Geçtiğimiz hafta pazartesi günü Cambridge'in güneyinde kalan Saffron Walden'e gitmeye karar verdik arkadaşımla...Önceden de gitmiştim ve şirin evlerini çok sevmiştim.
Nedendir bilmem, 11 sene önce bu ülkeye ilk turist olarak geldiğim zaman da bibloları yapılan bizim Safranbolu evlerine benzer İngiliz evlerine vurulmuştum. Bir sürü alış-verişin(aklıma şaşayım ne bulmuşsam o zaman o kadar) yanısıra, bir kutu da hediyelik biblo ev ve etaminden işlenecek bir cottage house alıp dönmüş idim Türkiye'ye. O zamanlar nerden bilecektim ki, evlenip Cambridge'e yerleşeceğimi?
Buraya gelip yerleşince anladım ki evlerin dışı beni, içi de oturanları yakarmış! Hani derler ya, dökülüyor diye. Hele de Cambridge'de! Kiralar kocaman kocaman, içleri dökük ama dışından inanılmaz şirin görünen bir sürü ev... Tarihi, ortaçağdan kalma. İçlerinde oturanlar değişiklik yapıp, aslını bozmadan günümüz şartlarında yaşamaya elverişli hale getirdi ise ne ala, yok getirmedi ise vay içlerinde oturacak insanların haline!
İşte Saffron Walden da böyle minik minik biblo evlerden kurulu bir şehir.
Şehrin ilk adı Chipping Walden imiş. Ortaçağda yün ticareti ile ünlenmiş. Ancak 16 - 17. yüzyıllarda safranın üretildiği çiğdem(crocus sativus) türünün bu bölgede kendiliğinden ortaya çıkması ile şöhretini bu çiçekten elde eder olmuş. Safran, ilaç ve parfüm yapımında ham madde olarak kullanılmasının yanı sıra, baharat ve doğal boya olarak da kullanıldığından oldukça değerli bir madde imiş o dönemde.(Şimdi de safranın altın değerinde olduğunu ve bu hikayenin hatta ismin Safranbolu ile, evlerin bazılarının da Safranbolu evleri ile çok benzeştiğini söylemeden geçmeyelim).
Bu kadar değerli bir maddenin adı -yani SAFRAN- da şehrin adı oluvermiş. Chipping Walden, Saffron Walden'e dönüşmüş!Ancak 18.yüzyıla gelindiğinde safran eski ticari önemini yitirmiş. Onun yerine arpa ve malt(bira yapımı için kullanılan çimlendirilmiş arpa) üretilir olmuş. Malttan da mayalanarak bira yapılır olmuş o bölgede.
19.yüzyıl, hayvancılıkla birlikte şehri büyük ve küçükbaş hayvan pazarına dönüştürmüş. Bu dönemde Quaker denilen dini grup oldukça baskınmış şehirde.
Dönemin varlıklı ailesi Gibsonlar şu anda kamu binası olarak kullanılan pek çok binayı şehre hediye etmiş.İngiltere'de yangınlar çok meşhur, Londra dahil pek çok şehir yangın yüzünden yeni baştan inşaa edilmek zorunda kalmış. Ancak Saffron Walden böyle talihsiz bir olayı hiç yaşamamış. Böylece evleri, sokakları hiç bozulmadan ortaçağdan hatta daha öncelerinden günümüze kadar ulaşmış.
(Bu ülkede çoğu şehir merkezindeki ya da şehir merkezine giden sokaklar orjinal halleri ile korunduğundan iki arabanın zorla yanyana geçebileceği kadar dardır, bunu da hatırlatmış olalım!)Bizim gittiğimiz gün dışarıda ilginç bir hava vardı. Bir bakıyorsunuz bahar güneşi, bir bakıyorsunuz dolu, bir bakıyorsunuz lapa lapa kar yağıyor... Biz hem etrafı görelim demiştik, hem de Cambridge'de olmayan mağazaları keşfedelim, alış veriş yapalım düşüncesinde idik. Ben elimde fotoğraf makinesi, dükkanlardan dışarıya bir çıkıyorum kar... Kar altında kalmayalım, bir dükkana daha bakalım diyoruz, güneş! Resmen saklambaç oynadık bütün gün.
Kardan kaçtığımız bir sırada ilginç bir dükkan keşfettik. İkinci el eşyalar satmaktaydı. Aklınıza ne gelirse vardı. Eski ütüler, halı çırpacakları, tabak, çanak, kaşık, çatal, bıçak, oturak, koltuk.... Dükkan 3 kattan oluşuyordu. Giriş, üst kat ve sonradan keşfettiğimiz örümcek ağları ile korku filmlerini andıran bodrum katı. Buraya bodrumdan çok mahsen ya da zindan demek daha doğru olur herhalde.
Televizyonda sık sık köleliğin kaldırılış(???!!!!) kutlamalarının gösterildiği bu dönemde, içimden acaba bir köle tüccarının evi miydi ortaçağda burası diye geçmedi dersem yalan olur.Satılan eşyaların fiyatları da ilginçti. Çok pahalı sandığınız bir eşya çok ucuz, kırık dökük hiç para vermeyeceğiniz bir eşya çok pahalı çıkabiliyordu. Arkadaşım, dışı kırık dökük, çekmecelerinin hiç ellenmeye cesaret edilemeyeceği eski bir şifonyerin fiyatını 16 pound olarak okuyup, bedava bile verseler kim alır bunu diye takıldı hatta.
Dar sokakların arasında gezinirken aşağıda göreceğiniz kapı ile karşılaştık. Önce acaba birisinin özel bahçesi mi diye tereddüt ettik, ama ben meraklı Melahat'lik edip içine doğru yürümeye karar verince mecburen arkadaşım da beni yalnız bırakmadı.
Ev aynı zamanda yola köprü görevi de gördüğü için mi adına Bridge End Garden dediler bilmiyorum ama yolun sonunda çok hoş bir bahçe bize sürpriz yaptı. Bahçeyi tepeden görebilsin ziyaret edenler diye bir de özel yer hazırlamışlar. Oraya çıkıp rahatça fotoğraflarımızı çektik.
Kapalı alanında bulunan, bahçeye özel, hatıra defterine beğendiğimizi yazdık. Ama biraz bakımsız, böcüklere yenik düşmüş bir hali vardı bahçenin... Biz keşif turu yaparken yan taraftaki çimenlik alandan açık kapıyı kendine yol eden bızdık bir köpek hev hev diyerek bizi biraz hazırlıksız yakaladı ve heyecanlandırdı. Allah'tan sahibi halimizi anladı da seslendi. Beni koklayıp, sahibinin yanına dönünce rahat bir nefes aldık. Alış veriş, gezme, keşif derken zamanın nasıl geçtiğini anlamamışız ve donmuşuz! Akşam eve dönünce epey bir titredim. Neyse ki hasta olmadan atlattık durumu.
Günün bence karı, eşime göre de zararı, minik muffin şeklinde bir şekerlik ve latte bardakları oldu. Aaa bir de evi mis gibi kokutan lavanta ve gül goncalarımız var!Yolunuz bir gün Londra'nın kuzeyine doğru düşerse bu şehri görmeden geçmeyin derim. Eski, renkli, eğri büğrü evleri çoook şirin! Ev dekorasyonu ile ilgili de şık ve güzel pek çok mağaza var.




























