30 Mart 2010

Green Roof - Yeşil Çatı - Bahçeli Çatı


İster Yeşil Çatı deyin, ister Bahçe Çatı deyin ismi siz verin. İngilizler ona Green Roof diyor. Ben ise çoooook seviyorum!

Baharın canlandığı, çiçeklerin her yerde açtığı, güneşin güzel yüzünü bizden eksik etmediği, benim de eski bahçemi özlemeye başladığım bugünlerde evlerin çatılarını yemyeşil görmek istemez misiniz? Hele büyük şehirlerde...Balkonunuza çıkıyorsunuz, çırpılmaya hazır halılarla kaplı ya da merdiven gibi evin içinde istenmeyen eşyalarla dolu balkonlar yerine, yemyeşil balkonlar; üst katlarda oturuyorsanız, kiremit yığınları, düzensiz hizzalı binalar yerine, yeşillikler, çiçekler (laleler, sümbüller, güller...), minik ağaçlar görmek istemez misiniz? Güzel olmaz mı? İçiniz açılıp, mis gibi oksijen dolsun hem ciğerlerinize...

Müsadenizle ben İngilizce adını kullanacağım bu yeşilliklerle dolu çatıların. Çünkü bu güzelliği ilk defa İngiltere'de yan komşumuzun sayesinde tanıdığım için bana daha kolay geliyor, ama söz en kısa zamanda da dilimden, beynimden İngilizce adını çıkartıp, Türkçesi ile yer değiştireceğim.

Mimar bir babaya, çevre dostu yaşamı destekleyen Singapurlu bir anneye sahip yan komşumuz, babasının da önerisi ile bahçelerinde evlerine ilave olarak inşaa ettirdiği kısma (onlar extension diyorlar) green roof yapmaya karar vermiş. Türkiye'de üst kat faciası yaşadığımız komşularımızın tam aksine, inşaata başlamadan önce, bizi yemeğe davet etmişlerdi. Bir süre size zararımız olacak, Cambridge Belediyesi'ne planlarımızı teslim ettik. Bir sorun varsa oraya itirazınızı yapabilirsiniz, biz de cevap gelir gelmez inşaata başlayacağız demişlerdi ve planlarını anlatmışlardı.

O sıralar komşumuz ikinci bebeğini bekliyordu evde iki çocuğun oynayacağı bir alana ihtiyacı vardı ve eşi de evden çalışıyordu, ona da ayrı bir oda lazımdı. Eşi Türkiye'de kış bahçesi denilen bir kısımda çalışmalarına devam edecekti, onun için de bahçenin sonuna bu kısmı inşaa edeceklerdi.

Gelecek planlarında bahçenin alt kısmını kazıp, yağmur sularını orada kurduğu bir depoda biriktirmek, evde tuvaletlerde, bahçede de sulamada bu suyu kullamak vardı. Zamanla da elektrik için minik bir rüzgar gülü kurup, devlete pek muhtaç kalmadan, fazla para ödemeden, hem de çevre ile dost bir ortamda yaşayıp gidecekti. Rüzgar gülünün en büyük dezavantajı çıkarttığı ses idi. Bu konuda babasıyla birlikte araştırmalarına devam ediyorlardı.Birinci adım olarak salona yaptıkları ilaveye başladılar. Minik inşaat makineleri bahçelerine girdi, temeller kazıldı, betonlar döküldü, duvarlar örüldü. İş çatıya geldi. Çatının ortasına aydınlatma için sekizgen tabana oturtulmuş cam kubbeler yerleştirildi. Taban kısmının da çok iyi yalıtımı yapıldı. Öyle ki, yüzme havuzu yerleştirseniz çatıya, ancak o kadar sağlam olurdu. Sonrasında da sukkulent denilen su emici, kaktüs benzeri bitkiler alınarak bahçede çatıya yerleştirilecekleri günü beklemeye başladılar. Tam bu esnada ben Türkiye'ye döndüm ve son aşamayı kaçırdım! E-posta ile rica edip fotoğraflarını isteyince de komşumdan gördüğünüz fotoğraf geldi.

Komşumuzun hayali, baharda lalelerle, sümbüllerle, kardelenlerle süslü bir bahçe çatı idi. Banyo camından da bu güzellikleri seyredebilecekti. Aynı şekilde ben de banyo camımdan bu çatıyı görebilecektim. Terrace House denilen bu evleri öyle güzel tasarlamışlar ki, hiçbir komşu birbirinin özel alanını görmüyor, birbirini rahatsız etmiyordu. Üstelik çözümler de anlayacağınız üzere, gayet yeşildi!

Gözümün önünde şimdilerde de bir çatı var, 30 senedir ailece seyrettiğimiz. Asbestten midir? Betondan mıdır, neyin nesidir diye düşündüğüm...

Hayalimde de Cambridge'de gördüğüm ve anlattığım bu yeşil çatı var elbet. İstanbul'un göbeğinde, kuş sesleri ile uyandığım, ağaçlarla bezeli bu eve, böyle beton bir çatı yakışmıyor ve gözüme gözüme batıyor çünkü.Hayallerden dünya batmaz deyip, şöyle bir danıştım Google'a...

Wikipedia'ya göre, yeşil çatılar aynı zamanda yaşayan çatılar olarak da adlandırılıyormuş. Benim tam ismini koyamamamın bir sebebi de buymuş demek ki. Doğanın yapısını bozmadığı gibi, yerel bitki türlerinin yaşayacağı alanları oluşturuyormuş. İsterseniz alanın büyüklüğüne göre içine havuzcuklar da yerleştirebiliyormuşsunuz. Bu havuzcuklarda da yağmur suyu ve ya geridönüştürülmüş suyu kullanabiliyormuşsunuz ve içinde nilüfer gibi su bitkileri yetiştirebiliyormuşsunuz. Yalıtımı çok iyi olduğu için yazın serin, kışın da sıcak tutuyormuş sizi. Normal çatılara göre daha uzun ömürlüymüş. Böylece yazın fazla oranda klima kullanmanız gerekmiyormuş. Kışın da daha az enerji harcıyormuşsunuz ki Kanada'da bu oranın %26 düştüğü tespit edilmiş. Tek yatırım ile kısa vadede size geri kazanım getiriyormuş. Çatılarda yağmur suyunun tahliyesi sonucu biriken suyun, kanalizasyon kanallarındaki atık su oranını arttırmasını engelliyormuşsunuz. (Bu yüzden pek çok ülke devlet desteği veriyormuş ki, arıtma sularında bir de yağmur suyu ile uğraşmasın. Bizde de İSKİ çatı giderlerinin kanalizasyona bağlanmasını yasaklıyor!!!)

Çatıdaki bitkileri sulamak için de yağmur suyu kullanıldığı için ayrıca su harcamıyormuşsunuz. Astım ve benzeri hastalıkları yapan çevre kirleticileri emdiği için alerjik bünyelilere iyilik ediyormuş. Yeşil bitkilerin havadaki karbondioksidi emip, oksijen salgıladığını söylememe gerek yok sanırım! Isı yalıtımının yanında ses yalıtımı da sağlıyormuş (havaalanına yakın bir yerde eviniz olduğunu düşünün hele!). Mikroklimalar oluşturuyormuş. Bunun yanında bir de elektromanyetik radyasyonu azaltmaktaymış. Sadece bunun için bile şapka çıkartırım ben bu çatılara!

Kullanılan alanın derinliğine göre çeşitlilik göstermekteymiş. Geleneksel yeşil çatılar ki, genelde makul bir derinlikte olurlarmış, enine doğru genişleyen bitkilerin yetiştirildiği, o yörede yetişen çimlerin ekilebildiği yerlermiş. Parka benzerlermiş ve şifalı bitkilerin de yetiştirilme alanları olarak kullanılabilirlermiş. Kanada'da bir otel oluşturduğu böyle bir çatı sayesinde mutfak masrafından yılda 30 000 Kanada doları kar etmiş!
Geniş olanlarda çok az toprak, genelde kompost (geri dönüştürülmüş toprak diyebiliriz sanırım) kullanılmaktaymış. Bunun üzerine de çok ince, özel, tohumların yerleştirileceği bir katman döşenmekteymiş. Bitki olarak da bir çeşit sukkulent seçilmekteymiş.Çatının eğimli ya da düz olması da bitki seçimi için bir etkenmiş.

Geleneksel İskandinav çatılarında olduğu gibi eğimli çatılarda genellikle çim tercih edilirmiş ki, yağmur suları çatının topraklarını götürmesin. Ama düz çatılar için istenilen bitkiler kullanılabilirmiş.

Yeşil çatılar yüzyıllardan beri İskandinav ülkelerinde kullanılmaktaymış. Modern kullanıma geçiş 1960'da Almanya'da başlamış ve moda olarak pek çok ülkeye yayılmış. Pek çok ülkede bu çatıyı yapanlara devlet destek vermiş. Özellikle atık su sorunu olan şehirler suyun miktarını azaltmak için bu çatıları önermişler ve arıtma masraflarından kar ettikleri gibi su taşmalarını da engellemişler. Bu çatıların çok uygulandığı şehirlerin daha az ısındığı (şehirlerdeki binaların rüzgarı kestiği, küresel ısınmaya daha çok sebebiyet verdiği, kullanılan fazla enerji sebebiyle kırsal alanlara göre daha çok ısındığı, sera etkisi yaptığı tezi mevcut), çatıların güneşteki radyasyonu emerek zararı azalttığı söylenmekteymiş ve bu durum rakamlarla da kanıtlanmış. Ayrıca şehir içine özlenen kırsal hayatın girmesini sağlayarak yararlı böceklerin, kuşların, özetle tüm canlıların yaşayabileceği alanların yaratılması karlardan bir diğeri imiş.

Gelelim maliyetlere. İyi düşünülerek planlanan bir yeşil çatının maliyeti çatının eğiminin olup olmamasına, yetiştirilecek bitkinin türüne bağlı olarak metrekare başına yaklaşık 100 - 200 euro civarıdaymış. Zaman zaman da bitkilerin yaşamaları için sıvı gübre ile gübrelemek gerekmekteymiş ve bu da gereken gübre türüne göre fazladan bir maliyet oluşturmaktaymış.

Bu kadar yararını ve güzel yanlarını saydıktan sonra dezavantajlarını da bilmekte yarar var elbet. Başlıcası elbette normal bir çatıdan daha fazla olan maliyeti. Deprem bölgelerinde uygulanmasına çok dikkat edilmesi ve işin uzmanlarından profesyonel yardım alınması gerekliymiş. Varolan çatıları dönüştürmek isterseniz yalıtım malzemelerinin, toprağın, bitkinin ve üzerinde tutacağı yükün miktarı düşünülmeli ve binanın statik hesaplarına uyup uymadığına mutlaka bakılmalıymış. İklime göre bitkiler seçilmeli ve bitkilerin köklerinin yalıtım malzemesine zarar vermeyecek türden olmaları önemliymiş. Yalıtım için serilen katmanlar, özellikle de UV engelleyecek katman pahallı olduğu için maliyeti arttırabilirmiş. Ama iyi kurulan bir yeşil çatı buna değermiş!
Benim en çok beğendiğim çalışma geçenlerde televizyonda seyrettiğim Kaliforniya Bilim Akademisinin Osher binası oldu. San Fransisko depreminin ardından hasar gören binayı yenilemek için inşaata başlanmış ve yeşil çatısı olan harika bir bina yapılmış. Yeniden yayımlanırsa, National Geographic'de kesinlikle seyredin derim. Adı The Impossible Build diye geçiyor. Özellikle eğimli alanlara nasıl yeşil çatı kurulacağına dair iyi bir örnek.
Daha fazla bilgi alabilmek için bu web sitelerini inceleyebilirsiniz.

http://www.greenroofs.com/
http://www.livingroofs.org/
http://www.greenroofs.com/blog/2010/03/24/day-2-of-ecoroof-portland-a-win-win-for-all/
http://www.greenroofs.org/
http://www.sedumgreenroof.co.uk/

Malzemeleri görebilmek açısından da örnek bir site olarak buraya bakabilirsiniz:

Ve ne güzel ki, Türkçe bir web sitesi bu konuya değinmiş.

Sizlerden böyle örnekler görebilmek ve duyabilmek için de sabırsızlanıyorum. Dilerim birgün hayalim gerçek olur, yaşayan çatılar şehirlerimizi kaplar!

05 Mart 2010

Hediyelerime Teşekkürler - İmza: Ponpon Hanım

Şeboşcuğumun hocası Keçe Ustası Yaşar Cengiz Çınar amca, bana keçeden sıcak su torbası kılıfı yapmış. Sıcacık, mis kokulu, börtü böceği yanıma yaklaştırmayan(çobanlar bu yüzden keçe kepenek giyer biliyorsunuz değil mi? Hem sıcak tutsun, hem de börtü böcek onlardan uzak olsun diye!) bir sıcak su torbası kılıfım var artık!

Mis kokulu, çünkü keçe sabunla yapılıyor. Saf yün. Ben çooook sevdim. Gürültüden ve yapılan haksızlıklardan sinirlerimizin çatlayan tavan sıvalarımıza vurduğu bugünlerde ilaç gibi geldi bize. Elleriniz dert görmesin Yaşar Cengiz Çınar amcacığım...


Bu nazarlık maviş hırka da Necmiye teyzemin el emeği, göz nuru. Bana o kadar güzel hediyeler ördü ki, hepsi birbirinden değerli. Yetmemiş bir de yanına kurbağalı, patikli çoraplarla losyon eklemiş. Kurbağalı çoraplara annem bayıldı. Zaten onun kurbağalara özel bir ilgisi var. Picasso'nun kurbağa gravürüne aşıkmış uzunca bir süre. Ama bir türlü bulamamış kendisini. Anneannem de bale patikli çoraplarıma bayıldı. Bu seferki hediyelerim doğumgünüm içindi. Ama Özden teyzem kar yağınca gelemedi ve getiremedi. Sağolsun kargoya vermiş. Ben de cicilerime kavuştum. Diyorum ya, ilaç gibi geldi bize. Moral oldu. Çok çok teşekkür ediyorum. Ellerinize sağlık Necmiye teyzeciğim.
Sıvalar ve zeminin dökülen betonu kurusun diye bekliyorlar yukarıda. Bakalım gürültü gene ne zaman başlayacak??? Korkarım bu insanlar taşındıktan sonra da devam edecekler gürültüye, beni korkutmaya(telefonda babamı öyle tehdit etmişler çünkü)...
Her tık deyişinde yukarı bakıp parmağımı sallar oldum. Korkuyorum işte... Ne yapabilirim ki? Ne annem, ne anneannem, ne de babam yenmemi sağlayabildi bu korkuyu. Ne de parmak sallamamı durdurabildiler ağlarken ben. Çünkü biliyorum onlar kızsa da, durun deseler de durmuyorlar, durmayacaklar...