
O sıralarda Ayça'nın yazısı gözüme çarptı. İlk cümle, tam da bam telime basıyordu! Bir köşeye not aldım beynimde. Sonra severek okuduğum, fikirlerine güvendiğim Sibel'in yazısını gördüm. Bizim yoğurtlar için, uygun süt bu süt dedim. Biraz internette araştırdım. Nedir, kimdir Gündönümü'nün sahipleri diye. Baktım eğitimli insanlar. Tanınmış, bilinen bir aile. Boşuna ismini karalamak da istemez. Güvendim, hem de çok güvendim ve hemen iletişime geçtim Aysun hanım ile. Aysun hanım da, bu güveni boşa çıkartmadı. Dolu dolu bilgilerle, mis gibi bir sütle geri döndü.
Minik bir de sistemi var bu işin. Önce Aysun hanım ile iletişime geçiyorsunuz. Dağıtım ağına, o günün şartlarına bakıp, size sütü iletme durumunu inceliyor, cevabı ile birlikte size geri dönüyor. Hangi gün süt alacağınızı öğreniyorsunuz ilk olarak. Cep telefonu numaranızı veriyorsunuz. Süt alacağınız günden 1 gün önce, sms geliyor telefonunuza. Böylece süt siparişinizi unutmuyorsunuz. Ne kadar süt sipariş edeceğinizi cevap olarak iletiyorsunuz ve kapınıza kadar geliyor sütünüz. Mis gibi...
Eh biraz uğraşıyorsunuz savura savura kaynatmakla, yoğurtla ama gerçek süte de ulaşıyorsunuz. Üzerindeki kaymağı cam kaba aktarıp(Afyon kaymağı da neymiş diyerek) ertesi güne yenmek üzere buzdolabına koyuyorsunuz. 1 bardak sütü hemen küçümene yoğurt olsun diye mayalıyorsunuz. Siz de, sütlü kahvenizi yudumlayıveriyorsunuz ardından. Geri kalan sütle ne yapacağınız size kalmış. Biz hergün, günlük yoğurt mayalıyoruz. En az 5L geliyor haftada bir ki, bize o bile yetmiyor! Eğer kaynatır, şişeler, hemen(soğumasını beklemeden) buzdolabına koyarsanız uzun süre dayanıyor. Yok buzdolabıma kıyamam diyorsanız, soğutup koyarsınız, bozulmasın diye de, 3-4 gün sonrasında kalan sütü toptan yoğurt ya da lor yaparsınız. İhtiyacınıza göre.
Kefire de yetiyor süt hatta bizde.Evren sağolsun, onun sayesinde kefir de yapabiliyoruz artık!
Gündönümü ve Aysun the sütçü ile tanışma hikayemiz böyle. Eylül ayından beri bizim evin küçümenini Gündönümü'nün inekleri besliyor. Ocak ayından itibaren sütünü içmeye de başladı hatta...
Gelelim ziyaretimize. İnternet günlüklerinde okuyup duruyordum. Aysun the sütçü pikniğine gittik, şöyle eğlendik, böyle mutlu oldu bizim küçümenler diye...
Bu sene biz de listeye girdik. İkinci pikniğe gidebilmeyi başardık. Hava muhteşemdi. Yolda giderken erguvanlar, çiçekler, doğa muhteşemdi. Aysun hanımın tarifi üzerine, elimizle koymuş gibi bulduk yeri. Katılan herkes karınca kararınca, yeteneğince yiyecek getirdi. Ortak bir masamız oldu. Hepsi birbirinden lezizdi. Herkesin ellerine sağlık. Ponpon hanım en çok Aysun hanımın sakızlı, vişneli muhallebisine ve adını hatırlayamadığım bir sütdaşımızın tonton poğaçalarına bayıldı! Onları yapan ellere ayrıca teşekkürler...

Aysun hanım, ''kızlarım'' dediği ineklerine gözü gibi bakıyor. Hastalıklardan âri durumda olmalarına özen gösteriyor. Yedikleri, içtikleri ile özel olarak ilgileniyor. İthal yem kullanmıyor, mısırı yerli üreticiden alıyor, çiftliğin bir bölümünde yetiştirdiği yoncaları kışlık yeme katıyor ve iki ayrı merada kızlarını serbest olarak otlatıyor. Eh günümüz koşullarında bundan başka ne yapılabilir bilemiyorum.
Amerika'nın GDO'lu mısırdan glikoz şurubu yapıp, artan atıkları hayvan yemi olarak sattığını, bunların ülkemize de geldiğini, Ukrayna'nın Avrupa'nın 1 numaralı ucuz mısır satıcısı olduğunu, GDO'lu mısır sattığını, Fransa'nın tüm araştırmalarını Ukrayna üzerindeki bu genleri ile oynanmış bitkilerde yapmak için destek verdiğini, bir de Çernobil'in kalıtınlarının hala bu ürünlerde olduğunu düşününce, içim nasıl kötü oluyor bilemezsiniz.
Aysun hanım tüm bunların bilincinde, tüm bunları tek tek izleyen, hatta bizleri uyaran konumunda. O yüzden güvenimiz sonsuz... Biliyoruz ki, gün gelip mısır bulamazsa, durumum bu, hayvanlarımın yaşaması için ben bunu yapmak zorundayım, karar sizin der, o kadar açık yürekli ve o kadar açık sözlü. Biliyoruz ki, işletme sahibi ama sonunda o da bir anne.




Onların haline gülümseyen bizler de, hangi yemden nasıl karışım hazırlandığını, hamile inekler ile süt veren ineklerin, buzağıların yem oranlarının farklı olduğunu, bu karışımların özel olarak hazırlanıp ayrı yerlerde bekletildiğini öğreniyoruz.





İşte bizim küçümen, bu Figen kız ile dost oldu. Bakıcısı, yanına girmesine izin verdi bizim küçümenin. Aynı boyda yanyana çok şekerlerdi. Bizimki onu, o bizimkini kovaladı. Bir ara Figen, mama sandı Ponpon hanımın hırkasını. Onu kolundan yakaladı. Bizimki ''ah anne ah, ah anne ah, mööö'' derken şaşkın bir ifade ile yüzümüze bakıyordu. O sırada biz de gülmekten ölüyorduk. Figen hanım, anneyi de ayağından yakaladı. Anne, kot pantalonunun taşlı işlemeleri Figen'in boğazına kaçmasın diye paniklerken, bizim küçümen iyice dehşete düştü. Sonra biraz uzaklaşınca, anlattık tekrar. Acıkmış Figen, mama zannetti bizi, o yüzden, çok tatlı Figen bak dedik. Bol bol öpücük gitti Figen'e. Döndü döndü el salladı, öpücük gönderdi. Şimdi soruyoruz, Figen sana ne yaptı? Eli ile kolunu tutuyor ucundan, ıh diyor. Kolundan, öyle çekmiş Figen!


Herkes ayrı bir mutlu, yüzlerde gülücükler. Gülümsemekten çene kaslarımız yoruldu, o derece...
Bize evini, çiftliğini, gönlünü açan, aile fertleri ile tanıştıran, bilgiyi her daim paylaşan, doğruyu bulmaya her daim hazır olan Aysun hanıma, kar kış demeden kapımıza kadar sütümüzü getiren aile üyelerine(aile diyorum çünkü kan bağları olmasa da tam bir aile olarak göründü tüm çiftlik çalışanları gözümüze) çok teşekkür ediyor, bir başka piknikte buluşmak dileğiyle diyoruz...
Ponpon hanım da hala Möööö diyor, ona da en kısa zamanda bir möööö oyuncak bulunacak, kayıtlara geçile!