İngiltere'de iken
U3A'de kurs veren
Anne Culver'dan öğrenmiştim elde patchwork yapmayı. Patchwork ve Suffolk Puff kelimelerini kullanmam bu yüzden!
İngilizler Suffolk Puff, Amerikalılar da Yo Yo Patchwork diyor bu tür patchwork çalışmasına. Bir parça anlatmıştım
daha önceki yazımda.
Aslında Suffolk Puff'ın tarihçesini çok merak ediyorum. Epey bir baktım internetten ama detay bulamadım.
Bu sefer yapılışını da yazayım istedim. Adım adım... Daha önceki yazımda belirtmiştim. Ama yeniden yazayım. Anne, bize Suffolk Puff' ın çapını ne kadar istiyorsanız, onun iki katı büyüklüğünde bir daire kesin demişti. Ben genelde bizim böcüğün eski mama kutularının kapağını(kutunun içine de biten Suffolk Puff'ları koyuyorum) ya da CD'leri kalıp olarak kullanıyorum. Bu seferkilerin çapı CD'ye göre ayarlı.
Kullanacağınız kumaşların üzerine CD ile daireleri çizip, kesiyorsunuz. Evin Uğur Böcüğü, bu aşamaya bayılıyor. Patchwork yapımına ilk gördüğü andan beri bayılıyor. Çünkü her evresinde onu değişik bir obje bekliyor oluyor. Cetveller, kumaşlar, kalemler, makaslar, iplikler... Bu dünya, ona çok hareketli ve güzel geliyor. Aklına estiği dakika ''haydi anne peçpörk yapalım'' diye eline dikiş kutusunu alıp, yanımda bitiyor. Biten Suffolk Puff'lar kamyona yükleniyor. Dizi dizi koltuğu ya da onun masasını süslüyor. Çaktırmadan yanıma gelip, kapıp kaçıyor. Kapıp kaçtığı, bir sonraki aşamada dikeceğim parça ise, onu kovalıyormuş gibi yapıyorum. Oyuna oyun katılmış oluyor. Daha da çok seviyor, seviniyor.
Neyse... Nerede kalmıştık... Kestiğimiz kumaş parçalarından çok az içe kıvırarak oyulgama dikişle(isterseniz teğel gibi diye de tarif edebiliriz) dikiyorsunuz.
Tüm kenarı bu şekilde dikince, başladığınız noktanın biraz uzağından ipliğinizi çekiyorsunuz.
Yukarıdaki şekilde büzülmüş oluyor.
İpliği iyice, sıkı sıkıya çektikten sonra, görünmeyecek bir şekilde tutturup düğüm atıyorsunuz ki, açılmasın.
İşte Suffolk Puff'ınız hazır. Onu nerede kullacağınız da size kalmış.
Gelelim kullanılan kumaşa. Belki farketmişsinizdir, farketmeyenler için ben söyleyeyim. Eski bir pijama, bu şekide değerlendi. P,jamanın pantalonunun ağ kısmı erimişti. Ama kalan kısımlar sapasağlam idi. Atsanız atılmaz, tekir bekir giyilmez. Birisine verilmez... Bu şekilde güzelce değerlendi.
Her bir puff, bir diğeri ile küçük dikişlerle arkadan tutturuldu. Bir dönem orta kısmından ipliği içeri alıp, hiç dikiş görünmeyecek şekilde dikiyordum. Ama bu sefer yaptıklarım, bir zemine tutturulacakları için o özeni göstermedim. Kullanacağınız yere göre formülasyon size ait.
Benimkiler, önce çiçek oldular. Sonra da çiçekler birleştirilerek örtü olmaya doğru gidiyorlar.
Aşağındaki fotoğrafta yer alanlar da gene artık kumaşlardan. Onları gömlek diken bir aile dostumuzdan aldım. Ara ara reklamlarda da görüyorsunuzdur belki kendisini. Kullanmadığı, top başı ya da aralardan çıkan kumaşları, benim için sakladı. Atacağına, ben aldım ve değerlendirdim. Ama aşağıdaki çalışmada lacivertli kumaş kenar çerçevesine yetmediği için, bu kısımları tamamlayamadım, yastık olmak için uygun lacivert kumaşı bekliyor hali hazırda. Olur ya, belki eşimin eskiyen bir lacivert pantalonu çıkar ya da elinde lacivert kumaş kalmış birileri haber ederse, o da tamamlanacak. Böylece geri dönüşüm için de güzel bir örnek oluşturacak.
Gelelim tüm bunları, bu aralar yazışımın ana sebebine.
Evren, ''Hindiba üretime geçiyor. Siz de var mısınız?'' dedi
Basit Bir Yaşam'da, Ben de evet varım dedim. Elişleri zaten yaptığım, ruhumu dinlendiren uğraşlardan. Böcüğümü de mutlu ediyor. Neden var olmayayım ki?
Ama Evren, çok önemli noktalara parmak basmış bu yazıda. Varlığımız da basit bir sebepten değil. Gandhi'den örnekler vermiş. Parmakları, elleri kullanmanın önemine dair. Toplumsal hareketin önemine dair.
Parmakları çalıştırmak ve sinirlere etkisi üzerine de Evren'in yazısına yorumuyla
Şebnem Oğuz çok güzel noktalara dikkat çekmiş.
Ben de internette arayınca iki yazı ile karşılaştım.
Birisi yünlerle çalışma üzerine. Orada kabaca,(yani bire bir tercüme etmeden, özetle) diyor ki, 6 yaşındaki çocuklarda beyin, yetişkin beyninin 2/3'ü kadardır. Ama sinirlerle bağlantısı 5-7 kat daha fazladır. Bu taze beyinlerin öğrenme kapasitesi de çok yüksektir. Büyüdükçe bu yeteneğin %80'ini kaybederler. Araştırmalar göstermiş ki, 6 yaş civarında beyin fonksiyonları daha da fazla çalışmaya başlar, miyelinasyon başlar.(
sözlüğe göre miyelinasyon, bir aksonun etrafında miyelin üretimi olarak açıklanmış, miyelin de beyinde ve omurilikte sinir liflerini çevrelermiş Ayrıca
burada da miyelin hakkında şu bilgi var: Sinir lifleri ya da aksonlar, merkezi sinir sistemi içinde adeta kablolar gibi çalışırlar. Beyin ve omurilikten kaslara emir türünde sinyallerle giderken; gözler, kulaklar ve deri gibi duyu organlarından da beyne çevre hakkında bilgi akışı vardır.)
Gene araştırmalar göstermiş ki, beyin ne kadar çevresel faktörlerle bağlantı kurarsa, miyelinasyon o kadar kolay harekete geçer. Çocukların hayatında hoplama, zıplama, sallanma, örgü örme, dokuma yapma, tekrarlanan aktiviteler de bu yüzden önemlidir. Sağ beyin, görsel, şekilsel objelerden sorumludur ve düşünen kısımdır. Sol beyin ya da diğer adı ile mantıksal beyin, çocukların okuma, yazma,konuşma, matematik ve analitik düşünmesinden sorumludur ve sağ beyinden sonra gelişir.
Corpus Callosum ise, geniş sinir yollarından oluşur ve sağ beyin ile sol beyin arasındaki köprüyü oluşturur. Vücudun sağ ve sol yarısı da bu iki beyinin uyumuyla hareketlerini koordine eder. Elle yapılan işler de Corpus Callosum'un çalışmasını kolaylaştırıp hızlandırır.
Gelelim
ikinci kaynağa...Gene özetle şunları der...
Ellerimiz harika hareketli 5 parmak ve bunların birleşim yeri olan el ayası ile şekillendirilmiştir. Dokunma duyusu, tutma, hareket etme, şekillendirme, birbirini sarma, bir materyal ile diğeri arasında bağlantı kurmaya yarar. Aynı zamanda da ruhla davranışların bağlantı kurmasına yardımcı olur. Rudolf Steiner'e göre, ellerle gözler ritmik bir sistem oluşturur.
Matti Bergstrom'a göre, parmak uçlarımızdaki sinirlerin yoğunluğu muazzamdır. Eğer parmak uçlarımızı kullanmazsak bir çeşit körlük oluşur. Özellikle çocuklarda parmakların ve parmak uçlarının çalışması birinci kaynaktaki sebeplerle açıklanmış ve çok önemli olduğu belirtilmiş.
Eski Yunanlılar, dokuma yapmanın, elişlerinin düşünmeyle bağlantısı olduğuna inanırlarmış ve bunu efsanelerine, destanlarına da yansıtmışlar. Athena, Zeus'un başından doğuyormuş. İlmin, bilginin, dokumacılığın ve elişlerinin tanrıçası imiş.
Kant'a göre, ellerimiz, bizim dış beynimizmiş.
Wilson'a göre, eller, konuşmayı tamamlar.(bunu günümüzde vücut diliyle açıklıyoruz sanırım) Makalede bu konuda yapılan diğer araştırmalar da detayları ile açıklanmış.
Vaktiniz olursa ve İngilizce ile aranız iyi ise bu iki yazıyı okumanızı şiddetle öneririm.
Gelelim bize...
Ellerimiz madem bu kadar önemli, madem onları çalıştıkça bize fayda sağlamaya devam edecekler. O zaman ''Evren'in var mısınız?'' çağırsına katılmaya ne dersiniz? Sizler de ellerinizle yaptıklarınızı bir ay boyunca kendi günlüklerinizde, olmadı Evren'in adres göstereceği bir başka kaynakta yazmak ister misiniz? Bizlere gösterir misiniz? Hem fikir alış verişi yapalım, hem beyin jimnastiği yapalım, hem de beynimizi boş tutmayıp, el, göz, beyin koordinasyonu ile çalıştıralım. Tamam bütün gün yolda, işte, evde beynimiz yeterince çalışıyor diyebilirsiniz ama bırakın parmak ucu sinirleriniz size rehberlik etsin bu sefer ve duyu körü olmadan yaşamak neymiş görelim.
Benim ilk elişlerim Suffolk Puff'lardı. Bakalım başka neler gelecek ardından?