28 Aralık 2007

Cumartesi Gününden...

Christmas, yeni yıla giriş derken gene sokaklar, dükkanlar süslenip püslendi. Dönemlik kıyafetlerini giydiler diyelim ya da... İlk geldiğim yıl nedense bana daha heybetli, daha süslü, daha gösterişli gelen bu dönemlik kıyafet, son yıllarda o eski heybetini kaybetti. Hatta aynı kıyafetler, değiştirilmeden dönüp, dolaşıp giydirilir oldu sokaklara, binalara... Bilmem ben alıştım, bilmem hazırlayanların cimrilikleri tuttu. Şehir merkezindeki kocaman ağaç git gide kısalıyor her yıl örneğin. Işıkları, süsleri azalıyor. Geçen sene Grafton Center'daki(Cambridge'deki büyük, kapalı alış-veriş merkezi) hareketli süslerin üzerinde, zarar verildiği için, hareketlerinin durdurulduğu yazılmıştı.

Biliyorsunuz geçen sene eşim ile sokakta gezinirken bizim mahyaların, şimdilerin sokak süsleri, ışıkları olduğunu düşünmüştük ve
bununla ilgili bir yazı yazmıştım o zamanlar. Hala aynı düşüncedeyim. Nerede bizim gecede iki defa yazı değiştiren mahya ustaları, dedirtiyor şehrin giydiği kıyafet.

Hal böyle olunca, ben de malum tatil boyunca soğuk yüzünden genelde evde kapalı kalınca, goncam da tatile çıkınca, eh bir de üzerine Bayram geldiği halde biz yad ellerde kalınca, haydi bir değişiklik olsun Londra'ya şehrin kıyafetini görmeye gidelim dedim.

Şehrin, dedim demesine de benim esas merak ettiğim Fotnum and Mason'ın kıyafeti idi. Her sene, sıradanlığa meydan okuyarak o kadar güzel süsler buluyorlar ki... Eh konu yiyecek olunca, benim de, goncamın da hayır diyemeyeceği, bam teli durumu vuku buldu ve ilk durak Fortnum and Mason oldu. Fotoğraf makinama geniş açılı mercek takılamağı için vitrinin tümünün fotoğrafını çekemedim. Ama zaten cam parlayacağı için, makinayı cama dayayarak, ancak yukarıdaki kareleri çekebildim.
Fortnum and Mason, 300 yıllık bir mağaza. İlk olarak Hugh Mason tarafından, 1705'te evinin boş odasından, hizmet vermeye başlamış. Fotnum ailesinin şehre gelişi ve soyluların daha sonra da orta hallilerin ihtiyaçlarının artması nedeni ile de gün gün büyümüş. Detayları söylemeyeyim, siz mağazanın web sitesinden okuyun daha iyi. Çünkü oldukça ilginç bir hikayesi var. Ticaretin, İngiliz ekonomisindeki önemini, aç kalmak için beslenmenin dışında, lükse, lüks tüketim malzemelerine düşkünlüğü, değişik gıdaları bulmak için neler yapıldığını, tarihçe ile çok iyi anlayabilirsiniz. Kraliçeye, mum satmakla başlayan serüvenin, 300 yıllık tarihini okuyabilirsiniz. Bununla birlikte gün gün, dönem dönem yiyecek alışkanlıklarının değişimini ve mağazanın çağa ayak uyduruşunu görebilir, ortaklığın gerçek anlamını bulabilirsiniz bu mağaza ile.
İçinde neler mi var? Ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. O kadar çok çeşit yiyecek, o kadar değişik ürün var ki... Muhteşem gıda ürünlerinin yanında, bir o kadar da ilginç, tuhaf, benim için tiksindirici, meraklısı için eğlendirici ürünler... Barbekü tadındaki kurt krakerleri mesela yukarıdaki fotoğraf. Aşağıda da içinde akrep olan votka var!


Binbir çeşit çay, binbir çeşit kahve var. Hem çok modern, hem çok İngiliz geleneklerine, dükkanın ilk açıldığı zamanlara uygun sunumlar... Çalışanların kıyafetleri örneğin... İçeride bir sürü frak giymiş çalışanın yanında, bir o kadar da takım elbise giymiş çalışan bulunmaktaydı... Kıdem ve görevlere göre kıyafetler de değişim gösteriyordu herhalde.


Yiyecek dışında, yeni bölümler 1925 yılında açılmış. 1964'te de meşhur saatine kavuşmuş mağaza. İçindeki yemek yenen alanlarda tiyatro eşliğinde yemek yemek bile mümkünmüş. Maliyeti de 57.50 poundmuş.
Yiyecekler arasında kocaman gözleri ile bakan istakoza çok acıdım. Sıcak suya, canlı canlı atılarak pişirilen zavallıcık, kendisini alacak müşteriyi, elleri, kolları bağlanmış halde, ancak gözlerini oynatarak, almayın beni diye diye bekliyordu. Tam karşısında da devekuşu yumurtaları ona bakıyordu. Dedim ya ilginç bir mağaza bu Fortnum and Mason.
Bir ara, iki orta yaşlı teyzenin, Türkçe konuştuklarını farkettik. Havyar kaşıklarını, zeytin kaşığı yapmaya karar vermişler, İsviçre'de gördüklerinin mi, yoksa burada gördüklerinin mi daha güzel olduğunu, kendi aralarında tartışıyorlardı. Daha doğrusu, biri bilmiş bilmiş bunu şurada şöyle kullanacaksın diye, diğerine anlatıyordu. Öbürü de saf saf dinliyordu. Sonunda görevliye danışıp, soru sordukları anda, bizi gülme tuttuğundan oradan uzaklaşmak zorunda kaldık.(Çok bilen teyzenin İngilizcesi ile bilmişliği birbirini tutmuyordu da... Bilmişlik bilememişlik durumu tezat geldi bize. Yoksa bilmek zorunda değil!)

Benim gözüm, onca şeyin arasında yukarıdaki sabunlarda kaldı. Sadece süs olarak durup, belli bir süre sonra tozlanıp perişan olabilecek bir şeyin fiyatını da kocaman bulunca fotoğrafını çekmek bana yetti. Gayet güzel süslenmiş olduklarını kabul ediyorum!
Biz yiyeceklerden yana oy kullandık ve yulaflı kurabiyeler ile Fransız badem ezmesine benzer bir tatlı ile saatler sonra Fortnum and Mason'dan çıkabildik! Nerede ise bütün günü orada geçirdik diyebilirim.
Son dönemde, 40 yamaya merak sardığımdan, bununla ilgili de bir kursa başladığımdan, 40 yama kumaşları ile ünlü Liberty'e uğramamak olmazdı. Liberty, sadece 40 yama kumaşları ile ünlü değil elbet. O da köklü bir tarihe sahip! 1875'te, Arthur Lasenby Liberty tarafından kurulmuş. Ev dekorasyonu, döşemelik kumaşlarla başlamış Bay Liberty işe. Onları, Uzak Doğu'dan özellikle de Japonya'dan getirtince, herkesin ilgisini çekmiş. Yeni bir moda başlatmış.
1884'te giyim bölümü Edward William Godwin tarafından kurulmuş. Dönemin gözde mimarlarından olan Godwin, aynı zamanda Costume Society'nin de kurucularındanmış.

Yukarıda gördüğünüz bina 1920'lerde bitmiş. Kurucusu, kendi evinize girermiş gibi içine girmenizi, odalarda dolaşmanızı istemiş ve bina ona göre tasarlanmış. Ancak binanın bitimini kendisi görememiş.

Hem döşemelik kumaşlar, hem de giyimde kullanılan kumaşlar mağazanın simgesi haline gelmişler. Bugün ne buldun? diye sorarsanız, bana çok sıradan geldiler... Desenleri, mağazanın simgesi durumuna gelmiş olabilir ama metresi 20 pounddan 75 pounda kadar değişen kumaşlarda, çok fazla bir özellik göremedim. Türkiye'deki döşemelik, perdelik kumaşların Liberty'dekilerden çok daha güzel olduğunu söyleyebilirim. Fortnum and Mason'dan farklı olarak Liberty sadece adını ve binasını korumuş göründü gözüme. Özelliklerini yitirmiş sanki...

Geri kalan zamanımızda biraz alış veriş yaptık. Defne'den kış için özel bir eğlence hazırlandığını duyan, göreceğim diye tutturan ama şaşkınlık edip, parkın adını yanlış hatırlayan ben, goncamı deli ettim! Ne söylese haklı adamcağız! Issız, karanlık parklarda dolanıp, çok şükür başımıza bir hal gelmeden ve de Winter Wonderland'ı göremeden eve döndük. Neeee işim vardı St James's Park'ta. Burnumuzun dibindeki Hyde Park dururken! Aman St James's derken sondaki ''s'' harfini unutmayın! Tube Station'daki, yani metro istasyonundaki teyze özellikle üzerine basa basa düzeltti beni. Ben ''s'' den geçmiş, Winter Wonderland derdine düşmüş idim oysa ki!(Eh belki bizim çok bilmiş teyzeye güldüğümüz gibi, o da bana gülmüştür. Ne demişler, gülme komşuna gelir başına...)

Defne eve yerleşme derdinden vakit bulabilir de, Winter Wonderland'a giderse orayı onun fotoğrafları eşliğinde görür, yazılarında detayları okuruz belki...

20 Aralık 2007

İyi Bayramlar


Geçen akşam çektiğim fotoğrafları düzenlerken Ely'de çektiğim bu fotoğrafı gördüm ve beni alıp götürdü başka zamanlara...
İngilizler'in sınıf ayrımını yaşadıkları(hala var ya neyse), fakirin çok fakir, zenginin çok zengin olduğu günlere...

Televizyonda balıkçı kulübelerini göstermişti bir seferinde. 8 çocuklu balıkçı ailesi tek göz bir odanın içinde yaşarlarmış. Kulübe, o oda sadece... Kocaman bir şömine varmış, yemek orada pişermiş, evi o ısıtırmış. Yıkanacak olan onun önünde yıkanırmış. Tuvaletini yapacak olan oturakla gene aynı yerde... Ondan başka bir de avlanan balıklar odanın orta yerine dökülür, temizlenip yıkanırmış(nedense??) Balıkçı ailelerinde sadece balık avlayanlar değil, bütün aile balık kokarmış bu sebepten. Anlatanın yalancısıyım...

Eski şirketimdeki müdürüm Angela'nın Külleri'nden bahsetmişti. Ben de DVD'sini bulup almıştım. Seyrederken de içim kasılmıştı. Fakirliğe, üzüntülere, acılara... O da gene bu tarz bir evde çekilmişti. Onu da hatırladım birden bire...

Sonra İstanbul'da çalışırken Ramazan ayında seyrettiğim başka bir program geldi aklıma. Yaşlı bir dedecik, fakir, parasız, aç... Kilometrelerce yolu yürüyüp, kuyrukta bekleyip aşevinden yemek alıyordu. İçime oturmuştu gene...

Dün dışarı çıktım. Heryer rengarenk, süslü püslü... Ağaçlar katledilmiş, camların önüne oturtulmuş, gerekli gereksiz hediyeler altına dizilmiş. İnsanlar deli gibi iki tarafa koşturup çarşamba günü için hediye alma telaşında.

Sonra iki bayramı kıyasladım kafamda.

Birinde, bir canlıyı yok etmek var evet, ama o canlı, birisinin karnını doyuracak. Seçimi et yemekten yana olan, onu yemeği özleyen ama asla gücü yetmeyen birisinin protein ihtiyacını karşılayacak. Bazen bir yetimin, bazen bir öksüzün, bazen bir yaşlının, bazen bir dulun... Sonuçta yardıma muhtaç birinin boğazından içeri girecek.
Bayram harçlıkları ve çocukların istediklerini alabilmeleri için bunları biriktirmeleri geldi aklıma... Bir şeyi kazanmak, biriktirmek, tasarrufu öğrenmek, bütçe yapmayı öğrenme zevkini tadmaları ile birkte gözlerindeki o pırıltıyı düşündüm.
Bayram sofralarını düşündüm... Ailelerin toplandığı, şen kahkaların atıldığı, baklava,böreklerin açıldığı, her kutlamaya gelenle paylaşıldığı...
Unutulan geçmişimizle kurulan köprüyü düşündüm mezar ziyaretleri ile. Dünyadaki günlerimizin önemini bir kez daha anlayalım diye. Ölmüşlerimiz unutulmasın diye...

Sonra buradakilerin bayramını düşündüm... Burada da gene bir canlı yok ediliyor(ağaç) ama bu sefer sonradan çocuğuna eğlence olsun diye bir adamın çıkarttığı olayı adet haline getirmelerini düşündüm... Sadece bir zevk için katledilen güzelim ağaçları düşündüm... Evde süs olsun, birkaç gün dursun sonra atılıp gitsin, bir daha hatırlanmasın diye kaç senede büyüdüler kim bilir? Üstelik dinen de gerekli olmamasına rağmen yok olup gidişini... Hediyelerin süsünü püsünü düşündüm, ihtiyaç olsun olmasın alınan hediyeleri düşündüm, ekonomide para dönsün diye akıl edilmelerine yandım... Güzel yanları da var belki... Bir çocuk seviniyor, aile büyükleri o günde ziyaret ediliyor, akrabalar birbirini görüyor. Kışın ortasında üşümüş insanlar da olsa bir kıpırtı, bir canlılık oluyor çarşıda, pazarda. Hediyelerin üretilmesi, satılması için emeği geçen insanlara aş oluyor evlerinde dedim, pozitif bak bir de olaya...
Sonra bizi düşündüm. İki kutlanan bayram arasında hangisini kutlayacağını bilip, uzaklardan hatırladıkları ile, arayanlarla mutlu olan...

İyi bayramlar dilemek istedim hepinize... Hangi dinden, hangi renkten, hangi ırktan olursanız olun... Sevdiklerinizle, sağlıkla, mutluluklarla dolu iyi bayramlar hem de...

Unutulanları hatırlayacağınız, yardıma ihtiyacı olanların yardımına koşacağınız, yaşlıları yalnız bırakmayacağınız, çocukların yüzünü güldüreceğiniz, tanısanız da tanımasanız da herkesi kucaklayıp İYİ BAYRAMLAR diyeceğiniz İYİ BAYRAMLAR dilemek istedim sevgiyle...

06 Aralık 2007

Ayşem'in Dükkanı ve Şeker Kurabiyeler

Hazır İstanbul'da yaptıklarımdan bahsetmişken, dünyalar tatlısı Ayşem ile nihayet yüzyüze tanıştığımı, onun Tükkan diye bahsettiği dükkanını ziyaret etme şerefine nail olduğumu söylemeden geçersem olmaz!

Türkiye'de, hele İstanbul'da olanlar zaten çoktan ziyaret etmişler bile. Birbirinden güzel ürünlerden almışlar, Ayşem'den tarifleri öğrenmişler, dizi dizi güzellikleri yapıp sayfalarında yayımlamışlar bile. Baktıkça derin derin iç geçiriyordum.

Benim gittiğim gün Ayşem'de bir telaşedir gidiyordu. Can Bebek'i bekliyorduk sabırsızlıkla. Ayşem ve arkadaşı onun için hazırlık yapmışlardı. Tek tek, özenle hazırlanmış kurabiyeler poşetlere geçirilmiş, nazar boncuklanmış, içine konulacakları sepet hazırlanıyordu. Can Bebek'in doğduğu hastahane odasına gidecek, Ayşem'den Pınar'a sürpriz hediye olacaklardı.

Sepete bizim de ucundan, hatta tam köşeciğinden elimiz değmiş oldu. Süs bebekleri seçip yapıştırdık.

Böylece Ayşem gene ne kadar zevkli ve de becerikli olduğunu göstermiş oldu. O gün içimi kaplayan sıkıntılı bir haberi de atlatmamda farkında olmadan inanılmaz yardımcı oldu. Sağolasın Ayşem... Çektiğin fotoğraflar ne oldu diyordun, bilmem sevdin mi bunları ama ilk karedeki komşu teyzenin çamaşırları için her ne kadar bizden onlar da bizim süsümüz desen de ben biraz oynadım fotoğrafla...

Ayşem'in Bake Shop'una henüz yolu düşüp, uğramama yanılgısında bulunanlar varsa çok şey kaçırıyorlar söyleyeyim. Biz oradan kalıplar edindik cici cici. Renkli şeker hamurlarına ne kadar karşı olduğumu yazdığım yorumlardan herkes biliyordur. Şu çağın meşhur, dermansız hastalığı yüzünden en sevdiklerimi kaybettim ben. O yüzden de bu tarz yapay şeylere çok karşıyım. Bu duruma da
Miss Çilek derman oldu sağolsun. Doğal malzeme ile güzel renkler elde edebileceğimizi gösterdi bize.

Veee bunlar da acemi acemi benim denemelerim. Bebekli olanı yapamam sanıyordum. Kolu bacağı elimde kalır diye almamıştım hatta. Ayşem son dakika bir punduna getirip elime hediye diye sıkıştırarak beni mahçup etmişti. Ama en çok bebişliyi sevdim ben. Pek de kolay oldu kullanması.


Tarif elbette ki Peçete'den Notlar'dan. Şeker Kurabiyeler... Hani derler ya ilk görüşte aşk diye, benim için şeker kurabiyeler de öyle bir durum. Kurabiye Etkinliği'ne katılan diğer arkadaşlar lütfen alınmasınlar ama benim için kesinlikle ve kesinlikle etkinliğin birincisi ŞEKER KURABİYELER. Hayatımda gördüğüm en zarif, en endamlı kurabiyelerdi kendileri...

Bu hafta içinde de görür görmez Burçin'in kurabiyelerine vuruldum... Hem fotoğrafını da nefis çekmiş. Ama herşeyden önemlisi harika kurabiyeler yapmış. Azmine hayranım Burçin. Böyle birbirinden güzel şeyler görünce, etkinliğe katılmak istiyorum ama benimkiler onların yanında çok fasa fiso şeyler kalıyor, o yüzden oturup anca bakıyorum...

Karınca kararınca, acemice bizden de bu kurabiyeler çıktı işte... İlk deneme. Gerisi gelir mi bilmem, çünkü üç gün uğraştırdı beni. Bir gün kurabiyeler yapıldı. Benim gonca yemesin diye köşe bucak saklandı. İkinci gün üzerinin şeker hamuru arandı. Katkısız olanı, otçul(vegeterian) malzemeden yapılmış olanı bulundu. Üçüncü gün de süslenmeye çalışıldı ama tüpten sıkma işi yüzünden -eğri büğrü şekillerden anlaşılacağı üzere- parmaklar heba edildi. Ortaya da bu kurabiyeler çıktı. Sakın Christmas kurabiyeleri mi, demeyin olur mu? Zira değiller, siz Christmas'ı nasıl kutluyorsunuz diyenlere sinir olup, biz kutlamıyoruz diyorum. Sebebi bizim de Bayramlarımız var ama kimse bizi kutlamıyor, ben başka adetleri alıp uygulamaktansa kendimizinkilere sahip çıkmaktan yanayım! Bu kurabiyeler de sadece kalıpları denemek içindi, fırsat bulmam bu kadar zaman aldı, misafirlerimiz içindi ve yenip bittiler...

Herbirinizden hergün yeni birşeyler öğreniyorum, yeni yeni güzellikleri paylaşıyoruz. Teşekkürler arkadaşlar, iyi ki varsınız...

Ayşem'ciğim Cambridge ahalisi senden kuzucuklu kurabiye kalıbı beklemekte. Yurtdışı siparişler de alıyorsunuz değil mi? Kurban Bayramı kurabiyeleri var planda...

Sevgi ile...