23 Mart 2012

Bahçelerinde Yenilebilir Bitkiler Olan Okullar İstiyorum...


Bu aralar en büyük hayalim bu. Böyle bir okul bahçesi oluşturmak. Orada kendi kızımla birlikte çalışmak ve tüm çocukları mutlu edebilmek. Elde edilen ürünleri okul yemekhanesinde pişirmek, sağlıklı gıda ile onları besleyebilmek...

Hatta tam olarak hayal ettiğim proje olmasa da pozitif yönde burada kıpırtıları var.

Mümkün mü? Mümkün!

Herşey hayal etmekle başlar...

21 Mart 2012

Permablitz Ön Çalışma

18 Mart Pazar günü, Permablitz bahçelerinden birisinin, ön çalışması vardı. Tam uygulamaya hazırlık. Çünkü bu büyüklükte bir bahçenin, bir günde bitmesi mümkün olmadığı gibi, bazı işlerin de havaya, mevsime göre daha önceye alınması gerekiyordu.

Fideler için, Nisan ayı uygun mesela, ama budama için çok geç! O yüzden ağaçlardan bazılarını budama, çalı bitkilerinin yerini değiştirme, havuzcuk için yer açma gibi işlemler için, toplanmamız gerekiyordu.

Cuma günkü kar yağışına inat, Pazar günü muhteşem güzel bir hava vardı. Bahçeye gidecek grup üyeleri, Anadolu yakasından buluşmaya başlayıp, Avrupa yakasının öbür ucuna dek, uzunca bir yolculuğa çıktılar. Arada, ben de dahil oldum. İlk keşif gezisinde bulunmadıkları için, bahçeyi görmeyenler, minik bir keşif yaptılar(1 aydır kardelenler açık kalmış, daha önceki yazıyı okuyanların haberi ola!). 

Nerelerde hangi uygulamaların yapılacağı tasarımcımız Deniz tarafından anlatıldı. Sonra minik ısınma hareketleri yapıldı. İş yükü sırasında, incinmeler olmasın diye, uzun süredir kullanmadığımız kaslar esnesin diye... 
Ardından gruplar bölüşülen işler için organize olup, çalışmaya başladı.

Bahçe setlerden oluşuyor. Meyilli bir arazide, büyük bir alan. Evin ön kısmında, coşmuş kartopu çalılarından, en kocamanı budandı ama ne budanmak, 3 kişi onunla uğraştı. Canavar olmuş mubarek, yerini öyle sevmiş ki, coşmuş da coşmuş. Yetmemiş bahçenin çeşitli yerlerinde yavrular da vermiş. Yavrular, hem çok yer kaplıyorlardı, hem de oralara başka bitkilerin ekilmesi istenildiği için, yer açılması lazımdı. En altta arıların beslenme bahçesi olarak planlanan kısma, çıkan yavrulardan üç tanesi götürüldü. Bu cümleyi pat diye kuruyorum ama, o yavrular kolay kolay yerlerinden çıkmadılar! Hele sedir ağacının altına yayılan bir tane vardı ki, 3 kişi resmen güreş tuttu onunla. Mito bey bütün enerjisini o kartopunu yerinden sökmeye harcadı desem yeridir. En sonunda bunun kökü anca kırılarak çıkacak diyen bahçe sahibi kolları sıvayıp girişince, olay bitti. Alkış sesleri eşliğinde!

Budanan dallar, dal öğütme makinesine gitti. Kompostta yeşil hammadde olmak üzere.

İki kişi, bahçe canlılarının minik havuzcuğu için yer açtılar. O bölgede bulunan, melisa, krizantem ve ada çayları yerlerinden çıkartıldı. Alt bahçelerden birisinde onlar için ayrılan yere taşındı.

Sıcak demli çay eşliğinde hem mola verildi, dinlenildi, hem de herkesin yaptığı, aldığı yiyeceklerle ortak sofra kuruldu. Güzelim havayı bırakıp da, içeri girmeyi istemedik hiç birimiz. Tahta set üzerine, malç için hazırladığımız kartonları serip, bir güzel piknik yaptık! Bu sırada hayallerimizden, Permablitz'in ilk nasıl başladığından, kimlerin aramıza ne zaman katıldığından, uygulamalardan bahsettik.

Günün en güzel gelişmelerinden birisi, Selen canavarının, vapurda tanışıp, bizlerden bahsederek aramıza kattığı Ellen idi. Selen'e canavar diyorum, çünkü canavar gibi çalışıyor. Şehirde tarım, bahçelerde yenebilen bitkiler diye diye gördüğü genç, yaşlı herkesi aşılıyor. İşte boş durmamış, vapurda bile Ellen'ı bulmuş!

Ellen, Amerika'dan okumak için İstanbul'a gelmiş. Selen'in anlattıklarından da etkilenip, çalışmaya katılmak istemiş. En güzeli, hiç bilmediği bir ülkede bizlere güvenmiş! Eğitimi ile de alakası yok yaptıklarımızın, o aslında ekonomi okuyor. Hepimizin, alması gereken bir ders yok mu bu durumda?

Moladan sonra, tam hız, gene işe koyulduk. Bu arada benim işim, yapılanları kayda almak ve ara ara koordinasyonu sağlamak idi. Tombik bir tip, elinde video kamera ve fotoğraf makinesi... Tam techizatlı kameraman Cevat Kelle gibi hissetmedim değil yani kendimi.

İkinci turda, birinci grup yerlerinden çıkartılan kartopu fideleri için, çukur kazdı ve dikti.

İkinci grup, melisa, krizantem ve ada çayları için minik çukurcuklar kazıp, onları yerleştirdi.

Üçüncü grup, kompost için malzemeleri biraraya getirirken, iki kişi de dalları öğüttü.

Herkes biraraya gelip, Deniz'den kompost yapımını dinledi. Bahçe sahibi, daha önceden zaten soğuk kompost yapmıştı. Ama bu sefer kısa zamanda hemen komposta ihtiyacımız olduğu için(sebze adalarında), bir başka yöntem,  Berkley yöntemi için malzemeler toplanarak kompostun temeli diyebileceğim hale getirildi. 

Nedir bu yöntem diyorsanız, kısaca detaylara buradan ve buradan bakabilirsiniz. Biz neler kattık komposta diye sorarsanız, daha önceden başlanan soğuk komposttan az bir kısım, şöminede yanan odunların külü, yanmış gübre, kartopunun makinede öğütülen dalları, kara kafes otları, mutfaktan çıkan sebze artıkları, bahçedeki kuru yapraklar... 4 gün bekleyecek oluşturduğumuz bir nevi pasta. Sonrasında bahçe sahibi başına gidip, sıcaklığını kontrol edecek. Uygunsa, içeriden dışarıya doğru yığını çevirecek. En içteki en dışa, en dıştaki, en içe gelecek şekilde. Bu çevrimler belli aralıklarla devam edecek ve 18.günün sonunda kompost yığınındaki kokunun güzelliğinden(nefis bir toprak kokusu bu!, bir miktar oluşan komposttan duyduk o kokuyu, o gün), elinize aldığınız kompostun parçalanma şeklinden işlemin tamam olup olmadığını anlıyorsunuz. Verdiğim kaynaklara tıklarsanız, detayını görürsünüz zaten. O yüzden uzun uzun anlatmayacağım. 

Neticede, sıcak kompost için biz temeli attık. Zor kısmı bitirdik. Pastayı fırına yerleştirdik sayın. Pişirmesi ev sahibinden olacak!

Kompost için anlatım ve çalışma bitince, örtü malçlama yapılacak alana geçtik. Orada öncelikli olarak, yerde biten otlar kesildi minik oraklar yardımıyla. Ardından biraz yanmış gübre, biraz da kül serpildi. Önce bir, iki kat olacak şekilde gazete, ardından da üzerlerine karton serildi. Gazete ve kartonlar katman katman sulandı. Uçmamaları için sabitlendi. Bir yandan uygulama devam ederken, diğer yandan Deniz, bilmeyenler için nelerin yapıldığını, niçin yapıldığını anlattı. Böylece sebze adalarının olduğu kısım da hazırlanmış oldu. Yan kısmında da ev sahibinin daha önceden ektiği baklalar, pazılar bize göz kırpıyordu. 


Komşu bahçenin çalışkan Karadenizli teyzesi, hasada hazır karalahanalarını toplarken, evin beyleri de ağaçları bordo bulamacı ile ilaçlıyordu. Bir ara eyvah ilaç diye panik olduysam da, baktık ki, zarar gelmeyecek miktarda yapıyorlar... Havada uçuşmuyor yaptıkları. Zaten Deniz ve ev sahibi daha fazla cümle kurmadan, beni etkisiz hale getirdiler...

İşte her nerede olursanız olun, en büyük sorunlardan birisi de ekip biçtiğiniz alanın yanında ilaçtan medet uman bir başkalarının olması!

Örtü malçlamanın da ardından, ufak ufak toparlanma zamanı gelmişti.

Set bahçeler arası inip çıkarken bu arkadaşı gördüm bir ara... Yılan yavrusuna benzettim. Ama sonradan ayakları da varmış gibi geldi. Kertenkele yavrusu mu, yılan yavrusu mu çözemeden, yaprakların arasından kayboldu gitti.

Bahçelerde böyle canlıların olması ve doğal hayatın bozulmaması zaten en büyük dileğimiz. O yüzden yaşasın yaşasın dedik durduk. Diğer yandan da eldivensiz çalışmamanın, dikkatli olmanın gereğini bir kez daha anlamış olduk.

İşte en dost canlılardan birisi daha. Uğur böcekleri de bahara merhaba demişler. Onların varlığı da müthiş güzel. Bahçenin çok güzel olacağının işaretçileri bizim için.

Nihayetinde, planlanan işlerin hemen hemen hepsinin tamamlanması ile günü bitirdik. Sonrasinda minik bir kutlama yaptık ve huzurlu, mutlu bir şekilde evlerimize doğru yola çıktık.

Aman nazar değmesin, bu seferki ekibimiz SÜPER!

O kadar uyumlu çalıştık, o kadar güzel şeyler paylaştık ki, ben kelimelerle ifade etmekte zorlanıyorum. Anlatılmaz, yaşanır diyorum.

Not: Katılanların iznini almayı unuttuğum için uygulamalarla ilgili fotoğrafları değil de, bahçenin vahşi güzelliğini sizinle paylaştım.

16 Mart 2012

Minik Ellerle

Şubat ayı içerisinde minik eller, anne ellerden daha çok çalıştı. Aslında daha çok çalışıp, birlikte oyun hamuru yapma planlarım vardı ama hala o plan gerçekleşemedi! Önce minik elleri nergisleri tanırken görün istedim. O mis gibi kokularını derin derin içine çekti ohhh mis diyerek.

İngiltere'de adaşım bir arkadaşım var. Cambridge dostlarımdan. Geçenlerde bizim böcük, onun böcükleri ile kamera vasıtası ile konuşurken, boncuklu oyuncaklarla tanıştı. Dilek'in küçük kızı tek tek oyuncaklarını gösterirken, boncuklarla yaptığı eserleri de anlattı. Bizimki de oradan merak sarmaya başladı. Üzerine, bir de Evren'in Sincap'ı ile yaptığı görüşmede yeniden boncuklar sözkonusu olunca, bizimki de sevince, anne boncuklu oyuncaktan aramaya başladı hemen.

Piyasada pek çok çeşidi var. Aslında plastik olduğu için baştan pek de cazip gelmediler. Ama küçük objeleri yakalayabilmesi, parmak kaslarını çalıştırabilmesi kısmına kafayı takınca, peşine düştüm bir kere. Ne diyorduk, çeşitlerinden bahsediyorduk... Su ile birbirine yapışanları var. Ütü ile birbirine yapışanları var. Küçüğü, büyüğü, özel düzeneklerden akıp ele geleni, tek tek seçileni, kalemle tutulanı. Neticede prensip hepsinde aynı. Dikenli bir taban var, Etamin işinde çarpı yapar gibi renkli ortası boş boncukları bu dikenlere diziyorsunuz. Sonrasında ya ısı ile ya da su ile birbirine tutunmasını sağlıyorsunuz. Böylece şekilli bir parça çıkıyor ortaya. Dilek'in böcükleri sincaplar, ağaçlar, çiçekler yapmışlardı. Yaşları bizimkilere kıyasla epeyce büyük. Evren'in Sincap'ı, okulda verilen kalıba rengarenk dizmişti.

İlk baktığım yerde su ile tutunanlar vardı ve fiyatları epeyce uçuktu. Boncukların renk renk akıp geleceği düzenekler, laboratuvara benzer bir ortam hazırlamışlar. Bizimkinin başlangıçta sadece deneyeceği bir oyuncak için o paraya almam diye tutturdum. Belki beğenmeyecek, bir kenara atacak...

Sonra bir oyuncakçıda yukarıda gördüğünüz düzenekte, indirime girmiş çok ucuz bir tane bulduk. Deneyelim diye aldık.

Evren, İkea'da da varmış demişti. Ben de daha önceden görmüştüm ve yaşı uygun değil diye pek bakmamıştım. Ama aynı gün yolumuz İkea'ya da düşünce, bir de oradakinden aldık. Dikenli kalıplar ile boncuklar ayrı ayrı satılıyor. İkisi birleşince fiyatı epeyce yükseliyor ama en çok bu ürünü tavsiye ederim.

Eve gelince bütün aile ve böcük boncukların başına toplandık! İlk baba ile ben denemelere başladım. Böcük benim oyuncağım o diye tepinirken! Çözünce nasıl oynanacağını, daha doğrusu kalemin nasıl kullanılacağını, bizimkine anlattık. Bizim parmaklar oyuncak için kocaman geldiğinden ancak kalemle tutabiliyorduk. Ama böcük için öyle olmadı. Kalemi kullanmak yerine, boncukları yakalayıp tepeden dikene geçirivermek daha çok kolayına geldi!

Herkes bildiği usulde devam etsin o zaman deyip, kendi haline bıraktık durumu. Biz kendi yaptıklarımızı bozduk. Böcüğün ellerine teslim ettik. Sonuçta, yukarıda görüldüğü üzere iki parça çıktı ortaya. Tamirci adam ucuza aldığımız oyuncaktan... Onu yaparken renkleri koyacağı yerleri anlatıp başında durduk. Ütülediğimizde parçalar biraraya geldiler ama sonra hem kötü kötü koktu. Hem de koptu. Hele ben neresini tuttuysam elimde kaldı!

İkea'dan aldığımız kutudaki boncuklar karışık renklerde idi. Onları renk renk ayırmaya başladık ilk olarak. Böylece renk uzmanı oldu bizimki. Daha çok beni çalıştırdı ayırma kısmında ama eğlendik ikimiz de. Sonra kalbe kendi kendine dizdi. Ben hiç müdahale etmedim. Odada yanında olmak dışında hiçbir etkim olmadı. İşlem tamam anne dediğinde ütüledim sadece. Ütüleme kısmında araya yağlı kağıt konuluyor. Denemek isteyen olursa aman unutmayın! Sonuçta gayet güzel eriyip de yapışan bir kalbimiz oldu.

Boncuklarla böyle gayet mutlu, mesut bir hayata başlamış, çok eğlenirken, daha önceden aklıma gelen, bir güzel başımıza geldi. 12 Mart sabahı ben ütü yaparken böcük de yanımda boncuklarla oynamaya başlamıştı. Bu sefer daire kalıp üzerine her sıraya farklı bir renk gelecek şekilde diziyordu. Bir an, benim başka odaya gitmem gerekti, annemin de mutfağa... O aralıkta bizimki hoplaya, zıplaya korkmuş bir vaziyette yanıma geldi. ''Anne anne ben burnuma boncuk soktum!'' cümlesini kurduğu dakikadan sonra ben uçtum!

Önce elimle burnunu kontrol ettim. Boncuk falan yoktu. İçine el feneri ile bakmaya çalıştım. Burun deliği hap kadar zaten, boncuktan küçük, görünen birşey yok. Bir yandan ağlıyor bizimki... Anneme seslendim, o paniklerde... Hapşurtacak birşeyler lazım dedim anneme... Her çocuğun bir burna bulduğunu sokma denemesi vardır zira. Ben tüm ev ahalisinin gözünün önünde burnuma kestane sokmuşum! Babaannem tütün koklatıp hapşurtmuş ve çıkmış kestane. E o zaman evde sigara içen babaannem varmış, şimdi hepimiz düşmanız, yok tütüne dair hiçbirşey! Ne o hapşurtan şey diye düşünürken annem kırmızı biber dedi. Yok o olmaz, nesi hapşurtacak onun derken, annem eline karabiber sürmüş geliverdi yanımıza, değdirdik bizimkinin burnuna... Yanıyor yanıyor diye çemkirmeye başladı bu sefer... Ardından bir hapşuuuuu... Boncuk falan yok! Bir yandan acıyor boncuk içeride diyor, bir yandan yanıyor... Aklımı kaçırmak üzere iken, bir hapşuuuu daha! Pembe bir boncuk mendile uçuverdi. ''Çıktı!'' dedi bizimki. ''Oh!'' dedi annem. Ben tuş vaziyette yerde! Boncuklar bilinmeyen bir süre için tedavülden kalktı...

Oyuncak güzel, başında durup, birlikte yaptığınız sürece gerçekten parmakları çalıştırıyor. Tavsiye edilir. Ama siz siz olun başından ayrılmayın! Benim oyuncağa dair ilk tepkilerimden birisi idi ağzına, burnuna, kulağına sokmaya kalkmasın bunu diye düşündüm. Aklıma gelen de başıma geldi.
Bu tarz oyuncakların hepsi için, aman DIKKAT!

14 Mart 2012

Pancarlı, Beyaz Peynirli Top Kek

''Vız vız arı uçuyor, çiçeklere konuyor... ''diye başlayan bir şarkı çalıyor bilgisayarda. Böcük onun müziği ile hoplayıp, zıplıyor ama ne hikmetse aynı enerji bende yok. Miskinlik sinmiş kıştan üzerime...
Yazılacak pek çok konu var, elim değdikçe fotoğraflarını ayarlamaya çalışıyorum. Sonra bir bakıyorum, İngilizce adı Hops olan bitkiyi aramaya koyulmuşum! Şerbetçiotu olduğunu öğrenince mutlu olmuşum... Birilerini mutlu etmişim...
Bir e-posta geliyor, balıklama dalıyorum arıları çeken çiçeklerin, ağaçların, çalıların arasına. Ne blog okuyabiliyorum, ne de elişi yapabiliyorum bu aralar. 
Uyanan doğa ile birlikte aklım fikrim çiçeklerde, börtü, böcekte!

Evin böcüğü için illa kekler, börekler, onun atıştırabileceği birşeyler oluyor elimizin altında. Gelen misafirlerle bazen büyük şenlikler oluyor.

Geçtiğimiz hafta, böyle güzel günlerden birisi idi. Yılların blog dostu, Asortik Krep ile şenlendi evimiz. Yüzyüze ilk defa görüştük. Ama sanki birbirimizi doğduğumuz ilk günden beri tanıyormuşçasına, konuşacak çok konu bulduk. Dünya tatlısı anneciği ile de tanışma şansımız oldu. Keşke daha uzun süre görebilseydik. Bir dahaki sefere uzun uzun oturmaya bekliyoruz Asortik Krep'im.

Asortik Krep'in blogunda Dukan Diyeti yaptığını görünce, diyette neler var, neler yok de hele bir bana dedim. Sen kafana göre takıl, bu aralar ben de öyle yapıyorum deyince de rahatladım.

Nicedir bir başka dost, Münevver hanım'ın Peynirli Kabaklı Kek'ine takmış durumdayım. Haftada en az bir defa yapar oldum. Annem en sonunda ''kızım sen mevsimi değil diye eve kabak aldırtmıyorsun, ama kendin alıp kek yapıyorsun, bu ne pehriz, bu ne lahana turşusu'' deyince bu işe son verdim.

Asortik Krep'im gelecek diye gene aklıma düştü bizim Peynirli Kabaklı Kek, en sevdiklerimi yapacağım ya illa... Gözüm tezgahın üzerinde 1 hafta önce pazardan aldığımız tazecik çıtır çıtır pancarlardan yaptığımız pancar turşusuna takılıverdi. Kakaolu, pancarlı kek olursa neden tuzlusu da olmasın dedim kendi kendime ve sonuç fotoğraflarda gördüğünüz gibi birşey oldu. Tadını sevdim ben. Eğer denemek isterseniz, tarifi de şöyle:

  • 2 adet yumurta
  • 1 su bardağı çok katı olmayan yoğurt (bizim evde yaptığımız yoğurt öyle taş gibi olmadığından onu kullandım)
  • 1/2 İri kıyım çay bardağı zeytinyağı
  • 1 çorba kaşığı şeker
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 su bardağı pancar turşusu rendesi (suyu süzülecek ama sıkılmayacak)
  • 1 su bardağı rendelenmiş yağlı beyaz peynir
  • 2,5 su bardağı elenmiş un
  •  1 paket kabartma tozu
Herkesin kendince bir kek yapma usulü vardır. O usule eliniz alışmıştır. Çırpma kısmında kendinizce malzemelerin sırasına karar verin derim...
Ben genelde yumurtalarla başlarım, köpük köpük olunca, diğer sıvı malzemeleri tek tek eklerim. Sonrasında un ve kabartma tozunu karıştırarak katarım. Bu kek için pancar ve peyniri, başka kekler için de bu tarz eklenecek malzemeyi, en son mıkserle karıştırmadan katarım, kaşıkla yavaşça karıştırır, kalıba dökerim.

Sonuç böyle pembemsi bir kek oldu.
Sonradan keşke biraz da suyundan ekleyip, unun oranını arttırsaydım diye düşünmedim değil. Böylece bütün kek pespembe oluverirdi. Tercih sizin.

Biz sevdik, dilerim siz de seversiniz.

05 Mart 2012

Permablitz 2012

Hayatımdaki ilk kardelenlerle, 30'lu yaşlarımda, 2002'de evlenip yerleştiğim Cambridge'de karşılaştım. Oysa kardelenlerin bolca bulunduğu yerler Toroslar, Anadolu toprakları... Güzelim ülkemdeki her karış yeşil alanda rastlayabilmeliydim onlara. Ama ne mümkün...

Önceki haftasonu, ilk İstanbul kardenleri ile karşılaştım. Yeni aday Permablitz bahçemizde. Nasıl büyük bir mutluluktu bu, doğayı ve çiçekleri seven birisi için, kelimelerle ifade etmek mümkün değil. O narin, utangaç başlarını eğmişler, bembeyaz güzellikleri ile karların arasından yüzlerini göstermişlerdi; adlarına layık bir şekilde.

İşte en güzel yanlarından birisi de bu Permablitzlerin, doğaya dair ne varsa görüp, ellerinizle dokunabiliyorsunuz, onlar yanıbaşınızda... 

Burada ve burada 2011 yılındaki bahçemizi anlatmıştım uzun uzun. Nedir bu Permablitz diyorsanız, lütfen o yazıları okuyun.

2011 kış döneminde, tasarım aşamasına dinleyici olarak katıldığım bir bahçe daha yapıldı. Adı üzerinde, kış sebzeleri ile donatıldı. Anahtar deliği şeklinde yapılan bahçe(bu tarz bahçenin literatürdeki adı bu, İngilizce Key Hole Garden olarak geçiyor, dar alanlarda, çok ve rahatça ürün alabilmeniz için düşünülmüş, özellikle Afrika ülkelerinde çok kullanım yeri bulan bir çalışma bu). Çuvalda patates yetiştirme, kompost kutusu, ilk bahçeye kıyasla yapılan farklı çalışmalardandı. Malç olarak saman kullanılabildi bu sefer. İlk bahçede gazete ve karton kullanmak zorunda kalmıştık, gene de pamuk gibi verimli bir toprak elde etmeyi başarmıştık. İkinci bahçede, buz gibi soğuğa rağmen, şehrin göbeğinde, en ünlü AVM'lerden birisinin uzunca boyuna inat, kuş sesleri eşliğinde, güzel bir çalışma yaptı o gün katılan arkadaşlarımız. Gün bitip de, gecenin ilk ışıkları yandığında, enginarlar, soğan fideleri, daha başka pek çok kışlık sebze esen rüzgarla salınmaya başlamışlardı bile.

 
(Çiçekten meyveye dönmeye başlayan Malta Eriği)

2012 yılına dair Permablitz aday bahçelerinin kimler olabileceğini, Yahoogroups altındaki Permablitz İstanbul'dan sordu, grubun kurucusu, Deniz Üçok Arman ve daha önceki bahçe çalışmalarına katılan arkadaşlarımızdan talepler gelmeye başladı.

Aday bahçelerin sahiplerinin, aday olmadan önce, Permablitz çalışmalarına katılmaları çok önemli. Zaten bu yüzden, Melbourne'de ilk defa bu işi icat ederek, Permablitz ismini verenler, 3 bahçe çalışmasına katılanların, kendi bahçelerini aday olarak göstermelerine izin veriyor. İstanbul'daki çalışmalarda da, aynı prensibin izlenmesinin ne kadar yararlı olduğunu, 2012'nin ilk aday bahçelerinde görmüş olduk. Bahçe sahipleri konuya hakim, istekli ve zaten ufak ufak duydukları, okudukları ile uygulamaya başlamış kişiler, bu bizler için büyük şans.

(Aday bahçenin kompost alanı)

Bu sene üç gruba ayrıldık. Üç ayrı çalışma yapabileceğimiz bahçe var. Birisi Avrupa, diğeri Anadolu yakasında. Üçüncü de Adalarda. Dilerim bahçelerin sayıları katlanarak artar. İstanbul'un dört bir yanı Permakültür bahçeleri ile dolar. Hele son dönemde, Yunanistan'dan gelen haberlerle, şehirde Permakültür bahçesi yapmanın önemi daha net anlaşıldı.

Yukarıdaki fotoğrafta, Avrupa yakasındaki bahçemizin ev sahibinin yaptığı kompost alanını görüyorsunuz. Bunun yanında bir başka, daha hızlı kompost yapımına dair denemesi de var. Bahçe sahibi, 20 senedir bahçe ile içiçe yaşıyor, moleküler biyoloji mezunu olduğu için bitkileri iyi tanıyor ve biz daha leb demeden, leblebi diye sözümüzü tamamlıyor. Geniş bir alanda, yapılacak çok fazla şey var bu bahçeye dair. Biz hayallerimizi kurmaya başladık. Deniz de, PDC(Permaculture Design Certificate - Permakültür Tasarım Sertifikası) sahibi olarak  bahçeyi tasarlamaya başladı. Bizlere birşeyler öğretebilmek adına, aslında sadece kendisinin yapması gereken kısmı, bizlere detay detay anlatarak, paylaşarak, ödevler vererek  tamamlamaya çalışıyor. O yüzden zaman yönetimi onun için çok önemli.

Biz, ilk tasarım toplantımızı yaparken, Anadolu yakası ekibi ve o ekibin başındaki PDC sahibi Didem Çivici, Permablitz Aşkına dedi. Ekipten Selen, ''Oooo biz tohum bombalarımızı hazırladık bile!'' dedi.

Bu arada ben özellikle PDC'nin altını çiziyorum. Çünkü, Permablitz bahçelerini mutlaka PDC sahibi birisinin tasarlaması gerekiyor. Uygulamada ortayan çıkan bahçeye Permakültür bahçesi adı verilebilmesi için. Kurallardan birisi de bu.

(Bu sene 80kg ceviz veren ulu ceviz ağacı)

Bu sene sadece çalışma değil, ekiplerimiz de şimşek gibi. Adalar ekibi de keşif gezisini yaptı. Ama sanırım ''blog'' yazan birileri yok aralarında, o yüzden internet ortamında sesleri çıkmadı. Daha sessiz ama derinden yürütüyorlar çalışmalarını.  Güzel, hem de çok güzel şeyler çıkacak bu bahçelerden. İnanıyorum... 

Permakültür'e dair pek çok etkinlik var yaz döneminde.
Peny Livingstone Stark ile İleri Seviye Permakültür Çalıştayı - 29 Nisan - 6 Mayıs 2012 Bayramiç Yeniköy

Emet Değirmenci ile PDC Kursu - 8 Haziran - 16 Haziran 2012 - İstanbul Yeşil Ev

Bill Mollison ve Geoff Lawton ile PDC Kursu - 30 Haziran - 12 Temmuz 2012 - İstanbul

2012 Bölgesel Permakültür Konferansı ve Buluşması - 14 Temmuz 2012 - İstanbul

Bölgesel Permakültür Buluşması - 17 Temmuz - 21 Temmuz 2012 - Marmariç

Şimşek gibi geliyoruz... İstanbul, bekle bizi!

03 Mart 2012

Gene GDO ve Gene Soya, Bu Sefer Yiyecekler İçin...

Öncelikle lütfen GDO üreten devlerden birisinin sebep olduğu hayat hikayesini, bu devin kim olduğunu buradan okuyun. Yarınımız için, kendi sağlığımız için ama canımızdan kıymetli çocuklarımız için... Kimlerin eli cebimizde, sağlığımızda, hayatımızda bilmek için...

Sonra bugünlerde TÜGİDER'in, GDO'lu soyanın ithalatına izin için için başvuruda bulunduğundan haberiniz olsun. Kimdir bu TÜGİDER derseniz, Tüm Gıda İthalatçıları Derneği olduğunu söyler, detaylara web sitelerinden bakın derdim, ama gündeme geldikleri ilk gün, üyeleri görünmesin diye web sitelerini kapattılar! Ama kimler sizin gözünüzün önünden kaçıyor bilmek isterseniz, buyrun buradan bir bakın... Tanıdık yüzlerle karşılaştınız mı? Mesela bebek maması ithalatçıları, mesela üçüncü gözüz, tarafsızız, diyen denetim kuruluşları, test laboratuvarları, sağlığınız için çeşit çeşit ürün aldığınız firmalar, marketler??? Dürüst üyeler, bu talep bizim ilkelerimize aykırıdır diye istifa ettiler... Ama diğerleri inatla bu taleplerinin peşindeler.

Fikir Sahibi Damaklar'ın konuyla ilgili açıklamasını buradan okuyabilirsiniz.

UĞUR DÜNDAR, her zaman olduğu gibi elini vicdanına koydu ve bir baba olarak bir dilekçe yazdı.

Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. En vurucu cümleleri ise şunlar:

TÜGİDER üyeleri bu ithalatı aslında AB'de binde 9 olarak ifade bulunan bir GDO bulaşıklık durumunun bizim yönetmeliğimizde olmayışından dolayı talep etmekte! Dünya gazetesinden Ali Ekber Yıldırım'a verdiğiniz bir beyanattan anladığım kadarı ile amacınız GDO yönetmeliğine, şu an için varolmayan bir "GDO bulaşığı" oranı eklemek. 

Oysa GDO yönetmeliğimizde bulaşıklığa dair herhangi bir oranın olmayışı, yani GDO'nun binde 9 değil, binde 1 oranında dahi gözardı edilemez oluşu, benim gibi pek çok babanın en değerli güvencesi!
Keşke GDO'ları tümden yasaklasak dediğimiz bir zamanda, istediği kadar AB standardı olsun, ürünlerde GDO bulaşığı olma durumu çocuklarımıza yapabileceğimiz en büyük kötülük.

Talebiniz olduğunu anladığım binde 9 oranında "gözardı edilebilir" GDO bulaşığını, ben gözardı edemiyorum! Nihayetinde benim ve çocuklarımın gıdasından bahsediyoruz!

Gelin siz de buradan dileğinizi TÜGİDER'e iletin ya da bir dilekçe de siz yazın. Birlik olup şu GDO canavarının karşısında duralım. Sağlığımız için, çocuklarımız için, ülkemiz toprakları için, bize besin yetiştiren çiftçilerin hayatları için, yarınımız için...

Tam da bugün, bu konularda bizi biliçlendirme ve doğala yöneltme yolunda çok büyük adımlar atan, güzel insan Victor Ananias'ı, bedenen aramızdan ayrılışının birinci yılında hürmetle anıyoruz...