30 Nisan 2007

Camden Lock Market ve Camden Town

Bizim haftasonu gezisini anlatmak, bitmeyen senfoniye döndü. Araya başka şeyler girdi...


İki farklı yazıda yazılacak kadar uzun olan konuyu, bu sefer bir defada yazayım ve bitsin dedim.


Camden Lock'tan, Camden Lock Market'e geçilen kapıyı aştığınızda, bambaşka bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. İngiltere'nin dışına çıkıyorsunuz adeta. Birleşmiş milletler binasının dışına bir sandalye koyup otursanız, bu kadar çok farklı kültürden insanı birarada bulabilir misiniz bilmiyorum. Ama, çeşitli ülkerlerden gelip de İngiltere'ye yerleşen insanlar, Camden Lock Market'e yemeklerini, kıyafetlerini, yaratıcılıklarını, tümüyle kendilerini getirmişler. Capcanlı oradalar...
Çinli kızlar, taze yemeklerimiz var diye bağırırken, Faslılar'ın yemeklerinde, tanıdık simalara rast geliyorsunuz. Kokular zaten metrelerce öteden size oralarda bir yerlerde yiyeceklerin varlığını haber veriyor.


İnsanlar rengarenk, kıyafetler rengarenk, çarşılar rengarenk... Bu görüntülerin olduğu binaya daldığımızda kendimi Kapalı Çarşı'da zannettim ve bir nevi özlem giderdim. Ama burası çok farklıydı. Fark, satıcıların Kapalı Çarşı'daki kadar dost canlısı olmamaları, sadece alacakları paraya odaklanmış olmaları ve asık suratları idi. Bizimkilerin nüktelerini, güler yüzünü, meraklı bakışlarını, sattıkları malların detaylarını anlatırken takındıkları bilgiç edalarını aradım ve bulamadım buradaki satıcılarda.


Bu kıyafetleri gerçek hayatta giyen var mıdır bilmiyorum, ama bir tiyatro oyununun ardından sergilenen kıyafetler misali oradaydılar. Arada bizim buraların delisi diye düşündüğüm insanlarda bu tarz kıyafetleri, altında kocaman kalın topuklu botları görür, tezata şaşırır ve nerden bulurlar böyle şeyleri derdim. Camden Town'a gidince hiçbir şeye şaşırmamak gerektiğini öğrenmiş oldum.

Golek kuklaları Endonezya'dan gelmekteymiş. Bunlar elbette ki orjinalleri kadar iyi değiller, ama ilginç ve tanıdık bir yüzler var.


Bu dükkanda ise yok yoktu! Binbir çeşit farklı nesne. Farklı ülkelere ait müzik aletlerinden tutun da, gemilerdeki deniz kızı figürlerine kadar... Bahçenize koyabileceğiniz minik heykelciklerden, salata kaşıklarına kadar... Ne ararsanız orada idi. Alaiddin'in lambasını arayanlar bir uğrasınlar derim, orada bulma şansları çok yüksek!


Açık havada yer alan satıcılar...
Aralarında gezinirken acaba bizden de birileri var mı diye bakındım durdum. Yemekleri temsil edecek, kıyafetleri temsil edecek... Bu kısımda yoktu. Ama diğer dükkanların arasında, bu kıyafetler çok kalitesiz kumaştan ama aynı İngiltere'deki büyük mağazaları taklit eder tarzda diye eşime açıklama yaptıktan sonra, yanımızdan dükkan sahibi, elinde telefonla Türkçe konuşarak geçince içim burkuldu! Başka ürünleri taklit etmek yerine, kendimize ait, ilgiç ve güzel birşeylerle orada satış yapılamaz mıydı acaba?
Bu renkli, kıvırcık köpekçikler yastık! Eline yastığı alıp, ona sarılıp oturanlar için yapılmış olsalar gerek!


Ve sokaklarında kendinizi kaybedebileceğiniz, metalcisinden punk'ına binbir çeşit insanın, rengin, kıyafetin bulunduğu Camden Town. Orada yürürken biraz kendinizi film sahnelerinde hissedeceksiniz, biraz içiniz ürperecek, biraz tanıdık gelecek ya da çok yabancı. Karışık duygularla, her bir köşesini gezmek isteyeceksiniz.


Yeşil, mor, siyah, sarı pek çok renk saç göreceksiniz. İnsanların kendini ifade etme şekillerine hayret edecek ama bunu etrafınıza hissettirmeyeceksiniz. Hatta güvenliğiniz için, asla ve asla dikkatle bakmayacaksınız, gördüğünüz en ilginç, en şaşırtıcı görüntüye bile, gayet olağan şekilde bakmayı öğreneceksiniz.

İnsanlar kadar, binalar da renkli burada. Sizin ilginizi çekebilmek için ''piercing'' (delinerek vücüduna süs taktırmış) yaptırmış binalardan, çizme giymişlerine kadar hepsini bulabilirsiniz yolunuz boyunca.


Bu çizmeler nasıl üretilmiş bilmem. Ama ayağınızı yerinden kaldırmak için epey güce ihtiyacınız olduğu aşikar! Bunlarla tekme falan atmaya kalkarsa birisi, hiç durmayın kaçın derim!


Psikoloji öğrencilerinin kesinlikle en az bir günlerini Camden Town'da geçirmeleri tavsiye olunur. Dünyaya bakış açısına, yeni ufuklar arayanların da.
Üzerinde Cyber World yazan bir dükkanda uzay kıyafetleri denemek isterseniz buyrun gelin... Hatta orada çocuklarınıza dahi kıyafet bulma olasılığınız var. Eşim çalışan gençlere ve giyim kuşamlarına baktıktan sonra eğilip kulağıma, ''Sakın böyle bir yerde satış elemanı olarak işe girdim diye gelme bir gün olur mu?'' dedi. Ben şaşkın şaşkın ''Ne diyorsun sen?'' deyince de, ''Mor/kırmızı/yeşil (ya da hepsi birden) saçları olan, kulakları halka küpelerden görünmeyen, uzaylı bir eşimin olmasını istemiyorum'' dedi! Etrafımdaki satış görevlilerini inceleyince ne demek istediğini iyice anlamış oldum.

''Gilgamesh Bar'' yazısının, ancak eve döndükten sonra fotoğraflara bakınca Gılgamış olduğunu anlayınca, sahibi de acaba bir Türk mü sorusu canlandı kafamızda. Eh artık yolumuz tekrar oralara düşerse, sorumuzun cevabını da buluruz belki.

Binbir çeşit yiyeceğin arasından geçip, karnımız aç olup, hiçbirisine güvenemeyince, soluğu bildik bir yiyecek satan dükkanda aldığımızda, eşim bu yapılır mı şimdi bana diye söyleniyordu. Aklı diğerlerinde kalmıştı. Ben ise ne olur, ne olmaz, tedbiri elimizden bırakmayalım düşüncesinde gayet kararlı idim. Yemeğimizi yedik, dışarı çıkıp 25-30 metre gitmeden kebapçı görünce içim cız etti, aklım da kebaplarda kaldı! İlerleyince yolumuza bir de pub görünümü olan, ama uzaktan tam olarak anlayamadığımız ''AY'' adındaki, yeşil renkli bir dükkan çıktı. ''Yeşil Ay'' ile ''Pub'' kelimelerini düşündük... Bizden birilerinin ince zekasının bir ürünü mü acaba dedik.

Günü burada bitirmedik. Oxford Street, Russell Square, St James Park derken, gece oldu! Ben inatla kararmış havaya aldırmadan St James Park'taki çiçeklerin fotoğrafını çekmeye çalıştığımda, polisler park içinde devriye gezmeye başlamışlardı. Bu beni ürkütmese idi, kolay kolay dönmeye niyetim olmayacaktı. Hatta o kadar ürkmüşüm ki, metro ile değil de otobüsle Kings-X'a dönelim diye tutturdum. Bekledik, bekledik otobüs yok! Baktım yanımızdan bir hanım geçiyor, eteği neredeyse yok, ayağında bir karıştan fazla topuklu ayakkabılar... Dedim bu hanımın cesareti varsa metro ile gitmeye, bizim de olmalı! Böylelikle rahat rahat istasyonumuza sonra da eve gelebildik. Ertesi gün mü? Hiç sormayın, yürümekten tutulan bacaklarım daha yeni yeni kendine geliyor desem...

23 yorum:

Tijen dedi ki...

Dilek'ciğim,
Yeme içme dedin de malum son bir ayı bir sürü ülkenin mutfağından lezzetler deneyerek geçirdim, bir yandan ev mutfağının sükunetine kavuşmuş olmanın rahatlığını yaşasam da bir yandan merak etmeden edemedim. Ben ne zaman geleceğim oralara???
Tijen

Adsız dedi ki...

Ahşap üzerine hem de ağaç motifi, bayıldım, bayıldım... Üniversitedeyken kaldığım bir pansiyonda ön ypüzü tamamen üzüm asmalı (ama nasıl, dallardan kırmızı salkımlar sarkıyordu, yapraklar en ince ayrıntısına kadar çalışılmış) ahşap üzerine oyma bir dolap vardı. Hala gözüm vardır o dolapta. Onu hatırlattı bana.

NAZLICA dedi ki...

Sevgili Berceste, hafta sonunuzu ne güzel değerlendirmişsiniz, bayıldım. Dolu dolu, yeni mekanlar, farklı kültürlerle tanışmak, tatlı bir yorgunlukla eve dönmek herkesin başına diyorum. Anlattıklarınla ben de dolaştım, çok teşekkürler. Camdan Town'u görmek isterdim. İyi bir hafta diliyorum. Gelecek haftalarda yapacağınız seyahatleri de ilgi ile izleyeceğim. İyi bir hafta diliyorum. Sevgiler.
Türkişi çalışmaların nasıl gidiyor, merak ediyorum.

Adsız dedi ki...

yahu ne ilginc yermis, piercingli ev cok hosuma gitti :) binbir cesit dükkana da bayildim, herbir nesneyi tek tek elle, evir cevir, ne güzel :) insallah biz de birgün gidip görebiliriz, cok istedim simdi :)

Adsız dedi ki...

Camden Town'a gitmek farz oldu yani:)) Cok yakin bir arkadasim anlat anlat bitiremez, cok sever Camden Town'u....Ben de ne zamandir gormek isterim...40 kere soylersem olur mu ki?

Berceste dedi ki...

Ne zaman istersen Tijen, başımızın üzerinde yerin var!

O görünüme ben de bayıldım Şefika. Ne hikmetse burada, bu tarz şeyler çok var. İşçilik sanıyorum Hindistan'dan... Warwick Castle'a gittiğimizde de yatak odalarındaki yataklar, dolaplar, bu tarzda idi.

Teşekkürler Nazlı. Türkişi çalışmaları bilgi toplayarak ilerliyor. Malum yakından öğreten olmayınca, en doğruyu bulmak için araştırma kısmı daha yoğun geçiyor. Yardımların için teşekkürler.

Rahşan sen gel de beraber gidelim. Yanında bir bey olunca öyle herşeyi evire çevire bakamıyorsun. Fıldır fıldır gözlerle izleniyorsun, bıkkın bakışlarla muatap oluyorsun :P

Olur Elif olur! Hele senin mutlaka gidip analiz yapman lazım :)

Burçin'in Denemeleri dedi ki...

Gerçekten çok enteresan bir yermiş Camden Town. Didiklemekle bitmez orası akşama kadar sanırım. Bir bey ile değil de bayanla daha iyi didiklenir bence de. :))) Ayaklarına sağlık Dilek. Sen o kadar gezip dolaşıp yorulup bu bilgileri öğreniyorsun ya da bildiklerini teyit ediyosun. Biz sayende oturduğumuz yerden öğreniyoruz. Teşekkürler. Sevgiler,

Sanem dedi ki...

Bir günlük gezme ile bitirilecek gibi gözükmüyor burası, çok heveslendim böyle açık havada çarşı dolaşmaya. Dediğin gibi demesen Camden Town diye, Kapalıçarsı sanılır. Tekstil konusunda sana katılıyorum, ülkemizde kaliteli altyapıya sahipken, işi neden baştan savma yapıp, başkalarına kaptırırız ki? Zamanında İngiltere, Fransa Çukurova için az mı uğraştılar... İnsan üzülüyor, sırf taklitten öteye gidemediğimiz için.

Papatya dedi ki...

Ne güzel anlatmışsın yine Dilekcim :)
Şimdi oralara kadar gelmişken bu Camden Town'u göremediğime daha da üzüldüm :( Ne cıvıl cıvıl ne kozmopolit bir yermiş bu Camden market! İmrendim desem yalan olmaz :)
Sevgiler,
Papatya

ipek dedi ki...

Dilek ciğim,
Fotoğraflar, yazı, yine belgesel tadında olmuş harika..
Sayfanda rss feed yok mu, ben mi bulamıyorum?? Yoksa koyman mümkün mü, kullanırken bize çok faydalı oluyor
Sevgiler
ipek

ayseyaman dedi ki...

Merhaba Berceste, sayfana bir çok defa geldim ama yorum yazmak kısmet olmamıştı. Önce resimlerinı taradım ve inanki son resme gelinceye kadar İngiltere'de olduğunu anlayamadım ve sonrada harika kanal resimlerini gördüm, dedim tamam burası İngiltere:) Yazını keyifle okudum çok güzel yazmışsın, kapalı çarşı ile hissettiklerine bende gönülden katıldım..:)
Manchester'da iki sene kendimi çocuklara adayıp, bir kaç defa London'a gittim ama malesef senin tavsiye ettiğim yerleri göremedim.. İlerde eşimle yolum tekrar oralara düşerse bahsettiğin yerleri ziyarete etmek isterim.
Eline emeğine sağlık, harika bir yazı ortaya çıkarmışsın..Hatıralarım canladı çok hoş oldu...:)
sevgilerle

Hulya dedi ki...

bir onceki yazin pek bir kisa gelmisti meger devami varmis,sevindim:)orda yaptigin turk elislerini falan satmayi dusunsene berceste?

Berceste dedi ki...

Aynen Burçin, gene benim bey iyi sabretti :) Ben teşekkür ederim, sabredip okuduğun için ;-)

Yazması bile 3 ayrı konu olduğuna göre sen düşün Sanem :) Tekstil konusunda bizim ürünlerimiz de gayet kaliteli Sanem, ama o kalitelileri fason olarak yapıyorlar. Avrupa'nın, Amerika'nın fason üreticisi konumundayız. İç piyasaya bile kaliteli ürünleri vermiyorlar. Ben bizim ülkemizin malını kullanıyorlar diye havluları Türkiye'den alıp gelmiştim. Ama üç kullanışta, zımparaya döndüler. Buradan aldıklarım ise yumuşacık. İkisi de Türk malı! Alan firma standardını koyuyor, böylece kalitesiz mal satamıyor. Camden Town'da gördüğüm yerin etiketine baksaymışım keşke! O zaman adımızı kötüye çıkartıp çıkartmadıklarını anlardım. Zamanında Laleli'de en kalitesiz malları sattılar Ruslar'a, şimdi adımız kötüye çıktı! Ben buna üzülüyorum...

Papatya, ben de seni burada göremediğime hala üzülüyorum! Bir dahaki gelişine Camden Town kısmet olur, bize de uğrarsın değil mi? İki yer de çok farklı ama bize gelen trene yakın Camden Town ;-)

Teşekkürler İpek. Bir zamanlar RSS'den web sitelerini çalan bir site vardı. O dönemde ben de kapattım! Hala öyle duruyor. İşini çok zorlaştırıyorum biliyorum ama çok gıcık oluyorum haksız yere emeğin çalınmasına :(

Merhaba Ayşe hanım, ben de sizin tanıtım resminizi görüp, ilginç buluyordum. Bugün yaptım ilk ziyeretimi ve keyifle okudum yazılarınızı. Sizi de önce yazıları okumadan resimlere bakmak suçundan yakaladım, eller yukarı :) Ama son yazıyı okumuşsunuz, hafifletici durum söz konusu. Çok teşekkür ediyorum. Hem Berceste'ye, hem de yolunuz düşerse Cambridge'e bekleriz.

Seni gidi Hülya seni! Kısa gelmiş :) Camden Town bize uzak Hülya, yakın olsa ticaret bile düşünülebilirdi. Hiç birşey olmasa yiyecek yapıp satılabilirdi ;-) Ama maalesef :( Sağol öneri için.

Ferhanca dedi ki...

Dilek ,merhaba .
Yazıyı okurken acaba ne yediler diye düşündüm.Yine bildiğiniz yerde yemişsiniz ..çiçekleride bekliyoruz

Pia dedi ki...

ne güzel yerler, ne güzel resimler yaa.. haftasonu gibisi yok (duyan da hafta ici calisan bi tip oldugumu sanir yaw)

loungetime dedi ki...

Görülmesi gereken ne kadar çok yer var .

Çileksuyu Sibel dedi ki...

canim ben bi kere gittigimde yuzu piercing ve dowme dolu bi adam gormustum de korkmustum cidden..bu haftasonu gitmeyi planliyorum,severim enteresanligini ve pazarini oranin cok...

Berceste dedi ki...

Balık burger Ferhan! Yediğimiz yerin bu ülkedeki halini de hiç sevmem üstelik! Yeni yazıda bahçe çiçeklerim geldiler isteğin üzerine :)

Teşekkürler Pia. Haftasonu bazen hiç geçmiyor ya da böyle dolu dolu geçiyor.

Aynen Loungetime! Keşke hep gezebilsek :)

Oradakiler pek korkulmayacak tipler değiller gerçekten de Sibel. Bu sefer Lock kısmına uğramayı unutma ve kanal boyunca en azından Çin lokantasının göründüğü yere kadar git derim.

ayseyaman dedi ki...

Merhaba Dilek,
Yazdığım yorumları takip etme gibi bir huyumda vardır..:)
Tanıtım resmin 1950-60'lardan kalma foto roman sanki! Fotoğraf çekilirken, yayla havasından başımı korumaya çalışıyordum..Birde aman ayse yaman ayse dağlar başı mor menekşe'ye de uygun olunca kaldı gitti. Arada değiştiriyorum yine beklerim yeni tanıtım resimlerime ve yazılarıma :)
iyi haftasonları
sevgilerle

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Ben bu yazıyı nasıl kaçırdım:)
en çok yorum yazacaklardan biri benim:)
Camden town da ki yiyecekleri tatmış ve hala hayatta olduğuma göre bir daha ki gidişinizde orda ki envai çeşit tuhaf yemeklerden yiyebilirsiniz. Bize tuhaf gelebiliyor ama o ülkenin yöresel yemekleri arasında. Kızarmış muzu sevmiştik ama malum kızarmış olduğundan biraz ağır gelmişti bize. Hint yemeklerinin kokusuna bayıldığımı ama aynı cesareti benim de gösteremediğimi biliyorum, malum biz ordayken mevsim yazdı ve tavuk yaz mevsiminin tehlikeli yiycekleri arasındadır.
Bende kapalı çarşıya benzetmiştim, her türlü müzik aletini ve abudik gubudik herşeyi satan mağazayı da hatırlıyorum. 2 tuhaf müzik aleti almıştık. Londra'ya her gidişimizde Camden Town bizim mihenk taşımız olacak kesinlikle, İngiltere'nin en görülesi 3 yerinden biri bence.
Ama çok güzel anlatmışsın, hiç bir ayrıntıyı atlamadan. Gözlerine, ayaklarına, aklına sağlık...
sevgiler

Berceste dedi ki...

Güzel ve de olması gereken bir alışkanlık! Sevdim ben :) Uğrayacağım! Size de güzel günler...

Yok Pınar valla ben senin kadar cesur değilim :) Ama kızarmış muzu ben de merak edıyorum doğrusu. Plantain adında bir tür muz var. Onu kızartıyorlarmış. Olmadı alıp evde deneyeceğim! Teşekkürler sana da ziyaretin için. Sevgiler.

Ceylan dedi ki...

Selamlar ! Sitenizi bugün ilk kez Mutfak'ta Zen'deki yarışma haberinden görüp ziyaret ettim ve de neden daha önce keşfetmediğime yandım!! Hem görsel hem de yazılar anlamında nefismiş, ellerinize sağlık, hem-men oyumu da kullandım size de!
Taaa 1995 yılında 3 aylığına Londra'da staj yapmıştım ve çok sevmiştim! Kendi-kendime her bir yeri gezerdim, gariban öğrenci harçlığımla! Camden Town'da bir sürü Türk mağazası bulunca biraz sevinmiştim ama ne kadar fena bir imajları olduğunu görünce bozulmuştum! Bilmiyorum hala varmı onlardan.
Neyse, daha bol bol yazışırız inşallah, bana da beklerim:)
Sevgiler !

Berceste dedi ki...

Teşekkürler Ceylan. Var o mağazalardan ne yazık ki :( İlk ziyeretimi yaptım ben de senin sitene :) Sevgiler...