24 Mart 2015

Köy Günlüğü Bölüm 2

Yazıları yazana dek bir yaz sezonu ve bizim yeniden köye gidiş zamanımız yaklaştı bile. Düğün derneğin ardından, Pazartesi oldu mu günlerden, pazar zamanı der evin büyükleri ve kıpır kıpır olmaya başlarlar. Biz sabah erken kalkmazsak, bir bakarız eşimin babası pazara gitmiş bile! O yüzden sabah erken kalkmalı diye anlaştık, sakın bizsiz gitme diye sıkı sıkı tembihleyerek uyuduk.

Sabah evin küçümeniyle birlikte çıktık yola... Bu dümdüz yeşil görünen yerler pirinç / çeltik tarlaları.

Üretimi sırasında en çok kimyasalın kullanıldığı ürünlerden pirinç.

Sıra sıra asker gibi dizilen kuşlar, özellikle de leylekle karşılaşmak bizim böcüğü çok heyecanlandırdı. Kuşlar pirinç üretiminde bol su olduğu için, bu ortamı da seven canlılar arasında salyangoz ve sümüklüböcekler bulunduğu için çeltik tarlalarının kenarlarında bu canlıları yemek üzere hazırda beklemektelermiş.

Tarlaların arasına atılmış kocaman çuvallar da vardı. Onların içinde gübre mi, ilaç mı vardı bilemedik. Pirinç üretimi en ağır, insan sağlığını en çok tehdit eden ve en fazla miktarda ilacın kullanıldığı alanlardan biri. Herşeyin üretim aşamasını bir gözden geçirmeli ve ona göre tüketmeli demeden geçemedik. Nitekim pazarda da ilaçlanmamış hiçbir ürün bulamadık. İlaçsız olmaz dediler de başka birşey demediler. Pazarcı teyze ahanda şuncaktaki elmalar tek tük tarladaki ağaçtan, az onlar diye ilaçlamadık, beğenirsen ondan al deyince kadıncağızın şaşırmış bakışları altında ona koştuk.




Benim gizli bir planım vardı. 2 senedir nabız yokluyordum. Kayınvalidemlere sizin tavukların yanına ördek de yakışır değil mi deyip duruyordum. Onlar da istemeyiz o ortalığı pisletir diyorlardı. Siz istemezseniz biz de arkadaşlarımıza hediye götürür göletlerine atarız deyip 2 tane ördek yavrusuna el koyduk bu sefer. Zaten pazara adımımızı atar atmaz onlar karşılamıştı bizi. Kaçış yoktu. Torun mest olunca dede de ses edemedi. Ses edemedi ama torundan çok kendisi sahiplendi.

Eve getirdiğimizde kendilerine özel yer hazırlandı. Çok minik olduklarından civardaki kedilerin ellerine düşmemeleri için nöbet tutuldu.

Ben adlarını Cem ile Cemile koydum. Böcük de Ceren ile Egemen koydu adlarını. Böylece Egemen Cem ve Ceren Cemile ailenin 2 isimli olma adetine de uyum göstermiş oldu. Biz kafamıza göre seslendik onlara o ayrı. Neticede bu arkadaşlar oldukça oburdu. Minnak olduklarından daha taneli yeme de geçememişlerdi. Ancak un ufak edilmiş olanlarla beslenebiliyorlardı. Biz acemi olduğumuzdan ayar konusu dedede idi.

Yemek yerken kabın içine dışına girip çıkmakta ustalık göstermelerine rağmen tuvalet konusunda oldukça terbiyeli idiler. Asla dışarıyı kirletmediler. Yüzerlerken suyu gübrelediler. Onlar da mis gibi yeşillikleri beslemeye gitti. Ağaç dipleri şenlendi.

Elden ele poz poz fotoğrafları çekildi.

Çok oynamayın, rahat bırakın garibanları diye ara ara dede bize söylendi haklı olarak.

Ama o kadar yumuk yumuk, o kadar tatlıydılar ki. Tüyleri puf puf. Yumuşaklığı hala avuçlarımızda hissediyoruz.





Başlarda suya giriş çıkışta zorlanıyorlardı. Kendilerine tahsis edilen leğeninin kenarları yüksek geliyordu. Ama sonra birbirlerine yardım ederek inip çıkmayı öğrendiler, sonra da kendi kendilerine. Hatta bu unufak edilmiş şeyleri yiyebilen minnaklar arılara, sineklere doğru hamle yapmaya başladılar ve havada sinek kaptılar. 1 hafta içerisindeki gelişimleri inanılmazdı.





Güneşte güzelce tüyler temizlenmiş ve kabartılmış halde.



Birbirlerinden ayrılmamaları da çok güzeldi.



Arkadaşlarımıza giderken, ayrılmak zor olacak sizden ama nasıl kutuya koyarız derken dede ile babaanne ellemeyin onları dediler. Bizde bir şenlik... Arayıp da bulamadığımız şey. İzin çıkmıştı, bizimle kalacaklardı.

Köyde kaldığımız sürece elimizden, yanımızdan hiç eksik olmadılar. Dönüşte onlardan çok zor ayrıldık.