
Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun! Nice coşkulu bayramlara hep birlikte ulaşmak dileği ile...
Sonbahar yaprakları gibi dökülen sevdiklerimiz, tek tek vahşice alınan canlar, yurdum insanının çoğunluğunun istemediği ama bir şekilde istiyormuş gibi gösterildiği olaylar. İzinden asla dönmeyeceğim, döndüremeyecekleri Atatürk'ümün içini sızlatacak sözler...
Bardağı taşıran damlalar gibi görünse de, şu an hepimizin birlik olma zamanı. Hepimizin tek bir ağızdan, tek bir gövdeden haykırma, kalkan oluşturma zamanı.
Birlik olmamız için, aynı hedefte birleşme zamanı.
Aynı hedefi belirleyebilmek için de, aynı dili konuşma zamanı!
Bu durumu, yıllardır bizlere anlatmaya çalışan biri var. Örneklerle, yaşadığı olaylarla, şahsen tanıdığı kişilerden alıntılarla, geleceğe ışık tutacak sözleri ile... Eylül ayında Tûba bahsetti kendisinden. Ben de tekrar, onun adı üzerine yazılmış ''Hedef Türkiye'' kitabından ve yazdıklarından bahsetmek, daha doğrusu net bir şekilde anlatabilmek için, alıntı yapmak istiyorum.
Saygı duyduğum, şahsen tanıma şerefine ulaşamadığım ama tanışmayı dilediğim sayın Oktay Sinanoğlu'ndan bahsediyorum.
Kendisi 26 yaşından beri profesör. Uzmanlık alanı kimya. Buluşları var. İki kez Nobel'e aday gösterilmiş. 1935 doğumlu. Konsolos olan babasının görev yeri İtalya'nın Bari şehrinde doğmuş. Kendisi özellikle altını çizerek, ''Orası, kanunlar gereği Türkiye toprağı idi'' diyormuş. Esin Avşar'ın ağabeyi. Bilimle uğraşmasının yanında, yaşadığımız olaylara ışık tutacak, pek çok savı var. Aralarında en sevdiğim Oxford Üniversite'sinin yerleşim planının, Selçuklu medreselerinden alınmış olduğu iddiası. Hatta şu anda Oxford ve Cambridge Üniversiteleri'ndeki cübbelerin de medreselerdeki hocaların cübbelerinden esinlenerek yapıldığını söylüyor. Araştırmasını sizlere bırakarak, ''Hedef Türkiye'' (Otopsi Yayımevi) kitabının 93 - 97 sayfalarında alıntı yapıyorum:
Türkçe Giderse Türkiye Gider!
Nerede görülmüş ki, bir milletin insanları 100 yıl önce, hatta 50 yıl önce yazılanları anlamasın?
Nerede görülmüş ki, insanların kullandıkları kelimelerin(sözcük de desen olur. O da Türkçe.) cinsine göre siyasi tavırları, bağlantıları, hatta dine karşı tutumları belirlensin? Olmaz! Böyle garabetlere Türkiye'den başka bir yerde rastlamak mümkün değil!
Türkçe'nin başına gelenler, hızla gelmekte, getirilmekte olanlar, aynı zamanda Türk milletine neler yapılmış olduğunun, Türkiye'nin başına da neler gelebileceğinin birer açık seçik göstergesi. Onun için kendisini Türk sayan, bu kültürün mensubu olan, içinde hâlâ gerçek vatan, millet sevgisi olan herkesin artık pürdikkat kesilmesi, ufak tefek ayrı-gayrılıkları bırakıp, birkaç ana hedef konusunda birleşmesi gerekiyor. En önemli hedef, birinci kurtuluş cephesi, Türkçe. Neden mi? Unutmayalım:
Türkiyenin kurtuluşu, Türkçe'nin kurtuluşuna bağlıdır. Türkçe giderse, ne Türkiye kalır, ne Türk Dünyası, ne de Türk( yâni Türk kültürüne mensup olanlar)
Türkçe'nin başına gelenler
Bir dilin yaşayabilmesinin ilk şartı, eğitim dilinin tümüyle o dilden olması. Onun içindir ki, sömürgeleşmemiş her ülkede eğitim dilinin resmî dilden başka bir dilde olması ülke anayasasına aykırıdır. O kadar ki, Avusturya gibi ülkelerde yabancı öğrencilerin bile, başka dilden eğitim görmeleri yasalara aykırı. Hele yabancı dilden eğitim anaokuluna kadar inerse o ülkenin dili bir iki nesil sonra toptan yokoluyor. İşte İngilizler bunu İrlanda'ya yaptı. Ama o zaman İrlanda, İngilizler'in İrlandalılar'a yaptığı envai çeşit zulümlerle tuzlanmış bir işgal altındaydı. Fransızlar da, Osmanlı Türk devletinden koparttıkları Müslüman Kuzey Afrika ülkelerine aynı siyaseti güttüler. Zulümler hala devam ediyor( kullanılan el altı yöntemlerine iyi bakmak lazım.) Oralarda pek Arapça kalmamış. Bunun arkasında, Roma İmparatorluğu'nun eskiden Hristiyanlaşmış eyaletlerini Müslümanlık'tan sıyırıp yeniden Hristiyanlaştırmak yatıyor.
Dil ve din yokedilirken bir yandan da Müslüman yer isimleri hep Hristiyan Roma dönemi adlarına dönüştürülüyor.(Acaba bizim gençlerden artık kaçı ''Libya'nın Osmanlı ''Fizan''ı olduğunu biliyorlar; ya ''Tripoli''nin ''Trablus Garp'' olduğunu? Çok uzaklara gitmeye gerek yok: ''Göreme'', ''Kapadokya''(hatta ''Cappadocia'') olmadı mı? Behramkale resmen ''Assos'', daha önceleri ''Reşadiye'' olan yer şimdi ''Datça'' değil mi? Hatırlayan kim? Hadi bunları da bırakın: TCDD, Haydarpaşa Garı'na öyle bir ''Türkiye'' haritası asmış ki-çoktandır orada-her köyün, her derenin adı bile Yunanca/Latince! Geçenlerde THY'nin ''Skylife'' dergisinde de benzeri bir harita gördüm.)
Türkiye'de İngilizce eğitim dilli ilk Türk okulunun Türk Eğitim Derneği'nin Yenişehir Lisesi'nin(benim okuduğum okul) İngiliz/Amerikan parmağıyla ''Ankara Koleji'' 'ne 1954'de dönüştürülen okul olduğunu kaç kere yazdım. Sonra bu oyun çorap söküğü gibi gitti: ''Anadolu(yani ''Anatolia''; yani Roma eyaletinin adı) Liseleri, Kolejler, sonra ODTÜ, derken Boğaziçi Üniversitesi, yakınlarda da, şimdiki Y.Ö.K eliyle nerdeyse tüm üniversiteler. İngilizce ile eğitim diğer Avrasya Türk ülkelerine de götürüldü. Nisan 2000'de sessiz sedâsız bir Talim Terbiye(Milli Eğitim Bakanlığı) kararı çıktı: 5-6 yaşındaki çocuklara İngilizce mecburi oluyor. İşte 40 yıldır korktuğum başımıza geldi. Bundan sonra bir nesil geçince(Kazakistan'da da Rusların yaptığı gibi) ana baba çocuğuyla Türkçe konuşamayacak.
Hâlâ çıkıp ''Yâni çocuklarımız İngilizce öğrenmesin mi?'' diyecekler var mı? Gerçi, bu ayaklara artık pek gerek kalmadı. İç düşmanlar, dış düşman ortada gözükmeden, aldı başını gidiyor, pervasızca bir gidiş, gidiş değil, tasallut, Türk'ün her değerine korkunç bir saldırı. Çocuklar her ülkedeki gibi kendi resmî dilini(yani çoğunluğun anadilini) iyice, eskisiyle, yenisiyle, lehçeleri ile hele bir öğrensin, mesleğini, işini gücünü Türkçe ile yapabilir olsun, ondan sonra gereken yabancı dil ve ya dilleri ayrıca, yabancı dil kurslarında(her ülkedeki gibi) ve yeteri kadar öğrenebilir. Yalnız ve yalnız sömürgelerde, âmir ülkenin dilini bilmeyen adamdan sayılmaz, iş bulamaz. Zaten sömürgeleşince yaratıcı düşünmeyi, kafa yormayı gereken işler, meslekler kalmaz ki. İş sahaları sadece yabancının ''hamburgerci''sinde, ''pizzacı''sında, yabancının eline geçmiş toprağında ırgat olarak çalışmak, en kabadayısı yabancı malları pazarlamak, reklamını yapmaktan ibaret kalır. Ne oldu sanayileşme? Ne oldu modern tarım ve hayvancılık geliştirmeye? İşte size bir tavuk mu, yumurta mı önce hikayesi: Yabancı dille eğitim, kafaları, ruhları sömürgeleştirir. Böyle kendi ulusuna yabancı gibi yetişenler de sömürgeci, vahşi Batı'nın bütün telkinlerine sarılıverirler. Ne sanayi kalır, ne tarımın sonunda ne de toprağın. Derken sömürgecinin hâkim kıldığı bu vatansız sınıf, eğitim dilini yabancı sömürgeci diline çevirmede, tarihine küfretmede, yer isimlerini düşmanın diline çevirmede gemi azıya alır; ve bir fasit dairedir, kısır döngüdür gider. Bunlar yalnız ülkemizde oluyor zannedilmesin. Bütün sömürgelerde aynı şeyler olmuştur.
Tersine, kalkınan ülkeler ise(''Asya Kaplanları'' gibi), bu sömürgeleştirilme tuzağına düşmemiş, Batı'nın, IMF'nin dediklerine direnmiş, bağımsız bir tutum içinde ve haysiyetlerini, kendilerini koruyarak Batı ile etkileşimlerini sürdürmüşlerdir.
Görülüyor ki, ''Türkçe'' derken, iktisat dahil hayatın her unsuru işin içine giriyor.
Türkçemize sahip çıkmanın, onun için de en başta yabancı dille eğitime karşı durmanın artık bir hayat-memat, ölüm-kalım meselesi olduğundan kimsenin şüphesi kalmasın. Bu konuda tüm vatanseverler birleşmeli. Ancak bu birleşmeyi engelleyen bazı mânâsız engebeler oluşturulmuş. Bunlara başka bir yazıda göz atacağız inşallah. Türkçe'nin başına gelenler arasında bunlar da var. Bu ara unutmayalım:
Türkçe olmadan Türk Kültürü olmaz,
Türk kültürü olmadan Türk Kimliği bulunmaz,
Kimliksizin öz güveni, özüne itibarı yoktur,
Özüne itibarı olmayanın haysiyeti olur mu?
Türk dediğin haysiyetsiz yaşamaz.
****************************
İlerleyen günlerde, aldığım ürünlerin üzerindeki bazı işaretleri, bunların kullanım şeklini ve Oktay Sinanoğlu'ndan alıntı yaparak yazdığım bu yazıdaki açıklamaların ne kadar doğru olduğunu göstermeye çalışacağım.
Beden dili üzerine aldığım eğitimde, beden dilinin algılamanın %60'ını, ses tonumuzun, vurgularımızın %30'unu, sözcüklerin ise sadece ve sadece %10'ununu oluşturduğunu öğrenmiştik. Bu da gösteriyor ki, doğru sözcüğü, doğru yerde seçmemiz çok önemlidir. Özellikle de yazışmalarda! O doğru sözcük de kanımca kendi dilimizde olmalıdır.
Anlaşabileceğimiz, birlik olabileceğimiz, parlak günler dileği ile...
Sonbahar yaprakları gibi dökülen sevdiklerimiz, tek tek vahşice alınan canlar, yurdum insanının çoğunluğunun istemediği ama bir şekilde istiyormuş gibi gösterildiği olaylar. İzinden asla dönmeyeceğim, döndüremeyecekleri Atatürk'ümün içini sızlatacak sözler...
Bardağı taşıran damlalar gibi görünse de, şu an hepimizin birlik olma zamanı. Hepimizin tek bir ağızdan, tek bir gövdeden haykırma, kalkan oluşturma zamanı.
Birlik olmamız için, aynı hedefte birleşme zamanı.
Aynı hedefi belirleyebilmek için de, aynı dili konuşma zamanı!
Bu durumu, yıllardır bizlere anlatmaya çalışan biri var. Örneklerle, yaşadığı olaylarla, şahsen tanıdığı kişilerden alıntılarla, geleceğe ışık tutacak sözleri ile... Eylül ayında Tûba bahsetti kendisinden. Ben de tekrar, onun adı üzerine yazılmış ''Hedef Türkiye'' kitabından ve yazdıklarından bahsetmek, daha doğrusu net bir şekilde anlatabilmek için, alıntı yapmak istiyorum.
Saygı duyduğum, şahsen tanıma şerefine ulaşamadığım ama tanışmayı dilediğim sayın Oktay Sinanoğlu'ndan bahsediyorum.
Kendisi 26 yaşından beri profesör. Uzmanlık alanı kimya. Buluşları var. İki kez Nobel'e aday gösterilmiş. 1935 doğumlu. Konsolos olan babasının görev yeri İtalya'nın Bari şehrinde doğmuş. Kendisi özellikle altını çizerek, ''Orası, kanunlar gereği Türkiye toprağı idi'' diyormuş. Esin Avşar'ın ağabeyi. Bilimle uğraşmasının yanında, yaşadığımız olaylara ışık tutacak, pek çok savı var. Aralarında en sevdiğim Oxford Üniversite'sinin yerleşim planının, Selçuklu medreselerinden alınmış olduğu iddiası. Hatta şu anda Oxford ve Cambridge Üniversiteleri'ndeki cübbelerin de medreselerdeki hocaların cübbelerinden esinlenerek yapıldığını söylüyor. Araştırmasını sizlere bırakarak, ''Hedef Türkiye'' (Otopsi Yayımevi) kitabının 93 - 97 sayfalarında alıntı yapıyorum:
Türkçe Giderse Türkiye Gider!
Nerede görülmüş ki, bir milletin insanları 100 yıl önce, hatta 50 yıl önce yazılanları anlamasın?
Nerede görülmüş ki, insanların kullandıkları kelimelerin(sözcük de desen olur. O da Türkçe.) cinsine göre siyasi tavırları, bağlantıları, hatta dine karşı tutumları belirlensin? Olmaz! Böyle garabetlere Türkiye'den başka bir yerde rastlamak mümkün değil!
Türkçe'nin başına gelenler, hızla gelmekte, getirilmekte olanlar, aynı zamanda Türk milletine neler yapılmış olduğunun, Türkiye'nin başına da neler gelebileceğinin birer açık seçik göstergesi. Onun için kendisini Türk sayan, bu kültürün mensubu olan, içinde hâlâ gerçek vatan, millet sevgisi olan herkesin artık pürdikkat kesilmesi, ufak tefek ayrı-gayrılıkları bırakıp, birkaç ana hedef konusunda birleşmesi gerekiyor. En önemli hedef, birinci kurtuluş cephesi, Türkçe. Neden mi? Unutmayalım:
Türkiyenin kurtuluşu, Türkçe'nin kurtuluşuna bağlıdır. Türkçe giderse, ne Türkiye kalır, ne Türk Dünyası, ne de Türk( yâni Türk kültürüne mensup olanlar)
Türkçe'nin başına gelenler
Bir dilin yaşayabilmesinin ilk şartı, eğitim dilinin tümüyle o dilden olması. Onun içindir ki, sömürgeleşmemiş her ülkede eğitim dilinin resmî dilden başka bir dilde olması ülke anayasasına aykırıdır. O kadar ki, Avusturya gibi ülkelerde yabancı öğrencilerin bile, başka dilden eğitim görmeleri yasalara aykırı. Hele yabancı dilden eğitim anaokuluna kadar inerse o ülkenin dili bir iki nesil sonra toptan yokoluyor. İşte İngilizler bunu İrlanda'ya yaptı. Ama o zaman İrlanda, İngilizler'in İrlandalılar'a yaptığı envai çeşit zulümlerle tuzlanmış bir işgal altındaydı. Fransızlar da, Osmanlı Türk devletinden koparttıkları Müslüman Kuzey Afrika ülkelerine aynı siyaseti güttüler. Zulümler hala devam ediyor( kullanılan el altı yöntemlerine iyi bakmak lazım.) Oralarda pek Arapça kalmamış. Bunun arkasında, Roma İmparatorluğu'nun eskiden Hristiyanlaşmış eyaletlerini Müslümanlık'tan sıyırıp yeniden Hristiyanlaştırmak yatıyor.
Dil ve din yokedilirken bir yandan da Müslüman yer isimleri hep Hristiyan Roma dönemi adlarına dönüştürülüyor.(Acaba bizim gençlerden artık kaçı ''Libya'nın Osmanlı ''Fizan''ı olduğunu biliyorlar; ya ''Tripoli''nin ''Trablus Garp'' olduğunu? Çok uzaklara gitmeye gerek yok: ''Göreme'', ''Kapadokya''(hatta ''Cappadocia'') olmadı mı? Behramkale resmen ''Assos'', daha önceleri ''Reşadiye'' olan yer şimdi ''Datça'' değil mi? Hatırlayan kim? Hadi bunları da bırakın: TCDD, Haydarpaşa Garı'na öyle bir ''Türkiye'' haritası asmış ki-çoktandır orada-her köyün, her derenin adı bile Yunanca/Latince! Geçenlerde THY'nin ''Skylife'' dergisinde de benzeri bir harita gördüm.)
Türkiye'de İngilizce eğitim dilli ilk Türk okulunun Türk Eğitim Derneği'nin Yenişehir Lisesi'nin(benim okuduğum okul) İngiliz/Amerikan parmağıyla ''Ankara Koleji'' 'ne 1954'de dönüştürülen okul olduğunu kaç kere yazdım. Sonra bu oyun çorap söküğü gibi gitti: ''Anadolu(yani ''Anatolia''; yani Roma eyaletinin adı) Liseleri, Kolejler, sonra ODTÜ, derken Boğaziçi Üniversitesi, yakınlarda da, şimdiki Y.Ö.K eliyle nerdeyse tüm üniversiteler. İngilizce ile eğitim diğer Avrasya Türk ülkelerine de götürüldü. Nisan 2000'de sessiz sedâsız bir Talim Terbiye(Milli Eğitim Bakanlığı) kararı çıktı: 5-6 yaşındaki çocuklara İngilizce mecburi oluyor. İşte 40 yıldır korktuğum başımıza geldi. Bundan sonra bir nesil geçince(Kazakistan'da da Rusların yaptığı gibi) ana baba çocuğuyla Türkçe konuşamayacak.
Hâlâ çıkıp ''Yâni çocuklarımız İngilizce öğrenmesin mi?'' diyecekler var mı? Gerçi, bu ayaklara artık pek gerek kalmadı. İç düşmanlar, dış düşman ortada gözükmeden, aldı başını gidiyor, pervasızca bir gidiş, gidiş değil, tasallut, Türk'ün her değerine korkunç bir saldırı. Çocuklar her ülkedeki gibi kendi resmî dilini(yani çoğunluğun anadilini) iyice, eskisiyle, yenisiyle, lehçeleri ile hele bir öğrensin, mesleğini, işini gücünü Türkçe ile yapabilir olsun, ondan sonra gereken yabancı dil ve ya dilleri ayrıca, yabancı dil kurslarında(her ülkedeki gibi) ve yeteri kadar öğrenebilir. Yalnız ve yalnız sömürgelerde, âmir ülkenin dilini bilmeyen adamdan sayılmaz, iş bulamaz. Zaten sömürgeleşince yaratıcı düşünmeyi, kafa yormayı gereken işler, meslekler kalmaz ki. İş sahaları sadece yabancının ''hamburgerci''sinde, ''pizzacı''sında, yabancının eline geçmiş toprağında ırgat olarak çalışmak, en kabadayısı yabancı malları pazarlamak, reklamını yapmaktan ibaret kalır. Ne oldu sanayileşme? Ne oldu modern tarım ve hayvancılık geliştirmeye? İşte size bir tavuk mu, yumurta mı önce hikayesi: Yabancı dille eğitim, kafaları, ruhları sömürgeleştirir. Böyle kendi ulusuna yabancı gibi yetişenler de sömürgeci, vahşi Batı'nın bütün telkinlerine sarılıverirler. Ne sanayi kalır, ne tarımın sonunda ne de toprağın. Derken sömürgecinin hâkim kıldığı bu vatansız sınıf, eğitim dilini yabancı sömürgeci diline çevirmede, tarihine küfretmede, yer isimlerini düşmanın diline çevirmede gemi azıya alır; ve bir fasit dairedir, kısır döngüdür gider. Bunlar yalnız ülkemizde oluyor zannedilmesin. Bütün sömürgelerde aynı şeyler olmuştur.
Tersine, kalkınan ülkeler ise(''Asya Kaplanları'' gibi), bu sömürgeleştirilme tuzağına düşmemiş, Batı'nın, IMF'nin dediklerine direnmiş, bağımsız bir tutum içinde ve haysiyetlerini, kendilerini koruyarak Batı ile etkileşimlerini sürdürmüşlerdir.
Görülüyor ki, ''Türkçe'' derken, iktisat dahil hayatın her unsuru işin içine giriyor.
Türkçemize sahip çıkmanın, onun için de en başta yabancı dille eğitime karşı durmanın artık bir hayat-memat, ölüm-kalım meselesi olduğundan kimsenin şüphesi kalmasın. Bu konuda tüm vatanseverler birleşmeli. Ancak bu birleşmeyi engelleyen bazı mânâsız engebeler oluşturulmuş. Bunlara başka bir yazıda göz atacağız inşallah. Türkçe'nin başına gelenler arasında bunlar da var. Bu ara unutmayalım:
Türkçe olmadan Türk Kültürü olmaz,
Türk kültürü olmadan Türk Kimliği bulunmaz,
Kimliksizin öz güveni, özüne itibarı yoktur,
Özüne itibarı olmayanın haysiyeti olur mu?
Türk dediğin haysiyetsiz yaşamaz.
****************************
İlerleyen günlerde, aldığım ürünlerin üzerindeki bazı işaretleri, bunların kullanım şeklini ve Oktay Sinanoğlu'ndan alıntı yaparak yazdığım bu yazıdaki açıklamaların ne kadar doğru olduğunu göstermeye çalışacağım.
Beden dili üzerine aldığım eğitimde, beden dilinin algılamanın %60'ını, ses tonumuzun, vurgularımızın %30'unu, sözcüklerin ise sadece ve sadece %10'ununu oluşturduğunu öğrenmiştik. Bu da gösteriyor ki, doğru sözcüğü, doğru yerde seçmemiz çok önemlidir. Özellikle de yazışmalarda! O doğru sözcük de kanımca kendi dilimizde olmalıdır.
Anlaşabileceğimiz, birlik olabileceğimiz, parlak günler dileği ile...