29 Ekim 2008

Cumhuriyet Bayramimiz Kutlu Olsun...



Yarınlarımızın bugünlerimizi aratmayacağı, özgürlüklerin kısıtlanmayacağı, Atatürk'ün çizdiği yoldan ilerleyen devlet yöneticilerimizin başta olduğu nice Cumhuriyet Bayramlarına...

Bayram coşkusunu çocuk sevinci ile birleştiren Defne'ye bu güzel fotoğraf için teşekkürler...

17 Ekim 2008

DLR - Docklands Light Railway



Hani eskiler tevellüt(TDK'ya göre insanın doğduğu zaman) sene 19.. diye başlarlar ya lafa, benim İngiltere'yi ilk görüşüm de turist olarak 1996'ya dayanıyor. O zamanlar bir Kurban Bayramı tatilinde kuzenimin kayınvalidesini ziyarete gitmiştik. Benim ilk yurtdışı gezimdi. Korkunç keyif almıştım.

Benim için, isteğime göre özel rotalar çizilmişti. İlginç yerler görmüştüm. Yeşillikler arasında dolaşan geyiklere, her su başında biten yeşil başlı (gövel) ördeklere ve kuğulara daha adını bilmediğim bir sürü kuş türüne, Romalılar'dan kalan üç beş eserin koca bir müzeye dönüştürülüşüne hayretler içinde kalmıştım.

İki nahoş anım da vardı. Biri Londra'da China Town'da insanları rahatsız etmemek için çok dikkat ettiğim halde, nedendir bilinmez adamın tekinin ''bam'' diye şemsiyeme vurması, diğeri de arabamız kırmızı ışıkta beklerken, ne tatlı diye baktığım zenci bebeğin annesinin araba camına ne bakıyorsun gibilerinden vuruşu! Kaba da olsa annenin endişesini anlayabiliyorum da, hala o adam niye şemsiyeme vurdu çözemiyorum. Aslında İngiltere'de her şehirde ama özellikle Londra'da çok oluyor böyle şeyler. Şehrin yoğunluğuyla, hoşgörüsüzlük içine işleyen insanlardan mı, yapılmaması gerekenleri böylelikle öğrettiklerini sanmalarından mı, kendilerini savunmaya bu kadar alışmalarından mı, yoksa karşılarındakileri horgörmekten mi bilmem. Aslında genelde İstanbul insanımızdan daha hoşgörülüler ama saçmaladılar mı da kuvvetli saçmalıyorlar böyle!

Geçen sene bize misafir gelen eşimin arkadaşı da Tube'de (bilenler bilir ama ben gene de hatırlatayım, Londra Metrosu'na Tube diyorlar oralılar) vagonun içinde ayağının bir kısmını koridorda bırakmış; herhalde yorgunluktan farkında olmadan. Baktım karşıdan hızla bir adam geliyor ve kasıtlı olarak vurup geçecek, kız da zaten hap kadar, adamın vurmasıyla uçacak, düşecek son dakikada bacağını içe çekiverdim. Kızcağız anlamadı ne olduğunu ama adam hin hin bakarak hışımla geçti yanımızdan... Buket Uzuner'in kitabında okuduğum New York metrosu cinayetleri ile kıyaslanırsa bunlar çok masum şeyler elbet!

Neyse esas anlatacaklarım bunlar değil elbet. Gözünüz sakın korkmasın. Baştan uyarmak istedim, böyle şeyler sokaklarda ama özellikle de Tube ve DLR'da yaşanabiliyor. Dikkati ve soğukkanlılığı elden bırakmayın. Dilerim hep iyi insanlarla karşılaşın. Dünyanın neresinde olursanız olun...

Nereden nereye götürdü hatıralarım beni. Ben aslında size
DLR'ı anlatmak istiyordum, bütün neş'emle. DLR'ın açılımı ''Docklands Light Railway'' yani Thames nehri kenarındaki eskiden minik limancıkların bulunduğu bölgeye ulaşım yolu.

Hani önümüzde 29 Ekim tatili var. Bayram tatilinde anlatamadım, belki bu tatili Londra'da değerlendirmek isteyenlere faydası olabilir. Mutlaka denensin diyebileceğim bir ulaşım aracı bu minik trencik. Hem de Londra'nın en yüksek binasına yani Canada Tower'a, Canary Wharf'a, Millenium Dome'a, Thames Barriers'ın bulunduğu alana, Greenwich'e gidilebilecek en iyi ulaşım aracı bence. Kuzenimin kayınvalidesi Greenwich'e gitmek istediğim için beni bu tren yolu ile tanıştırdı. Biz Tube ile Tower Hill'e gidip, oradan biraz yürüyerek DLR'a geçtik. Karanlık Tube dehlizlerinden çıkıp, gün yüzünde gideceğimiz bir tren olarak düşündüm onu. Evet gerçekten de öyle idi ama bana başka büyük bir sürprizi de oldu. Bu trenin makinisti ve onun bulunduğu bölüm yok bu trencikte!
Uzaktan kumanda ile yönetiliyor ve en öne rahatça kurulup oturabiliyorsunuz. Treni siz kullanıyormuşçasına rahat üstelik. En önde, heryeri göre göre, keyifle gidiyorsunuz. Elbet korkmayanlar için. Biz 5 koca çocuk, yaş ortalaması kuzenimin kayınvalidesi ve kayınpederi ile 50'lere çekilmiş halde, diğer çocuklarla yarıştık binerken ve en önü kaptık desem inanır mısınız? Canary Wharf'da trenden indik ve herkesin bilmediği, Thames'in altından yayalara açık olan tek tünelden, yürüyerek Greenwich'e geçtik. Kesinlikle bu rotayı, gitmek isteyenlere tavsiye ederim.
DLR'ın tarihçesine gelince, 1987 yılında açılmış. İlk olarak 11 tren ve 15 istasyon ile çalışmaya başlamış. Modern, hızlı ve güvenilir olarak tanımlanıyor. Günümüzde uzunluğu 31km'ye ulaşmış. İstasyon sayısı 38'e, tren sayısı da 94'e çıkmış. Yılda 64 milyon insanı taşımaktaymış ve rakamın 2009 yılı için 80 milyonu bulacağı tahmin ediliyormuş. Bu tren yolunun yıl yıl tarihçesini merak ediyorsanız
buradan, Tube ile birlikte DLR haritasını buradan bulabilirsiniz. Hatta bu web sitelerini biraz karıştırırsanız, bulunduğunuz yerden, gitmek istediğiniz yere en kısa geçişi planlayabilir, Tube hakkında da daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Eğer turist olarak gelmişseniz, kesinlikle günlük yolculuk kartlarını(Day Travel Card) öneririm. Tek tek gideceğiniz yere bilet almaktan çok daha ucuza gelir. Gün içinde Tube ve otobüslere sonsuz sayıda binip, inebilirsiniz. Yok eğer yaşamaya gelmişseniz Oyster card almanız gerekir. Bununla, kaldığınız sürede gideceğiniz yere en uygun gelecek planı yapmak size kalmış. Haftalık, aylık, günlük ödemeler, tek tek bilet almaktan çok daha ucuza gelecektir. İyi araştırın ki öğrenme maliyetiniz(bu da öğrenene kadar ödediğimiz ücretler için eşimin bulduğu tabir) düşsün!

Londra'ya gelip DLR'ı deneyenlere keyifli yolculuklar dilerken, İstanbul'a Metrobüs gibi bol yakıt gideri olan, havayı kirleten, küresel ısınmayı arttıran bir çözüm bulan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden de birilerinin bu çözümü bizzat yerinde görmelerini diliyorum!

02 Ekim 2008

Türk Atı - The Byerley Turk


İnternette birşeyler ararken tesadüfen Amazon'da karşılaştım The Byerley Turk ile. Almayı kafama koyup not ettiğim bir köşede B5 görüvermiş. O da almak istemiş ve Türkiye'de de basıldığını öğrenmiş. Beni durumdan haberdar edince, Türkçe okumak daha kolayıma geldi ve alıverdim hemen... Teşekkürler tatlı arkadaşım.

Kitap Osmanlı topraklarında doğan, üstün nitelikleri olan bir at ve onu çok iyi yetiştiren, dinleyen, her istediğini yapan, bakıp, kollayan seyisin yaşamı üzerine kurulu. At ve Seyisi Viyana kuşatmasına katılır, Buda'da esir düşerek İngiltere'ye götürülür. Seyis orada yok olur. At yeni sahibi ile uyumunun mükemmeliği sebebi ile gene üstün başarılara imza atar. Sonuçta yarış atlarının atası olur. Seyis de İstanbul'a dönerek baş imrahorluğa kadar yükselir. Birkaç cümle ile kitabın özeti bu ama atları ve tarihi seviyorsanız, mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Kitaptan sizler için öğrenilmesi gereken gerçekler adına birkaç alıntı yaptım:

1791 yılında I.James Weatherby'nin yeğeni James Weatherby, Londra'da Star ve Garter Kahvehanesi'nde ilk Jokey Kulübü'nü kurdu ve aynı yıl ilk ''damızlık'' kitabını yayımladı. Kitabında tüm cins yarış atları soyunun üç esas erkek cinse dayandığı ilkesini açıkladı: Byerley Turk (1686), Darley Arab (1706) ve Godolphin Barb (1729).

TÜRK ATI

İngiltere'ye getirilen Türk atları, genellikle Arap atı olarak yanlış tanımlanmıştır. Aşağıda bir listesi verilmiş olan at cinsleri, Türkiye'deki at cinslerinin sadece bir kısmını kapsar; bu cinslerin halen - azalarak da olsa - alt sınıfları varlığını sürdürmektedir. Osmanlılar olağanüstü atlar üretmiştir; aynı zamanda da, çok çeşitli cinslerde üretilen bu atlardan ancak bir kısmını Arap atları oluşturur. Osmanlı Türkleri'nin askeri amaçla kullandığı atların çoğu ise, tamamen Türk asıllıdır. Bu atların Arap atlarından farklı olduğu, 17. yy'da Newcastle Dükü tarafından Methode et Invention Nouvelle et Dresser Les Chevaux adlı kitabında, özellikle şu tanımla ortaya konmuştur: ''.... vücut yapıları farklı olsa da, hepsi boylu, son derece güzel, hareketli, çok güçlüdür... Bu atlar Arap atlarından belirgin şekilde farklıdır.'' Miles ise, Byerley Turk adlı atın bir Türkmen atı olduğunu belirtmiştir.

Osmanlı ''Gazi'' sınıfı, Doğu Türkiye kökenli savaşçılar olup sadece steplerde yetiştirilmiş kendi atlarına binerlerdi. Tüm İmparatorluk'ta etkin, nüfuz sahibi bu savaşçılar için diğer tüm at cinsleri ikincil nitelikte görülürdü.

OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA YETİŞTİRİLEN AT CİNSLERİ

Anadolu
Ayvacık Midilli
Canik
Çukurova
Gemlik
Germiyan
Karaman
Karacabey
Kapadokya
Kastamonu
Kürt
Malakan
Rumeli
Uzunyayla

Prof A.Azzaroli'nin An Early History of Horsemanship, 1985 adlı kitabından alıntılara göre:

Araplar'ın at yetiştirmeye başlamaları sonraki dönemlere dayanır; hatta Hz Muhammed döneminde henüz çok az at cinsine sahip oldukları bilinmektedir. Arap atı, elbette ki, doğu kökenli sıcak kanlı gruba aittir; ancak, anayurdu Arabistan değil, Türkistan'dır. Bu cinsin bugünkü niteliklerine kavuşması ise, Mısır'da, Orta Asya'dan gelen halklar tarafından yetiştirilerek gerçekleştirilmiştir. Bu atların Türk kökeni, adından da anlaşılmaktadır. Arapça'da herhangi bir at için ''faras'' ya da ''husan'' sözcüğü kullanılır; ama soylu bir kan taşıyan atlar için, Türkçe kökenli ''atik'' sözcüğü kullanılır.

Yolu İngiltere'den geçenler için de birkaç not aldım:

Byerley Turk'un tablolarından biri İrlanda'da Straffan'da Kildare Otel ve Country Club'daki Byerley Turk Restoranı'nda asılı bulunmaktadır.

Robert Byerley'in İngiltere Durham'da Middridge Grange'da ailesinden kalma malikanesinin kalıntıları bulunmaktadır.

Dilerim sizler de bu kitabı okur ve seversiniz...