27 Haziran 2011

İstanbul Akvaryum

Resmi açılışından iki gün önce gezeceğimiz tuttu, gittik, gördük, beğendik! Tavsiye ederiz.

Hakkında pek çok şey yazılıp çiziliyor bu aralar. Detaylı bir yazı burada. Resmi web sitesi de burada.

Ben teknik bilgileri verdiğim bağlantılardan okumanızı dileyip yaşadıklarımı, gördüklerimi anlatacağım.

Yeri, Atatürk havaalanına çok yakın ve muhteşem. Denizin tam kıyısında ve manzarası çok güzel. Eskiden o alanda bulunan dinlenme evleri ve turist kampını düşününce içim cız etmiyor değil o ayrı. Babamın en yakın arkadaşı her yaz, dinlenme evlerinden ev kiraladığı için, o bölgeyi sık ziyaret ederdik. En çok, turistlerin, gün batımında, kumların üzerine oturup, güneşi izlemelerine şaşardım. Sonra, yurtdışında yaşayınca, anladım ki, öyle ülkeler var ki, güneşi görmek çok önemli oraların insanı için, O, öyle yüzünü herkese göstermiyor! İstanbul, O'nun yüzünü gösterdiği şanslı kentlerden biri.

İstanbul Akvaryum'un girişinde sizi karşılayan çok şeker bir ekip var. Tatlı dilliler, sevimliler ve de ilgililer. İşimi yapar, maaşımı alırım edasında değiller. Bu, yeni olmalarından mı kaynaklı bilmem, ama dilerim hep böyle devam ederler. Ülkeme, İstanbul'uma böylesi yakışıyor çünkü.

Akvaryuma yukarıda görülen Nuh'un gemisi ile giriş yapıyorsunuz. Karadeniz'den...
İlk karşılamayı da bu balıklar yapıyor. Akvaryum, konulara göre bölümlendirilmiş. Karadeniz'den giriş yapıp, Marmara Denizi, İstanbul, Çanakkale Boğazı, Ege, Akdeniz, Süveyş Kanalı, Güney Afrika, Okyanuslar, Güney Amerika, Yağmur ormanları... Tek tek geziyorsunuz. Anlatımlar genelde güzel, ama yanınızdaki böcükle ne kadarını okuyabilirsiniz, o sizin kabiliyetinize kalmış. Ben bu konuda kabiliyetsiz çıktım. Zira ilk defa böcükle ikimiz, yalnız başımıza evden dışarı çıkıp, uzaklara yolculuk ettik.

Bir tur, böcüğü arabasına oturtup daha rahat bir şekilde gezdik. İkinci turda, böcük serbest kaldı ve bana koşmayı öğretti! Bir de elimde araba ile! Niye iki tur, çünkü ben yıllık bilet aldım. Nasılsa 1 sene içinde en az 2 defa geliriz dedim. İki turda bilet nereyse kendisini amorti ediyordu. Böcük 2,5 yıllık hayatında ilk defa akvaryum görünce, çok sevdi. Ben de bilete acımadım, iki turu da bir günde attım. Böylece 1 günde, büyük oranda, bilet kendisini amorti etti bile. Yalnız gitmeden bir gece önce web sitelerini iyice bir didiklemiştim. Orada, Müze Kart indirimi var görünüyordu. O indirimi yapmadılar! Müze Kart'ın kendi web sitesinde bile bulunmayan, görünmeyen Müze Kart Plus'a indirim var dediler. Web sitesinde de bunu + olarak belirtmişler ama hem öyle bir kart Müze Kart'ın resmi sitesinde yok, hem de o kadar belirsizdi ki bu işaret, kartın özelliği mi, yoksa artı bir de şu var demek mi net değildi. Ben kapıda ayaklanma çıkartıp bir de üzerine e-posta gönderdikten sonra web sitelerinde düzeltip yanına bir de Plus ibaresi eklemişler. Bana da açıklama göndermişler. Eh, bu da birşey, gösteriyor ki, ilgisiz bana ne edasında olan bir yönetime sahip değiller. Müşterilerini dinliyorlar, işlerine ilgililer.
Bu havuzu çözemedim. Su bir doldurulup bir boşaltılıyormuş. Boğazın sularındaki akıntıyı mı yapmışlar anlamadım.
Bu kısım Boğaz ve balıklarının canlandırılmış hali. Alt kattan da görülüyor. Ayrıca bir de bastığınız yerden alt katı görebildiğiniz camlı alan var. Etek giymiş hanımlar dikkat!

Balıklar ara ara su yüzeyine de çıkıyorlar. Elinizle tutuverecek gibisiniz.
Kapalıçarşı'dan geçerek buraya geliyorsunuz. Sağ tarafında minik bir amfi var. Oradan alt kısımdaki balıklara bakabiliyorsunuz. Bu şekilde iki amfi var akvaryumda. İkisine de asansör koymuşlar. Sakatlar ve çocuk arabalı anneler için. Çok sevdim bu işi. Çünkü çocuğun aklı kalıyor ve beli sorunlu anne olarak çok zorluk yaşıyordum. Görevlinin yardımıyla hemen aşağı indik ve böcük dikkatle balıkadamları inceledi.
Gittiğimiz gün nedense hemen hemen tüm havuzlarda balıkadam vardı. Kimisi temizlik yapıyordu. Kimisi de balıklara yemek veriyordu. Bu grup sanırım yemek vermek için oradaydı. Zira biz yanlarından ayrıldıktan kısa bir süre sonra anons duyuldu. Web sitelerinde etkinlikler arasında var yemek yedirme...

Müren balıkları için böyle özel bir yer yapmışlar. Niye ise bir de kaburga! Her girinti, çıkıntıdan da bir müren başı uzanıyor. Yanlarında olmak istemezdim doğrusu.
Deniz atlarını çok severim. Eşlerinin yerine doğum yaptıklarından mı bilmem... Onlarla karşılaşmak büyük bir sürpriz oldu benim için. Küçümen de çok sevdi.

Istakozu görünce bizimki, temkinli yaklaştı. Hatta arabasının içindeyken bile yanına pek gitmek istemedi. Ben yaklaşınca da hemen anne dedi.
Gözler hemen Nemo'yu yani Palyaço balıklarını arıyor değil mi? Yok onlar burada değillerdi. Tam tünel olmayan ama tünele benzeyen kısımda onlar. İlginçtir ki, bu akvaryumda cam tünel yok. Yarım, ona benzer birşey var. Ama her akvaryumun böbürlenerek bizimki bilmem kaç metre dediği yürüyen bantlı tünel burada yok.

Ben bu akvaryumu, farklı ülkelerde, yerlerde gezdiğim akvaryumlar içinde The Deep'e benzettim. The Deep'den daha küçük ve daha farklı. Ama onun gibi de değişik. Öyle bol bol cam arkasında balık seyretmekten daha enteresan bir yapıda. Arada denize dair farklı ögeler de var. Batık gemiler gibi, denizaltı gibi, denizcilerin yatakları gibi...
Burası Süveyş Kanalı. Şanslıyım ki, ben o kanalın yanndan geçtim ve gördüm. Gemiler içindeyken de üstelik. Kahire'den Port Said'e giderken... Sonra eskiden Osmanlı Saraylarından birisi olan Kahire Mariott oteldeki kanalın yapımına dair tabloları da gördüm. Ne acıdır ki, Osmanlı İmparatorluğu zamanında yapımına başlanmış ama elinden alınmış!

Bu böcükler çok şekerdi. Pıtır pıtır geziniyorlardı. Yan akvaryumda ise büyüteçle bakabildiğiniz, patlak gözleri ile sizi süzen bir ekip vardı ki, görülmeye değer.
Güney Kutbuna, soğuk alana hoşgeldiniz. Kutup ayısı, penguenler sizi karşılıyor. Elinizi değdirdiğinizde buza dokunmuş hissini alıyorsunuz.
Bu kısım en hoş alanlardan biri. Böcüğü bu alanda kovalamak ise nasıl ilginç bir deneyimdi anlatamam... Hanımefendi özgürlüğünü ilan etti mi, kimseyi takmıyor. Etrafında sizin olmamanız da hiç umrunda değil. Başka çocuklar hemen ağlar, annesini, babasını arar. Bizimki hiç takmıyor. Biz hep yanında olacağız diye mi hissediyor bilmem ama birkaç defa saklandım. Hiç aramadı, aldı başını gitti...
Ah bu kuma saklanan balıkları çok severim. İlk Kew Garden'da farketmiştim onları. Haydi sayın bakalım kaç balık var?

Batığın içine hoşgeldiniz. Kaptan köşkü, dümen, orjinaline çok ama çok benziyor!
Arada bir, camlardan köpekbalığı çıkıyor karşınıza. Birkaç kişiyi şaşırtıp, korkutmayı başardı biz orada iken.
Denizcilerin yatakları... Sallanırken burada uyumak nasıldır acaba, hep merak etmişimdir.

Buralara gidişte yolda çocukların oynayabileceği alanlar var. Birisinde kabartmaların üzerine kocaman kalemlerle çizim yapabiliyorsunuz. Bir başkasında yere projeksiyonla yansıtılmış balıkları ve su kaplumbağasını üzerine basarak yakalamaya çalışıyorsunuz. Tüm çocuklar buna bayıldılar ama nedense de kaplumbağacık onları, en başta da bizimkini ürküttü. Aaaa anneeee diye geldi yanıma. Sonra birlikte yakaladık balıkları.

Arada iki kat arasındaki inişte balkon var. Bitiminde özel perde de fotoğrafınızı çekip, daha sonra zemine köpek balığı yerleştiriyorlar.  Birkaç farklı maketle birlikte de fotoğraf çektirebiliyorsunuz. En son yağmur ormanının çıkışında da yakalıyorlar sizi haberiniz olsun.

Ayrıca malum kişinin sahibi olduğu, malum lokantalardan birisi de gayet güzel bir manzara eşliğinde sizi bekliyor. Biz tavukgöğsünü çok beğendik. Son dönemde yediğim en gerçeğe yakın tavukgöğsü idi. Onu tavsiye edebiliriz.
Burası da bahsettiğim ikinci amfisi olan kısım. Arka planda gene balıkadamlarla burayı çok sevdi bizimki. İnsanlar nasıl oturmuşlarsa, aynen onları taklit etti.


Zaten günün sonunda da en çok balıkadamlar kaldı aklında ve balıklardan çok onları anlattı.

Vatozlar... Londra Akvaryumu'nda en çok vatozların kendilerini sevdirmelerini sevmiştim. Hatta hakkında yazdığım yazıda onların nasıl kendilerini sevdirdiklerine dair hazırladığım bir de filmciği eklemiştim. Buradaki havuzlardan birisinde de bir vatozcuk sev beni şeklinde bir kanadı havada yüzdü durdu. Ama koca timsahları dize getiren Steve Irwin'in bir vatoz tarafından öldürülmüş olmasını hatırlayıp uzak durdum onlardan. Nedense bu adam ve ölüm şekli o dönem çok etkilemişti beni. Olamaz olamaz diye gezip durmuştum. Eşim ile birlikte ilgi ile izlerdik belgesellerini.

Zaten elleyince elimden vatozlar için zararlı bir bakteri geçip sorun da yaratabilirdi... İki taraf için de ellememek daha iyi dedim, gözlerimle sevdim bu insan suratlı balıkçıkları.

Bizim böcük de üstü açık akvaryumu görünce anne sakın elleme, içinde ''engeç'' var buyurdu. Niye dediğimde elini kapar dedi! Nereden öğrendi bilmem, ama bildikleri ile beni şaşırtmaya devam ediyor bu böcük.

Yağmur ormanlarının olduğu alana yaklaştığımızda yerlerin ıslak olduğunu farkettim ama yağmur falan da görmedim. İçeriye girince de günümü gördüm!

Benim gibi gözlüklüler aman dikkat! Gözlük buharlandığı için, burnunuzun önünü göremiyorsunuz. Silmek de çare olmuyor. Bu alanı gözlüksüz gezmek zorundasınız. Gözleri burnunun ötesini görmeyenler de aman dikkat, tam karşınızda piranalar sizi bekliyor! Ben daha önce piranalarla tanışmıştım. İlk çalıştığım şirkette patronumun odasında varlardı. Kızınca nereden başlasın piranalar derdi ya da müşterileriyle pazarlıkta tehdit unsuru olarak kullanırdı onları. En son şirket taşınırken besleyen kişi yemlerini atmayı unutmuş, birbirlerini yediler ve öldüler...

Akvaryumdakiler de sizi görür görmez hemen o alana toplaşıveriyorlar!
Burnumun ucunu bu sefer de sis ve nemden göremeden ilerlemeye devam ettim. Bir yandan da yokuş yukarı çıkıyorsunuz, o yol böylece sizi bir üst kata çıkartmış oluyor.
Akvaryumda varolduğu söylenen bazı tür sürüngenler ve kırmızı gözlü kurbağa burada mıdır bilmem. Zira iki tur atmamıza rağmen biz denk gelemedik onlara.
Dünyanın en büyük kemirgeni, guinea pig'lerin akrabası, İngiltere'de gezdiğimiz pek çok yerde karşılaştığımız, eski dost capybara bizi son rampada karşıladı. Kendisi Türkiye'nin ilk capybarası. Garibim yerini yadırgadığından mı, aşırı nemden mi, insanlardan korkusundan mı bilmem bir kadar evine sığınmıştı. Çekik, baygın gözlerde süzdü oradan bizi. Oysa İngiltere'de karşılatıklarımız, oranın soğuk havasına ve burası kadar çok olmayan nemine uyum sağlamışlardı. Dilerim bu capybara da mutlu olur yeni evinde. Ama hayvancıkların böyle ortamlara hapsolmasına hep üzülüyorum ben... Bir de kaçmasın diye etrafına elektrikli tel çekmişlerdi... Bu tel, piranalarla komşu olmak, nem... Onun yerinde olmak istemezdim.
Genel olarak İstanbul Akvaryum bize güzel bir gün geçirtti. Çalışanlarının yardımseverliğini ve güleryüzünü çok sevdim. Akvaryumdaki balık sayısı az, boyut olarak daha yavru olsa bile güzeldi. Günden güne daha da iyiye gideceğini düşünüyorum. Biz ara ara ziyaretlerimize devam edeceğiz.

Akvaryumun bulunduğu alan büyük bir kompleks olacakmış. Konferans salonları, yüzme havuzları, büyük markaların yeraldığı alış veriş merkezi... Hatta deniz otobüsü iskelesi bile yapılacakmış. Oldukça büyük bir proje. Dilerim eğitim ağırlıklı olur.

Gezinizi planlarken, o taraflara gitmişken, Florya Atatürk Deniz Köşkü için de mutlaka zaman ayırın ve bir devleti yoktan var eden, yeniden kuran insan, nasıl bir sadelik içerisinde yaşamış görün. Ben düşündükçe lükse olan tutkumuzdan utanıyorum.

26 Haziran 2011

Permablitz İlk Hafta

Bugün ilk Permablitz'in üzerinden tam bir hafta geçti. Çileğimizin çiçeği ile merhaba diyelim!

Bahçede neler oldu diye bakarsak...

Evde organik Meksika fasulyelerini filizlendirecek ortam oluşturamamıştım. Pamuk içinde büyütmek de istememiştim. Uygulama günü çıkan saksılardan birisine bir parça toprak koydu Deniz, ben de fasulyeleri serpiştirdim. Bir gün önce en ufak bir kıpırtı görmediğim saksıyı bugün böyle bulunca şok oldum! Sanki sihirli bir el gelip onları oraya bırakıvermişti! Sulandıktan sonra aniden filizleniverdiler diye geçirebildim ancak içimden.
Biraz daha büyüdüklerinde, onları saksıdan alıp, ayırıp, çitin kenarına sardıracağım.

 Kekikte son durum bu şekilde...

 Kaybettiğimiz fidelerden, ne vardı, onu bile bilemedim!

Çam ağacının altındaki fidelerden ıspanak olduğunu düşündüğüm bir tür, bir minik marulcuk, çilekler yaşamakta. Diğerlerini pek göremiyorum ne yazık ki.

Fideler ezilmesin, üzerine basılmasın(kedi bol bahçede çünkü) diye Deniz'in önerisi ile o fideleri yerleştirdikçe, ben de iki çöp şiş ile hem destek, hem de koruyucu yapmıştım. Geriye çöp şişler yadigâr kalmışa benzer. Ama belli de olmaz sonrasında, ümit mi ümit işte...
Domates fideleri, üstte ilk halleri, altta 1 hafta sonraki halleri var.

Latin çiçeği, saksıdaki, ekildiği zamanki ve bugünkü hali. Bugünkü halinin ardında hiç de hoş olmayan bir manzara var. Kedi nüfusuna ait! Kedileri bu alanda en çok istememe sebebim de bu! Çünkü kedi dışkısı ile birlikte toksoplazmadan(hamile ve küçük çocuklar için tehlikeli), kist yapan bakteriye kadar pek çok hastalık bulaşmakta. Sokak kedisi oldukları için, uygulama yaptığımız evin yanındaki komşuya ait 30 civarı kedi bulunduğu için de çaresi yok, kedi kaçıran bir sistem kurmak lâzım, onu da biz bilemedik. Ben birara İngiltere'deki bahçe marketlerden birisinde öyle bir ot görmüştüm. İngiltere'de de komşu kediler aynı sebeple hep başa beladır ve bahçesi olanlar istemezler. Bu ot onlar içindi. Ama adını not almamışım. Bilen, duyan varsa, haber ederse, seviniriz. Ayrıca idrar kokusu da hiç hoş değil. Güneşte ısınan, sonra ıslatılan ve serinleyen gazeteleri pek sevmişe benzer komşu kedi nüfusu!

Yan dar uzun kısımdaki ilk gün yukarıda, bugün aşağıda yer almakta. Fireler daha net görülüyor burada. Saksıdakilerden birisi benim fasulyeler, beyaz saksıdaki de Deniz'in almayı unuttuğu kerevizler. Belki orada daha fazla büyürse, toprağa alabilirim diye aynı bölgede yerinde tuttum.

Benim büyüttüğüm siyah havuç. Sanki yaşayacak gibi. Her ne kadar en canlı dalı kaldıysa da geriye, bakalım neler olacak? Bu havuç denemesini herkesin yapmasını öneririm!

Semizotları, yukarıda ilk halleri, aşağıda bugünkü halleri var. Kedilerden etkilenmekle birlikte hayattalar şimdilik. Esas istediğimiz bu alana dağılıp, orayı kaplamaları. Aynı alanda çoğaldıkça dağıtılacaklar.
Çileğin ilk ve son halleri. Yerini sevmişe benzer. Çamın asitli toprağını da sevmişe benzer. Üzerinde iki bitmiş çiçek, bir çilek(çiçekli fotoğrafta arka fondan görünüyor), bir de yeni çiçek gördüm. İlk gün ektiğimizde de bir tanesinde kırmızı bir çilek vardı, sonrasında yok oldu. Kuşlar genelde didikleyip bırakır ama bunu kim yemişse toptan götürmüş.

Gelelim esas notlara...

Bu ilk uygulama şehrin göbeğinde Permakültüre dair neler yapılabileceğinin de deneyi olduğu için bizler açısından önemli. Kocaman bağları, bahçeleri olanlarla kıyaslayınca bit kadar bile değil yaptığımız iş. Ama hiç yoktan iyi. Saksıda balkonda yetiştirilenlerde sahibi devamlı elini üzerinde tutabildiği, hergün gözlemleyebildiği, bakıp sevgi ile büyüttüğü için orada daha fazla laboratuvar ortamı var. Bizde o kısım ne yazık ki pek olamıyor. Gözlem ve en fazla sulama şeklinde hayatta kalmasına yardımcı olabiliyoruz. Bahçe sahipleri şu anda evde olmadıkları için daha fazlasını da yapabilmek mümkün değil.

Gazete kağıtlarında durum, fena değil. Ama uçanlar, aradan düzeni bozup baş kaldıranlar var. Ben çok fazla eğilemediğim ve taşları kaldıramadığım için sabitleme konusunda çok başarılı değilim. Kediler çok sevdiler, bu pek iç açıcı değil. Üzerine saman, ağaç kırpığı gibi bir başka malzeme gerekli. Dayandığı yere kadar bakalım bizi nasıl götürecek? Gazetelerle ilgili en çok sorulan soru, siz burada sağlıklı yiyecekler de üretebilirdiniz, gazete mürekkebi zararlı değil mi? Yenmeyecek mi, buradan alınan ürünler? Bu konuda fikri olan lütfen söylesin!

Bizim açımızdan bunu yapabilmek bile önemli, yemekten çok yetiştirme kısmına odaklandık.

Karton koliler daha başarılı bir duruş sergiliyorlar. Sonraki çalışmalarda onlardan bulmak gerekli.

Minik fidelerden çok, daha büyümüş olanlar ayakta. Fesleğenlerden, kıvırcıklardan, kerevizlerden firemiz çok olmuşa benzer.

Fotoğrafını çekmeyi ihmal etmişim ama lavanta ile biberiye iyi görünüyor.

Domatesler bir gün önce susuz kalmışa benziyorladı. Bugün keyifleri yerinde, boy atmış göründüler gözüme.

Komşularda merak çok, sorular çok... Bahçeye girip çıktıkça yakalıyorlar beni. Benim hergün gitmem mümkün olmuyor ama gün aşırı uğramaya çalışıyorum. Bir çocuğum daha oldu anlayacağınız!

Tohum toplarını gözlerimle aradım, taradım, bulamadım. Ya rüzgârla gelen toprakların altında kaldılar ya da kendileri parçalanıp toprak oldular. Çözemedim.

Günler geçtikçe bahçenin bereketinin artması dileği ile...