden GDO'ları anlatmam istendi, sen de yardımcı olur musun? GDO nedir, ne değildir anlatmak ister misin?'' diyordu telefonun öbür ucunda.
''Aman İpek, ben alt tarafı meraklı bir okur, çocuğuna iyi olanı yedirmeye çalışan bir anneyim, uzman değilim ki!'' deyivermişim. ''E hepimiz öyle değil miyiz? Sen daha fazla okuyorsun, Berceste'de de yazıyorsun GDO ile ilgili, haydi o gün beni yalnız bırakma'' dedi. Ulaşım işine de bizim evin beyi yeşil ışık yakınca, tamam dedim. İngiltere'ye gittiğimden beri, yani en az 8 senedir, çok kalabalıkların karşısına çıkıp birşey anlatmamıştım. Denetim yaptığım yıllardan açılış, kapanış konuşmalarına, zorlu mücadelelere alışıktım da, çok uzun süredir evde sakin ve dingin yaşama daha çok alışmıştım sanki.
Ben GDO'ya dair ne varsa, hemen hemen hepsini, İpek'in de bir dönem çocuklarla etkinlikler yaptığı,
Fikir Sahibi Damaklar'dan öğrendim. O yüzden, ''Defnesiz olmaz bu iş'' dedim. Ama Defne çok yoğundu. Bir yandan ''Lüfer aşkına!'' diyordu, bir yandan yeni, güzel başka adımlar atıyordu, nefes alacak hali yoktu neredeyse. Bu sebeple iş başa düştü. Oturup, tek tek notlar gözden geçirildi. Filmler yeniden seyredildi. Yeni notlar alındı. (tüm bunlar evin uğur böcüğü uyuduktan sonra sabahın ilk saatlerinde yapıldı elbet) FSD'nin özenle hazırladığı broşürlerin dağıtılmak üzere hazırlanması rica edildi. Bir tatlı heyecan aldı bizi, bir yandan İpek telefonun öbür ucunda, diğer yanında ben... İpek durup durup
Başak hanımı anlatıyordu. ''Şu anda Amerika'da, o yüzden ne yazık ki, göremeyeceksin ama bir görsen o kadar çok seversin ki, o kadar kendisini işine adamış bir insan ki, tanışmanızı çok isterdim...'' diyordu.
Bende bir merak, neden ve nasıl GDO soruları Atölye Çocuk Evi'ne vardım ''O gün'' geldiğinde. İpek'in Santral İstanbul'da çocuklarla atölyesi vardı. İlk, Güneş hanımla tanıştım. Velilerle birlikte Yeni Yıl için, çocuklara hediyeler hazırlıyorlarmış. Güneş hanım, dikiş makinesinin başında, veliler dikmek istedikleri ile sırada, kimisi yerde, kimisi boncuklara gömülmüş bir halde minicik masa ve sandalyelerin üzerinde, ellerinde kumaşlar, iğne, iplik... Mutfakta ocakta çay, masanın üzerinde birbirinden güzel yiyecekler, sıcacık bir ortam vardı burada, daha önce hiçbir anaokulunda görmediğim.

Bizim evin böcüğü için anaokulu arayışına hiç girmemiştim. Daha küçük diye. Erken yaşta giderse okuldan bıkar diye. Çeşitli platformlarda yazılar okumamıştım, araştırmamıştım. Hatta o bilinen adı geçen, övülen yöntemlere karşı bir direnişim de vardı içten içe, hele oyuncaklara materyal, onlarla oynamaya aktivite diyenlerden uzak durmuştum hep. Ama arkadaşlarımın çocuklarını almaya gittiğimiz zamanlardan, Türkiye'de ve İngiltere'de pek çok anaokulu görme şansım olmuştu. İnanın hiç biri Atölye Çocuk Evi'ne benzemiyordu! O gün velilerle yapılan çalışma için düzenlemeler yapılmış desem, sonradan girdiğim web sitelerinde gördüm ki, değilmiş, okul hep böyle imiş. Bildiğiniz atölye idi bu anaokulu, gerçekten de adı gibi bir atölye. Onların da izledikleri bir sistem, bir yaklaşım tarzı var.
Reggio Emilia Yaklaşımı olarak biliniyormuş. Hani mutlaka bir yaklaşıma bağlı kalınacaksa, bir parça okuduğum yazılarla, bu yaklaşıma kanım daha çok ısındı diğerlerine göre benim. Ama en çok da içindeki insanlarla sevdim ben bu anaokulunu. Beni karşılayan Güneş hanım adı gibi ışıklar saçıyor, pozitif enerji veriyordu etrafına. Herşey mükemmel olsun diye koşturan Fatih beyin Başak hanımın eşi olduğunu öğrendim sonradan. Öyle ki, eşinin adı geçince, ondan bahsedilince, gözleri dolu dolu olan birisine çocuk emanet edilir diye düşündüm. Öğretmenlerinden velilerine dek, sıcacık bir ortama girişim daha ilk dakikalardan hissedilir oldu ve öğrendim ki, yavaş yavaş GDO içermeyen besinlerle beslenmeye geçmek isterlermiş.

Ben tüm gördüklerimi düşünürken, bir yandan da bize ayrılan odada nerede ne yapmalıyız planlarında iken İpek geldi! Hani Türk filmlerindeki ''O an'' gibi, tatlı bir heyecanla yanına gittim. İpek'te bir telaş bir telaş içeri girdi. Elleri kolları dolu... Ben konuşmaya çalışıyorum ama o hiç vaktim yok, rahat bırakın beni edasında. O zaman anladım ki, İpek beni tanımadı! E haklı, biz hiç yüzyüze gelmedik ki, Berceste'de de fotoğrafım yok görünürlerde. İpeeeek dedim, ben Dilek! O anda yüzünü görmeniz lazımdı! Filmlerdeki ''O an'' o anda gerçekleşti işte. Yıllar sonra iki sanal günlük dostunu Atölye Çocuk Evi ve GDO biraraya getirmiş oldu.
Hemen çıktık yukarıda, bizim için hazırlanan odaya. Neler yapacağımızı, neler anlatacağımızı konuştuk, planladık. İpek'in atölyesi için malzemeleri hazırladı o bir yandan. Bize güzel bir çay hazırladı baharatlardan, bitkilerden, tam kış günü içilebilen... Yapılması gereken bir iki minik dokunuş için yardım aldı Güneş hanım ve arkadaşlarından. Derken saat geldi ve tek tek veliler gelmeye başladılar. Tanıştık, biraz konuştuk. Dilim döndüğünce GDO'ya karşı duruşun, özellikle de tohumlarımıza sahip çıkmanın önemini anlatmaya çalıştım. Yarınımız için önemli noktaların üzerinde durmaya çalıştım. Ama GDO için saatler yetmez... Minicik bir farkındalık yaratabildi, gelenleri düşünmeye itebildi, daha sonra kendilerinin de araştırabilecekleri soru işaretleri bırakabildiysem anlattıklarımla, ne mutlu bana.

Saatler çok geç olmadan, anneler çocuklarına verdikleri sözü bozmadan, İpek'in atölyesi ve velilerin keyifli saatleri başladı. Evlerimizde hergün bulunan malzemeleri değerlendirerek, çikolata yaptılar çocuklarına. Hem de içerik açısından en sağlıklısından! Sonra süslediler, paketlediler, diğer hediyelerle birlikte verilmek üzere hazırladılar çikolatalarını.
Kimi veli bir lokmalık, minik toplar yapmayı tercih etti. Kimisi ise yaratıcı ruhunu kullandı ve değişik sevimli şekiller oluşturdu elindeki malzeme ile...
Hani fotoğrafta gazlı bir içecek görüyoruz bu da ne derseniz, içinde glikoz şurubu dolayısı ile GDO şüphesi geçen birkaç örneği yatırmıştık masaya! Aralarında bira bile var biliyor musunuz? Mısırdan yapılan Amerikan viskisine ne dersiniz?
Atölye tamamlanınca da veliler neler yapmışlar çocuklar için onları gördük.
Birlikte GDO konusunu konuşup, bu konuda okuduğu kitapları, önerdiği çocuk doktorunun adını öğrendiğim dünya tatlısı veli kocaman ayaklardan yer yastığı hazırlamıştı, geridönüştürülmüş malzemelerle.
Bir zamanların bornozu, şimdi çantaya dönüşmüştü bu velinin yaratıcı ellerinde.
Ya kuklamız nasıl? Çok şeker değil mi? Hele dişleri?
Defne'nin annesi de gene geridönüştülmüş malzeme ile(sanırım önceki hayatında bir kot pantalondu bu malzeme) Defne'nin adını taşıyan duvar süsüne dönüşmüş halde.
Bu da benim favorim. Kurumuş bir dal üzerine kumaş ve boncuklarla hazırlanmış duvar süsü. Duyduğuma göre, bütün Atölye Çocuk Evi öğretmenlerinin evinde bir tane varmış!
Veee esas sanat şaheserleri. Şaheser diyorum, çünkü bunlar bizzat çocukların eseri. Öyle lise öğrencisi falan da değil. Bit kadar, kaşık tutmayı acaba becerebilir mi dediğiniz yaştaki küçümenlerin. Hani bana kalsa, ben evde hayatta çekiç, çivi, testere vs elletmem bizim bücüre. Ama bu okulun bücürleri, bahçede oynayacakları atı dünyaya getirmişler, minik, maharetli elleri ile.
Çalışma masalarının ve taburelerinin şirinliğine bakar mısınız? Bu sanırım miniklerin marifeti değil ama yapanın, düşünenin ellerine sağlık.
Yelkenli gemileri bile var bızdıkların kendi imalatı...
Merdivenler, duvarlar ayrı ayrı güzel el emekleri ile dolu. Üstelik öyle her okulda gördüğünüz, görebileceğiniz sıradanlıkta şeyler de değiller.
Günün özeti, İpek ile tanıştık. Dünya tatlısı bir insan, aynen tahmin ettiğim gibi. Ona yakın olmayı, her daim görüşmeyi isterdim. (Kulaklarınız çınlasın
Akın amca.) Bizim bücürle bir atölyesine katılmayı...
Bizi biraraya getiren bu güzel okuldan, çalışanlarından, velilerinden etkilendim, hem de çok. Başak hanımla tanışmayı isterdim, böyle güzel şeyler yaptığı için. Dilerim bir gün kısmet olur...
GDO konusunda merak edenler ise FSD'nin sesine, Prof Dr.
Kenan Demirkol'un sesine, Prof Dr
Tayfun Özkaya'nın sesine kulak versin. Mutlaka ama mutlaka
Food Inc'i,
The Future of Food'u (hatırlatma için teşekkürler
ycurl) seyretsin.
Michael Pollan'in kitaplarını okusun. Tarımda farklılık yaratan
Bill Mollison ve Permakültür,
Masanabu Fukuoka ve Doğal tarım, yöntemlerinin neler olduğunu araştırsın, onların kitaplarını okusun, sizi çok etkileyecek emin olun!
Minicik bir tohumun, hayatımızı nasıl yönlendirdiğini, ceplerimize, sağlığımıza, çocuklarımızın hayatına nasıl sızdığını, nasıl değiştirdiğini, nasıl yönlerdirdiğini, nasıl ruhumuzu, bedenimizi satın aldığını görsün. Aman dikkat geliyorum demiyor, gümbür gümbür geldi bile GDO'lar kapımıza!
GDO ile ilgili diğer yazılarım için ise alttaki GDO etiketine bir tık lütfen!