22 Eylül 2010

Audley End House ve Bahçesi

Buz gibi soğuk bir Nisan günü daha önce anlattığım Saffron Walden  yakınlarındaki Audley End House'a doğru yola çıktık. Hava biraz buğulu, biraz çiseleyen yağmur, sıkı bir soğuk ile bize eşlik ediyordu.

Bu sebeple fotoğraflar biraz ölü, biraz da o zamanlar elimdeki tek kaynak olan video kamerayla çekildiği için buğulu. Ama durum bu diye anlatmaktan vazgeçmemeliyim değil mi?

Audley End, daha arabadan indiğimiz ilk saniyede bizi bu antik kalıntıları andıran yapı ile karşıladı. İhtişamı oradan belliydi. Arazinin üzerine ilk olarak Benedictine Monastery - Walden Abbey inşaa edilmiş. Ardından 1538'de meşhur VIII.Henry tarafından, en kıdemli bakanı Sir Thomas Audley'e içinde oturacağı ev olarak hediye edilmiş ve Audley Inn olarak anılmış.

Ancak torunu, hazine bakanı ve ilk Suffolk Kontu Thomas Howard evi yeniden baştan, eskisinin 3 katı daha büyük olarak inşaa ettirmiş. ''Kral için çok büyük, ama hazine bakanı için değil'' diye bahsettiği evinde 1626 yılında ölmüş. (Büyük lokma ye, büyük konuşma! diye boşuna dememiş atalarımız, hele bir de kraliyet zamanında...Kral bu lafı duymuş mu bilmem ama harcamaları dikkat çekmiş, cezalandırılmış, gururu kırık, beş parasız olarak ölmüş)





Kral II.Charles, New Market at yarışlarını rahat izleyebilmek için, bugün evin boyutuna ve ihtişamına göre bedava sayılabilecek bir rakama, 50 000 pounda, bu evi almış. Sir Christopher Wren dahil pek çok mimarın eli değmiş yeniden yapılanmalar sırasında. O kadar çok paralar harcanmış ki, borcunu ödeyemeyen bir diğerine satmış. Bir sürü el değiştirmiş. En son Baron Braybrooke ailesinin olmuş. Daha sonra da İç İşleri bakanlığına kalmış. Oradan nasıl English Heritage'e geçmiş bilmiyorum.

Genelde, İngiltere'de pek çok tarihi ev, şato, kale, sahipleri tarafından masraflarıyla başedilemeyince, English Heritage, National Trust gibi derneklere bırakılıyor, bu dernekler de onlara sahip çıkıyor. Müzeye dönüştürüp elde ettiği gelirle de masraflarını karşılıyor. Bazılarının sahipleri, küçük bir bölümde yaşamına devam ediyor. İçeri giriş rakamlarının pek küçük sayılmayacağını, ev ve bahçe için ayrı ayrı ücretler alındığını da belirteyim.


Burada gördüğünüz ağaç misali çalılar, özel olarak ev sahiplerinin hizmetlileri görmemeleri için yapılmış. Bulut şeklindeymiş ve sadece budanması için 12 gün gerekliymiş. Bitince diğer uçtan yeniden başlamaları gerekiyordu herhalde ve zavallı bahçıvanın ömrü bunları biçmekle geçmiş olsa gerek! 


Yukarıda ve burada gördüğünüz bu basılı kağıt çocuklar için! Aile büyükleri evi gezerken çocuklar da başıboş bir halde vazolara, mobilyalara saldırmak yerine, ellerinde böyle kağıtlarla gezip, sorulan soruları yanıtlıyorlar. Şu anda varolan şekliyle evi boyar mısınız? Bahçede hangi şekillerde çiçekler yerleştirilmiş vs vs... gibi sorular var. Bunun yanında bilgi de var elbette. Çıkışta görevliler bakıp doğru bildikleri cevaplar için aferin diyor çocuklara bir de!




Burası da görevlilerin yemek yaptığı, gümüşleri parlattığı, China porselenleri yıkadığı, evin her türlü işlerinin döndüğü bina. Hani şu görünmesi istenmeyip bulutların ardına saklanan. Evin iç görevi için sadece 25 kişinin çalıştığı var 1880 yılı kayıtlarında. İçinde neler olup bittiğini merak ediyorsanız, sizi buyrun buraya alalım. Neler yaşadıklarını, neler yaptıklarını, bir film eşliğinde o yılların giysileri içindeki görevliler anlatsın, bizzat kendi ortamlarında.


Biz bu zili çalıp, kapıdan içeri gireceğiz ama sizi almıyorlar, üzgünüm. Fotoğraf makineleri ve video ile kayıt yasak. İçeride pek çok değerli tablo, işleme, taklid edilmesi istenmeyen duvar kağıdı, mobilya gibi şeyler var. Yüksek meblalar ödeyerek ya da özel anlaşmalarla(orjinalinin aynısı yeni perde, yeni koltuk yüzü, yeni duvar kağıdı yapmak gibi) bu eserlerin kayıtları dışarı çıkabiliyor. Örneğin Laura Ashley ile anlaşmaları varmış. Duvar kağıdı desenlerinde, yastık desenlerinde Audley End'den parçalar kullanılmış. Bunun için de bazı şeylerin yenilenmesini Laura Ashley firması üstlenmiş.


Ana binanın girişi burada. İçerideki o kadar sanat eserinin arasından aklımda kalanlar ahşap mobilyalar, kocaman dolaplar, değişik desenli ve yaldızlı duvar kağıtları oldu.

En çok da tuvalete nasıl gittikleri aklımda kaldı. Öyle ki, sanki o koku yıllardır o duvarlardan çıkmamış gibi geldi bana... O devirlerde ayrı bir banyo, tuvalet yokmuş. Gerekli durumlarda oturak kullanılırmış. Sonra üzerine bir örtü koyup, ya yatağın altına itiverirlermiş ya da gardroba (close it - klozet lafı buradan geliyor) kapatıverirlermiş. Sabah da görevliler alıp temizlermiş. Bütün gece o kokunun içinde uyurlarmış!


Aklımda kalan bir başka şey de, kızların okula gönderilmediği, evde erkek çocuklara özel öğretmen gelerek matematik, tarih, İngiliz edebiyatı, yabancı dil gibi eğitimler verildiği halde, kız çocuklarına bunun verilmediği oldu. Bazı aileler, dersleri sadece dinlemelerine izin verirlermiş. Kız çocuklar da ev yönetimini öğrenirlermiş. Benim bayıldığım minik, ahşap çocuk evleri Victoria döneminden kalma, kız çocukların oynayarak öğrenmeleri içinmiş. Çatal kaşıklar nereye yerleştirilir(böyle oyuncakları olsaydı, ''Yemekteyiz '' programındakiler zorlanmazdı herhalde), kim kimin yanına oturtulur, çalışanlara nasıl hitap edilir, çalışanlar nasıl kontrol edilir, hangi yemek pişmelidir vs vs... de kızlara verilen eğitimlerdenmiş.

Evin içi ile ilgili bilgi ve sanal turlara da buradan ulaşabilirsiniz.


Bu gördüğünüz, Cam nehri. Audley End arazisini ikiye bölmekte. Ama görünüm bozulmasın diye, minik köprüler, su yolları, şelaleler ile süslenmiş. Öyle ki, hava İngiltere havası olmasa, biraz güneş olsa manzara ömre değer! Yazları bu alanda piknik konserleri düzenleniyor. Piknik sepetinizi, şarabınızı alıp bu yeşilliklerde konser dinlemek istiyorsanız da biletinizi önceden almanız gerekiyor.


Bu bina, ahırlar. 2010 yılında ziyarete açılmış atları ile, çocuklar için oyun alanları ile birlikte. Ama bize görmek kısmet olmadı. Detaylı bilgi ve minik bir film de burada. Bu kocaman evde, bahçesinde, gezmek için ata kesinlikle ihtiyaç olduğu bizler tarafından da onaylandı!

Ahırların, ardında da Organik Bahçe'nin olduğu alana bu köprü yardımıyla gidiliyor.


Bahçe yakınlarındaki bir duvardan bu görüntü. Sarmaşık gibi görünen aslında meyve ağacı. Ama Victoria dönemi bahçıvanlarının harikalarından! Ağaç tam duvara bitişik dikiliyor. Dalları da üzerlerine asılan ağırlıklar(aşağıda fotoğrafı var) ve budama marifeti ile böyle sarmaşık haline getiriliyor. Yaşlanan ağacın kökü nasıl oluyor da duvara zarar vermiyor, o da kafamdaki soru işareti.




Cam nehri üzerindeki köprücüklerden biri.

Bahçenin müdavimi ördek, Kanada kazı, kuğu gibi kuşlar için barınak.


Bahçeyi yalnız bırakmayan Kanada Kazları. Sürü halinde karada ikamet ederlerken dikkatli olmanız önerilir, yoksa çok pis adam kovaladıkları tecrübe ile sabittir! Zerafetleri sizi aldatmasın!

Anneanne, anne ve torun tarafından beslenen siyah kuğu! Kuğular gerçekten suların prensesleri...

Gelelim Organik Bahçe'ye  ... Buradaki herşey, evin içindekilerden daha çok ilgimi çekti. İçindeki bitkiler arasında 1830'lardan kalanlar var.  Saksılardan birisinin içinde Türk İnciri yazan bir plaka bile gördüm! İngiltere'nin ilk organik bahçelerinden.




Yukarıda sarmaşık gibi büyütüldüğünü söylediğim meyve ağaçlarına bir örnek daha. Çit olarak kullanılıyor ki, bu İngiltere'de çok yaygın, iki bahçe ya da tarla sınırını ayırmak için kullanılıyor özellikle. Bizde olsa meyvesini kim toplayacak kavgası çıkar herhalde.

Bu da daha önce yukarıda gördüğünüz şekilde ama çiçeklenmiş halde.


Saksıların altında ne var bilmiyorum ama sıcağı sevdiklerinden olsa gerek onlara birer ev sağlanmış.




Buradaki bitkiler de üşümesin diye seyyar sera oluşturulmuş. Aşağıda içlerinde kocaman kocaman pazıların yetiştiği seracıkları da göreceksiniz.




Neyin nerede olduğu, hangi bitki ile aralarında ne kadar mesafe olması gerektiği daha önceden planlanmış ve ekim ona göre yapılmış. Hizzadaki asker gibi de büyümekte bitkiler.


Gene minik seracıklara örnekler. Ben bunları çok sevdim!

Aslında fazla söze ne hacet, onları sevdiğim yakından, uzaktan, her açıdan çektiğim ve yerleştirdiğim fotoğraflardan belli olsa gerek!





''Schizanthus'' imiş bu güzelliğin de adı. İşte vurulduğum bir çiçek daha.






200 yıllık bağa giriyoruz... Üzüm ve diğer meyveler için gerekli ortam sera ile oluşturulabilmiş.



Kökler dışarıda.


Üzüm içeride!




Sardunyalar...


Nergisler... Sulama araçlarının kullanışlılığına dikkatinizi çekerim.


Yukarıda ekime hazırlanan soğanlar, toprakta turplar! Azıcık başları görünüyor hatta kırmızı kırmızı. Saksıların içindekiler de meyve ağaçları(bizim Türk İnciri de oralarda bir yerde) ve onların arasında da 200 yıllık olanlar var!


Biraz dikkatli bakarsanız dalın ucundaki ağırlığı farkedebilirsiniz. Böylece dallar kendi bildiklerine şekilsiz uzamıyorlar. Bahçıvanın istediği şekli alıyorlar.


Yıldız çiçeği, Dahlia, soğanları. Bunlara galiba soğan yerine rizom deniliyordu!

Neden böyle boğazlanmış gibi duruyor bu gariban Nergisler çözemedim. Türü mü böyle, başka bir yerde çiçeklenip mi ekilmişler, dibe mi çökmüşler bu soruların cevaplarını bulamadım!


Burada gördüğünüz, belki bilmezseniz gözünüze bile çarpmayacak ayrıntı, bence çok ama çok önemli. Çatılardan gelen su burada toplanıyor ve sulamada kullanılıyor! Detaylarını burada anlatmıştım.

Bahçıvan odası...



Daha önceki yıllarda serayı ısıtmakta kullanılan buhar odası.


Mantar odası. Burada mantar yetiştiriyorlarmış değişik türlerde. Üst raflar mantar için, alt raflar da kuşkonmaz gibi sebzeleri şaşırtmak içinmiş.




Her saksıya, her fideye etiket taktıklarını düşünürsek, bu görüntü bizi şaşırtmamalı değil mi?




Süs bahçelerinden...


Kayalıklar arasında bir helioborus. Bu çiçeğin de çillerine bayılıyorum ama görmek için epey eğilmek gerek. Utangaç olduğundan başı hep önündedir çünkü.




Bu sarmaşığın adını bilmiyorum ama pek süslü olduğu aşikar!

Şelale için yapay gölet. Burada biriken su aşağıya şelale şeklinde akıyor.


Yukarıda bu görünüm için bir düzen olduğu hiç belli değil, değil mi? Gayet doğal bir görümü var. Oysa bir hile ürünü!

Sanıyorum bunlar da onbiray çiçekleri. Gerçi annemle babaannemin aldıkları çiçeklerin Ekim sonu, Kasım başı çiçeklendiği kalmış aklımda, acaba yanılıyor muyum? Kenar oyalarına ve rengine bayıldık biz bu çiçeğin ve çok rastlanan bir tür değil böyle kenarı oyalısı.

Kaç aşık gizlice burada buluştu acaba diye düşünmeden duramıyor insan! Başka neden köprünün üzeri kapatılsın ki? Aaah yağmur, elbette ki yağmur. .. Koca bahçede ıslanmadan dolaşabilmek için belki de!





Burası da son nokta, evi ve bahçeyi görebilmek için... Evin arkasında süs bitkileri için özel bir düzenleme var. Bizim gittiğimiz dönem daha çiçekler açmamıştı. Sadece hazırlıkları vardı. İlerleyen aylarda buradan da muhteşem bir bahçe çıkacağı kesin!

Gittiğimiz güne özel minik bir pazar vardı. Elişi, bahçeişi malzemelerin satıldığı... Bu gördükleriniz ağaçtan oyulmuş saksılar.
 
Tavşan korkuluklar...
 
Minik saksılardan korkuluklar ve aynı zamanda rüzgarda ses çıkartan minik adamlar.

Her İngiliz bahçesinde varolan kuş evleri ve kuş yemlikleri.


Çok çalıştıktan sonra, bir nefeslik bahçe sefası için!


Doğa dostu asma saksılar!


Arabalara gidiş ve eve dönüş... Her zaman olduğu gibi bu güzel gezinin mimarı Yıldız'a şükran borcu!