30 Ekim 2006

Cadılar Bayramı


Cadılar bayramı ve süslemeleri ile ilk 1999'da Paris'te karşılaştım. Azizlerin ruhu günü diye bir gün kutlanıyordu orada, bütün kiliselerde törenler düzenleniyordu ve insanlar, ölmüşlerinin mezarlarını ziyaret ederek çiçek bırakıyorlardı. Hatta Montmartre'a giderken yolumuzu kaybettik, Montmartre yerine kendimizi mezarlıkta bulduk. İnsanlar da bu turistler ne arıyorlar mezarlıkta diye bize tuhaf tuhaf baktıydı ! O zamanlar Azizlerin ruhu gününün, cadılar bayramı ile tesadüfen çakıştığını düşünmüştüm ama bu yazıyı yazmak için araştırdığımda anladım ki, o gün ile bizzat alakalı. Azizlerin ruhu günü, 4.yüzyıldan beri kutlanmakta imiş. Hristiyanlıkta her gün bir aziz ve azizeye adanmış, günü olmayanlar için de Azizlerin ruhu günü düzenlenmiş meğerse.
Keltlerin Samhain törenlerinden, Azizlerin ruhu gününe, Azizlerin ruhu gününden de cadılar bayramına hikaye epey uzun....

İngiltere'ye yerleştikten sonra Kew Gardens 'ı bir de sonbaharda ziyaret edelim demiştik ve yazıya eşlik eden bol kabaklı fotoğrafları orada çektik. Gittiğimiz dönem hem "Cadılar Bayramı" na, hem de "Elma Günü" ne denk gelmiş meğerse.Pek süslü, pek güzeldi Kew. Renklerle gözlerimiz şenlendi.

Bu ülkeye geldiğimde ilk başlarda apartman katında oturduğumuzdan, cadılar bayramı diyerek çocuklar kapımızı çalmamıştı ama müstakil evlerde oturan arkadaşlar anlatıyorlardı, ellerinde kovalar, üzerlerinde kostümler, çocukların kapı kapı dolaşıp "trick or treat" yani, "büyü ya da ikram" dediklerini; çocuklara şeker, çikolata, kurabiye vermek ya da onları etkileyecek bir maharet sergilemek gerektiğini... Biz de müstakil eve çıktıktan sonra, o geceler dışarıda olmuşuz hep ki hiç denk gelmedik çocuk milletine... Birşey vermezseniz suratınıza yumurta fırlatmaları olayı varolduğundan, ikide birde de bütün sokaklardan gelen çocuklara kapı açma durmunuz da sözkonusu olacağından, iyi ki de denk gelmemişiz diyorum. Bu akşama da ya kek yapmalı ya da evden kaçmalı !

Dünyadaki hemen hemen her adette olduğu gibi, bu bayramın da kökleri dinler öncesi, çok tanrılı döneme dayanıyormuş. Keltler, yeni yılı Kasım ayında güneşin bitişi, karanlık ve soğuğun başlangıcı olarak kutlarlarmış. Ekinler biçilir, stoklanır, evlerde ateşler söndürülürmüş. Ateşin söndürülmesi nedeni ile ev soğur, bu da kötü ruhları uzaklaştırırmış. Dönemin din adamları da törenler düzenler, dans edip ekinleri ve hayvanları kutsarlarmış. Cadılar bayramının, temeli sayılabilecek bu törenlere "Kasım" anlamına gelen "Samhain" denirmiş ve insanlar da hayvanların derilerinden ve kemiklerinden kıyafetler yaparak yürüyüşe katılırlarmış.
Hatta o dönemlerde ölülerin ruhlarının siyah bir kedi kılığında dünyaya döndüğüne ele geçirecek yeni bir canlı beden aradığına, bu ölü ruhu kaçırmak için de o kıyafetleri giyip, gürültü yaparak kediyi uzaklaştırdıklarına inanılıyormuş. Siyah kedinin uğursuzluk getirdiği inanışı da sanıyorum buradan gelmekteymiş.
Bana Samhain kelimesi, Şa'man kelimesini anımsattı, Şamanizm'de bu tür olaylar var mıdır ki? Kışın gelişi, hasat ve ekin olaylarından bir de saman kelimesini çağrıştırdı beynimde... Araştırmak lazım dedim kendi kendime!

Romalılar, Büyük Britanya'yı istila ettiklerinde adetlerini ve törenlerini de birlikte getirmişler. Pomona günü, ismini meyva ve bahçelerin tanrıçasından alırmış ve o da 1 Kasımda kutlanırmış. Simgesi de elmaymış. Yılların inancı ile Samhain ve Pomona törenleri birleşerek, aynı günde kutlanır olmuşlar. Milattan sonra 835 yılında Roma Katolik Kilisesi 1 Kasım tarihini Azizlerin ruhu günü olarak ilan ederek onları onurlandırmış. Yıllar sonra bu tarih 2 Kasım olarak isim de onların ölümleri ile onurlandırıldıkları inanışı ile Bütün Ruhlar Günü olarak değiştirilmiş. O gece büyük ateşler yakılır olmuş, geçit törenleri yapılır olmuş, insanlar aziz kıyafetleri, şeytan ve melek kıyafetleri giyip dolaşır olmuş. Hatta İngiltere'de, o devirlerde, ölülerin ruhları rahatça dolaşabilsinler diye her odada mum yakılmış ve onlar için şarap ile adına ruh keki dedikleri kekler hazırlanmış. O gece çocuklar sokaklara çıkıp şarkılar söyleyerek ölüler için para ya da kurabiye toplar olmuşlar.
Yıllardır kutladıkları adetlerinden sıyrılamayan insanlar tüm adetleri birleştirerek gene 31 Ekim'de Samhain ve Pomona gününün özelliklerinden olan elmalı, çerezli, kara kedili, sihirli geleneklerini Bütün Azizlerin ruhu ve Bütün Ruhlar gününün, şeytan ruhlu, ölülü, hayetli, iskeletli ve kafa taslı içeriği ile birleştirerek Cadılar Bayramını kutlamaya başlamışlar.

İngiltere'de eskiden bu kutlamaların içinde Jake-o'-Lantern denen kabaktan lambalar yaparak kapının önüne asmak, çocukların büyüklerine evin kapısını açık bırakmakla başlayıp daha da ağıra kaçan şakalar yapması, evlerin önüne cadı lambalarının asılması , içi su dolu bir kaba atılan elmalara el değdirmeden ağızları ile almaya çalışmak , alınan elmanın kabuğunun hiç kopartılmadan soyulması, bir varilin içine atılması, düştüğü yerdeki şekle bakarak gerçek aşkının adının ilk harfini orada bulmak, saklanbaç oynamak, hayalet hikayeleri anlatmak, komşunun kapısını gökgürültüsü kadar yüksek sesle çalmak, elmalı kek pişirerek içine para saklamak, bol bol çerez yemek, havai fişek fırlatmak varmış.

Amerika'ya bu adetlerin taşınması İrlandalılar ile olmuş. Oradan da bütün dünyaya yayılmış.

Sevgili Tijen'in bu konu ile ilgili çok ilgimi çeken bir yazısı var. Eskiden bizde de Beydağları halkınca kutlanan bir adet varmış. Adına Çoraz Geceleri denirmiş.... Gerisi mi? Onu da Tijen'in kendi cümleleri ve Bal Kabaklı Prasalı Pide tarifi ile birlikte buradan okumanızı öneririm. (Güncelleme - Zaman içerisinde yazının olduğu alan kapandığı için artık ulaşamıyoruz ancak sevgili Tijen'in Radikal'deki yazısına buradan ve onun yardımı ile bulduğum bir başka yazıya buradan ulaşabilirsiniz, teşekkürler Tijen)

Benim diyeceğim şudur ki, gayet renkli, bol şakalı, yiyecekli Cadılar Bayramı adetinin kökleri çok Tanrılı dönem ve de Hristiyanlık. Bu konuyu araştırırken Türkiye'de de kutlandığını görmek doğrusunu söylemek gerekirse benim içimi burktu. Evet çok renklilik güzel, evet başkalarının adetlerini bilmek ve onların adetlerini onlarla kutlamak güzel, ama bizim olmayan bir adeti kendimize has çok güzel olanları varken, onları unutmaya terketmişken alıp aynen kutlamak ise düşündürücü.
Sevgi ile kalın ve cadılara çok dikkat edin, onlar gerçek hayatın içinde de var, çok uzaklarda aramaya hacet yok !

29 Ekim 2006

En Mutlu Bayramımız Kutlu Olsun


Canım Atam, bugünlerin mimarı sensin, sen her zaman kalbimizdesin !

Senin :

Ey Türk Gençliği !
Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün istiklal ve cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezhür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle techit edebilirler. Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk İstikbalinin Evladı !
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurmaktır ! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

sözlerin kulaklarımızda, benliğimizdedir.

Unutmadık, yaşadığımız sürece de unutmayacağız.

Sana sonsuz teşekkürler. Bugünkü varlığımız ve özgürlüğümüz için.

En büyük, en mutlu, en güzel bayramımız " Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun !"

Nice senelere birlik beraberlik içinde ulaşmamız dileği ile...

26 Ekim 2006

Çaylaaarrrrrr

Türkiye'ye geliş gidişler sırasında gördüğüm kadarı ile babam, Çocuklar Duymasın'a takmıştı, taş fırın erkeği lafını ve çaaaylaaarrrr diyerek gelen kendi minik sesi kocaman çaycıyı da pek sevmişti. Gel zaman git zaman belki de dizi, tarihin sayfalarına gömüldü ama karakterler beynimize kazınmış kaldı.O çaycının çaaaylaaarrr deyişi de hala kulaklarımda olduğundan başlığı böyle seçtim.

Aslen ben aşırı derecede kahveciyimdir. Bu konuda da gayet tutucuyumdur. Ama özlemden midir nedir, Berceste'de bile çay anlatır olmuşum baksanıza...

Geçenlerde granül kahvemiz bitmiş. Kafeinsiz mi alsam, kafeinli mı alsam diye bakınırken burnuma gelen kokuları izledim ve kendimi Whittard'da buldum.

Kahvelerin arasında gezinirken de, değişik değişik çaylarla karşılaştım. Sevgili Papatya içinde çiçek açan yeşil çayını yayınladığından beri, pek heveslenmiştim yasemin çiçekli yeşil çaya, ben poşet olanlarından kullandığımdan çiçeklerini göremiyordum bir türlü. Whittard'da önce, Papatya'nın çayından buldum. Baktım yanında Fas'ın naneli çayından var. Onun yanında da Hint usulü baharatlı çay yazıyor başka bir paketin üzerinde... Pahallı olduklarını bildiğimden, içinde çiçekler açana da taktığımdan, ondan aldım bir tane, gittim kasaya... İndirim varmış meğer. Normal zamanda tanesi 3.20 pound olan bit kadar çaylar ve kahvelerin 3 paketi 4 pounda satılır olmuş. Kızcağız uyardı beni, koşa koşa aklımda kalan diğer ikisinden de alıp döndüm, kız halime gülümseyerek bakarken, ben sırıtma safhasına geçmiştim bile...

Kahve derken, çay ! Çay derken değişik değişik aromalı çaylarda karar kıldım... Hani derler ya neye niyet, neye kısmet diye ! Ben mutlu mesut döndüm eve...

İlk deneme için, oyumu, Hint usulü baharatlı çaydan yana kullandım. Siz de benim gibi, en sevdiğini (yaseminli yeşil çay oluyor burada, onu almaya niyet ettim ya ilk), sona saklayan çocuklardan mıydınız küçükken bilmem ama bendeki bu huy büyüyünce de değişmedi. Gitti gider 70'e doğru, kısmet olduğunca yaş kadar...


Neyse, tarifi üzere çayı hazırladık, sonrasında da aman bir sevdim, bir sevdim ben bu baharatlı çayı, anlatamam... Yasemin çiçekli yeşil çayın pabucu dama atıldı. Baharatlı Hint çayının içinde neler yok ki? Karabiber, tarçın, zencefil, kakule (cardamom) ve karanfil yazılı olanlardan... Bir demliğe bu çaydan 2-3 tatlı kaşığı koyuyorsunuz, üzerine kaynamış suyu döküyorsunuz, biraz bekletiyorsunuz, çayınız hazır ! Sütlü içmek adettenmiş buradakilerin usulünce, ama bu kısmı beni aştı ! İngiltere'de yaşıyoruz diye her adeti yapacak değiliz ya, bana bu kadarı da yeter dedim :)


Hep merakımı cezbetmiştir, çay yetişmeyen bir ülkenin çayı neden bu kadar meşhurdur? Çay, İngiltere'ye ithal gelir, ama gelen bütün turistler de çay almadan dönmezler? Bakalım ben bir araştırayım, bu araştırma sonucum da başka bir yazının konusu olsun, yeter artık sıkıldık biz bu çay hikayelerinden demezseniz eğer.


Geçtiğimiz cuma gününden beri ben hasta, gripten perişan yatarken, en yakın dostum da bu baharatlı çay oldu. İçimi ısıttı. O yüzden sizlerle paylaşmadan edemedim.


Sizler Türkiye'de arkadaş akrabalarınızla Bayram'da tavşan kanı çaylarınızı içerken, bize de burada Hint usulü baharatlı çay hem yarenlik hem de hemşirelik yaptı. Bundan sonra ince belli ile şööööyle koyu, şekersiz bir çayı içerken de beni hatırlarsınız değil mi?


Not: Sevgili Fethiye bu çaydan 'in Sibel yaptığından, sitesinde yayınladığından bahsetmişti. Eğer isterseniz siz de bu tarife göre deneyebilirsiniz. (İsimlerin üzerine gelirseniz ve tıklarsanız sizi sitelere yönlendirecektir)

22 Ekim 2006

Bayramınız Kutlu Olsun


Tüm sevdiklerinizle birlikte, sağlıkla, mutlulukla nice Bayramlara erişmeniz dileği ile...

Dargınlıklar, kırgınlıklar sonlansın. Çocukların neşesi, kahkaları ile ortalık şenlensin...

Bayramlar büyüklerin hatırlandığı, tatlıların ikram edildiği, mis gibi dumanı tüten Türk kahvelerinin piştiği, coşkuyla kutlanan günlerden olsun. Tatil için kaçma fırsatı olmasın...

Sevginiz, neşeniz sonsuz olsun...

Sağlıcakla kalın...

20 Ekim 2006

Hasat Bayramı

Birkaç hafta önce, kurslara yazıldım.Salıları Çevre üzerine, çarşambaları da nakış ile ilgili iki kursa gidiyorum. Sırf sizlere anlatabileyim diye bir de Cambridge tarihi kursuna yazılmıştım ama o ikinci dönem başlayacakmış ne yazık ki... Bizim nakış kursu merkezdeki kiliselerden birinde, toplantı odasında veriliyor ve bu hafta nakış kursundan çıkarken baktım görevli, araba araba yiyecek getiriyor... Neyin nesidir bu yiyecekler dedim. Adam uzaydan inmişim gibi şööööyle bir tepeden, tırnağa bana baktı. Fakir, yaşlı, yardıma muhtaçlar için dedi. Diyecektim bizde bunları pişirir de verirler, sizin gibi böyle kutu kutu konserve falan vermezler diye ama ses edemedim tabii. Teşekkür ederim açıklama için dedim, döndüm eve. Yolda da gelirken hep kiliselerin önünde hasat bayramı duaları ile ilgili yazılar gördüm. Sonra kafama takıldı. Eve dönünce interneti bir karıştırayım bakayım neyin nesi bu iş dedim.

İlk bulduğum web sitesini okurken tepkim şu oldu: Kim biz Türkiye'de laik değiliz falan diyorsa hata ediyor ! İyi ki de laik bir devlet kurmuş canım Atatürk'üm.

Bu ülkede krallara, kraliçelere tacını din görevlileri giydiriyor. Okullarda her hafta assembly denen dini içeriği de olan toplantılar yapılıyor, çocuklar hangi dinden olurlarsa olsunlar bu toplantılara katılıyorlar ve hristiyanlarla beraber dua ediyorlar, onların adetlerini uyguluyorlar. Christmas hazırlıkları, kutlamaları aylar öncesinden başlıyor. Haydi hepsini geçtim, okul dönemleri bile dini günlere göre adlandırılıyor !!! (Michaelmas, Lent, Easter) Bilahare onlar da ne demekmiş öğrendikçe yazarım. Ama düşünüyorum da bizde okul tatilleri Recep, Şaban, Ramazan şeklinde olsa neler olur :D

Gelelim "Hasat Festivali" ne demek kısmına....

İngilizce "Semptember" yani, eylül kelimesi Romalılar zamanında 7 anlamına gelen "septem" kelimesinden geliyormuş , çünkü onların takvimine göre 7. ay imiş eylül. Anglo Saxonlar ise "Gerst Monath" yani "Arpa Ayı" diye adlandırırlarmış. Çünkü arpadan en sevdikleri içeceği mayalarlarmış. Ayrıca hasadı da bu zamanlarda yaptıklarından hasat ayı derlermiş.

Romalılar, eylül ayının, ateş tanrısı Vulcan tarafından beslediğine, bakıldığına inanırlarmış. O yüzden de bu ayda volkanların patlaması falan beklenirmiş.

Ortaçağ İngiltere'sinde Hasat Bayramı, geleneksel olarak 24 eylülde başlarmış. Son ekinler biçilir, harman yapılır, "Kısrağı Çağırma" denilen törenler düzenlenirmiş. Her çiftçi, kendisinin en iyi orak kullanan olduğunu ispatlamaya çalışırmış. Bunun için de ekinini yan tarladaki çiftçiden önce biçmek zorundaymış. Son harman bloğu kaba bir şekilde yapılırmış ki daha hasadını biçmemiş olan varsa ona yollansın... Bu, işini bitirmeyen çiftçiye eğer çabuk olmazsa, yaban atlarının onun ekininin peşinde olduklarını söylemenin bir yolu imiş. İşini bitiren çiftçi, bitirmeyenin çiftliği etrafında döner, kaba harman bloğunu atar, " Kısrak Kısrak" diye bağırır, kaçarmış. Kaba harman bloğunu alan çiftçi, bir başkası, aynı şeyi ona yapmasın diye işini çabucak bitirir, o da bitirmeyen bir başka çiftçiye aynı şeyi uygularmış. İşini en geç bitiren, ona atılan kaba harman bloğunu bütün sene çiftliğinde sergilemek zorunda kalırmış :)

Ayrıca, gene Hristıyanlık öncesi zamanlarda, toplanan ilk deste mısır, kendilerini koruduğu ve ürün aldıkları için, üretkenlik tanrısına verilirmiş. Son toplanan mısırlarda ise mısırın, ruhunun olduğuna inanılırmış ve dini törenler eşliğinde bir hayvan kurban edilirmiş. Bunun için, genellikle, mısırların arasında bulunan, yabani tavşanlar seçilirmiş. Daha sonraları, bunun yerine, maket kullanılmaya başlanmış. Bu da zamanla yerini, mısır bebeklere bırakmış. Bu mısır bebekler bir sonraki seneye kadar kirişlerde asılı tutulurmuş. Hasat zamanı yemekler düzenlenir, bütün kasaba halkı bu yemeğe katılırmış.

Bu gelenekler, Hristiyanlıktan sonra da devam etmiş. Ancak, bazen, şekil değiştirmiş. Mısır bebekler gene yapılmış, bununla birlikte ürünlerden yapılan süslemeler de asılır olmuş, ekin toplanmasına devam edilen her gün, kilise çanları çalınmış, atlarla, araba dolusu çelenklerle çiçekler ve kurdelalar taşınmış, sofralar düzenlenmiş, çiftçilerin evlerinde eğlenceler düzenlenip, oyunlar oynanmış. Çiftçiler ilk hasattan elde ettikleri un ile ekmek yapıp bunu kiliseye bağışlamışlar.

Bayramın kiliselerde kutlanmasına, ilk defa 1843 yılında, Cornwall'da, Reverend Robert Hawker'ın , kilise cemaatini kilisedeki şükran duasına çağırması ile başlanmış. Bu vesile ile kiliseler, hasat süslemeleri ile süslenir olmuş. Daha sonraları da kiliselerde duaların ardından hibe edilen yiyecekler, yaşlı, kimsesiz, fakir insanlara verilir olmuş. VIII.Henry'nin katolik kiliselerine son vermesi ile bu kutlamanın tarihi de değişmiş. Çiftçiler hasat sonunda denizcilerin ve gemilerin, atların ve süvarilerin koruyucusu olduğuna inanılan St Michael için düzenlenen Michaelmas gününde (29 Eylül) büyük bir yemek düzenlemeye başlamışlar. Christmas yemeklerine benziyormuş ama o zamanlar hindi değil de elma ile doldurulmuş kaz yeniliyormuş.
Yani bu hasat bayramının çok tanrılı dönemden başlayıp hristiyanlıkla sonlanan İngiliz kültüründe dini bir kimliği oluşmuş...

Türkiye'de de, hasat kutlamaları yapiliyor mu? Böyle anılar, hikayeleri var mı? Varsa, biliyorsanız anlatır mısınız lütfen?

15 Ekim 2006

Yemek Etkinligi 15 - Bayram Tatlıları - Şam Baba

Genelde pek tatlılarla aram iyi değildir. Sütlü olanları severim ama şerbetlilerle pek anlaşamayız. " Hani istisnalar kaideyi bozmaz " derler ya şam baba da benim istisnam. Bir de anneannemin Hurmanisa'sı var, Boşnak tatlısı. Onu yapmayı pek beceremediğimden ben dedim paşa paşa Şam Baba yapayım. Hem içinde yağ, yumurta olmadığı için de oldukça hafif bir tatlı. Bakalım siz de beğenecek misiniz?
Ben dikdörtgen cam tepsi için ölçüleri iki katına çıkarttım. Şerbeti de aynı şekilde 2 kat ölçü ile hazırladım ama fazla geldi. O nedenle şerbet ölçüsünü yarım uygulamanızı önereceğim.


Malzemeler:
  • 1 Su Bardağı Yoğurt
  • 1 Su Bardağı Toz Şeker
  • 1/2 kg İrmik
  • 1 Paket Vanilya
  • 1 Paket Kabartma Tozu
Şerbet için:
  • 3 Su Bardağı Şeker
  • 3 Su Bardağı Su
Yapılışı:
İrmik, şeker, vanilya ve kabartma tozu harmanlanır. Üzerine yoğurt ilave edilerek iyice karıştırılır. Tepsiye dökülür. 1 Parmak büyüklüğünde uzun parçalar şeklinde kesilir. Üzerine fıstık yerleştirilir (ben cashew kullandım) Fırında 150 Celcius derecede yaklaşık 40 dakika pişirilir.

Tatlı fırında pişmekle meşgulken biz de şerbeti ile meşgul oluruz elbette ki...Biiir güzel kaynatırız...Ben narenciye tadını da pek sevdiğimden içine misket limonunun kabuğunu da rendeledim.

Pişen tatlımızın üzerine şerbeti dökülür. Biraz sabredilir ki şerbetini içsin... Sonrasında bitiş çizgisine doğru koşulur :)

Afiyet Olsun, kilo olmasın diye de temennide bulunulur !

10 Ekim 2006

Monkey Puzzle - Araucaria Araucana

Görmediklerimi gördüm, duymadıklarımı duydum ben bu ada ülkesinde...
Hep diyorum ya, bu ülkeye geldiğimden beri doğaya bir kez daha aşık oldum, bitkileri daha çok sever oldum, hatta onlara deli oldum.
Yolunuz Londra'ya düşerse, siz de ben gibi, bir bitkisever iseniz sakın ola ki Kew Garden'a uğramadan dönmeyiniz. Kew'i tek bir yazıda anlatmak olmaz. O kadar çok yazılacak şey var ki hakkında. Dünyanın en büyük çiçeği, en büyük tohumu, en büyük kozalağı...Neler yok ki? Denizde yaşayan bitkiler, soğukta yaşayan bitkiler, ağaçta yetişen domatesler, dev sekoya ağaçları...Tüm bunların yanında, bir de tek tek anlatılmış her bitki. Nerelerde kullanılır, nerden gelmiştir, neyi sever...Oraya gidince kendinizi botanik öğrencisi gibi hissedebilirsiniz. Her bir ağaçla, her bir yaprakla ayrı mutlu olabilirsiniz....Ayrıca Kew'da hiç bir şekilde kimyasal madde kullanılmamakta, zararlı haşereler, onlarla beslenen bir başka canlı ile yokedilmekteymiş.
Size ilk defa orada gördüğüm bir ağacı tanıtmak istiyorum ilk olarak. Monkey Puzzle...

Maymun Bulmacası diyebiliriz sanırım adına. Türkiye'de hiç görmediğim gibi Türkçe adını da bilmiyorum. Bilenler çıkarsa çok sevinirim.
(Güncelleme: Gelen yorumlardan öğrendim ki, Türkiye'de, Maymun Çıkmazı ya da Şili Arokaryası denilmekteymiş bu sevimli ağaca. Maymun Çıkmazı tamam da Şili Arokaryası'nın nasıl Türkçe olduğunu sorgulamak gerek! İsmi bulmama yardım eden herkese çok teşekkürler.)

Orjini Şili imiş.Avrupa'ya gelişi 1780'de Archibald Menzie sayesinde olmuş. Şili'de bir akşam dışarı yemek için çıktığında tanımlayamadığı kozalaklar bulmuş. Cebine birkaç tanesini atmış ve İngiltere'ye dönüşte yanında getirmiş. Böylece bu ada ülkesi Monkey Puzzle ile tanışmış.1990 yılında ağaç, Şili'yi tanımlayan anıtlar arasına alınmış.Sedir ağacı, okaliptüs, sakız ağacı, maun ağacı ile aynı ailedenmiş. Kew'de orjinal tohumlarından ekilen ağaç 1892 yılına kadar yaşayabilmiş, geride kalanlar artık torunları sanırım...
(Güncelleme 07.01.2024: Ünal Akkemik'in Instagram paylaşımından öğrendiğimize göre bu ağacın akrabaları yaklaşık 160 milyon yıl önce Anadolu'da yaşamış ve Erzurum oltu taşı da bu ağacın toprak altında yaşadığı süreçlerin ürünüymüş. Ayrıca yaprakları 30 yıl ağaç üzerinde kalıyormuş. Daha fazla bilgi için buraya bakabilirsiniz. Milli Saraylar'da görevli peyzaj mimarı Dr. Emine Atalay Seçen'den öğrendiğimiz bilgiye göre de Milli Saraylarımızdan da Dolmabahçe Sarayı, Aynalıkavak Kasrı ve Beylerbeyi Sarayı bahçelerinde bu ağaçtan bulunmaktaymış.)

Bahçesi olup, meraklı bakışları iğneleri ile kovalayan bir ağaç arayanlar, Monkey Puzzle tam size göre !

06 Ekim 2006

SinSin Ailesi

Herkes sonbaharın gelişini, sararıp dökülen yapraklarla tanımlar ya, nedense benim de kafamda sincaplarla özdeşleşiyor bu ülkede.

Daha önce, kuzenlerim ile gezmek için gelmiştim İngiltere'ye ve Greenwich'te sincaplara fistik yedirmiştim. Pek dost canlısı karşılamışlardı bizi. Yerleşmek üzere gelişim, bir eylül gününe denk geliyor. Belki bu yüzden sinsin adını verdiğim bu telaşeli, sevimli, kocaman tüylü kuyruğa sahip yaramaz arkadaşlarla sonbahar pek bir bağdaştı benim kafamda.

Onları ne zaman fotoğraf makinası ile yakalamaya çalışsam, hızlarına asla yetişemiyorum. Ya bahçede bana "cee" yapıp kaçıyorlar, ya da yolda, parkta kovalamaca oynuyoruz ki, onlar tirmanma avantajına sahip olduklarından, kocaman at kestanesi agaçlarının dallarında, izlerini yok etmeyi başarıyorlar.

Okulların açıldığı ilk hafta, birkaç günlüğüne, arkadaşımın minnoş kızını okuldan ben aldım. Bizim cingöz afacan da, ben de fotoğraf çekmeğe meraklı olduğumuzdan, havanin güzel olduğu günler, çevremizi tanıyalım ünitesine çıktık. Bu sefer öğrenci olan bendim ama. Çünküüü, küçümenimiz benden daha eski idi hem bu ülkede hem de bu muhitte. Onun eski okuluna gittik, okulun tam yanında eskiden değirmen olarak kullanılan bir bina vardı. Şu anda iş yeri olarak kullanılıyor. Düşünsenize pervaneleri olmayan bir yeldeğirmeni, xxxx şirketinin adı da kapısında. Epey ilginç bir görünüm. Ama tarihlerini korumaya bu kadar saygılı insanlardan da aksini beklemezdim doğrusu. Bizde olsa 'aha eskidi bu gayrı' der vururlardi greyderi beline ! Olurdu lüks bir alışveriş merkezi ya da günümüz modası bir gökdelen ! Oysa şu anda huşu içinde hala ayakta duran, şehrin tarihini anlatan, hatta üzerindeki bir plakada yazılanlarla, unutanlara da hatırlatan, iş yerine dönüşmüş, bir değirmen o !
Biz bu değirmeni incelerken aaa bak dedi minnoş hanım. Bak ne geçti....Bir baktım bir sinsin, pür telaş degirmenin yanındaki binanın çatısına tırmandı. Gitti ta tepesinden bize bakıyor. Gidelim diye bekliyor besbelli. Ama ben yakalamışım ya, fotoğrafını çekmeden gider miyim? Karşılıklı bakışmalardan anladı biz gitmiyoruz...Çaktırmadan azar azar aşagı inmeye başladı, aaa ne görelim, başka minik bir kafa, su oluğunun olduğu kısımdan bakıyor bize, ama fırrrt diye içeri kaçıyor.Burada 'peek a boo' dedikleri bir oyun var çocukların, hani biz de 'cee' deriz ya ondan. Bu sinsincik de bizimle böyle oynuyor, minik bir bebek olarak.

Ben elimde makina bu sahneleri yakalamaya çalışırken , yaşlıca bir amca yanımıza geldi, yasak yasak fotoğrafını çekmek yasak bu yaramazların diyerek. Ne diyor bu ciddi mi diye ters ters kafamı bir çevirdim ki gülüyor, anlaşılan şakacı bir amca....

Bundan bir süre önce ben bu sincabı gördüm diyerek başladı anlatmaya...Arkadaki büyük ağaçta yaşıyordu. Sonra bir gün bir baktım, ağzında küçük hareket eden, birşey var...O da ne deyinceye kadar anladım ki yavrusu ! Daha güvenli diye buraya taşıdı. Üşenmemiş oymuş orayı. Elleyemedim, kıyamadım ama onlar bize kıydılar, baksana şu yaptıklarına... dedi.

Bir süre sonra koloni olurlarsa şaşmam dedim.Ayyynen dedi amca. Tüfek alıp vurmak lazım diye de ilave etti ama pek de ciddi görünmüyordu. Belli ki sinsin ailesi ile yakından ilgiliydi ve kıyamamıştı. Arkadaki büyük ev onunmuş, belki de değirmenin sahiplerinden...Kim bilir? Biz sinsinlerimize verdikleri pozlar için teşekkür edip ayrıldık oradan.
Evde bayatlamış fıstıkları Londra'ya gidince gene Greenwich'deki sinsinlere götüreceğim, onlar pek dostane davranıp elimden yiyorlar çünkü :)

Sizlere de sinsinli günler dilerim...Umarım bir gün şehirlerle ormanlar buradaki gibi içiçe olur ve onlar evlerinizin bahçesinden sizleri selamlar, bebeklerini evlerinize yakın yerlerde gezmeye getirir...

03 Ekim 2006

Siz de birilerine umut verin, bir yüzü gülümsetin !

Annemin iki beyin tümörü var.Tayland'a tatile gitmişti, orada bir köpek tarafından ısırılmış.Onun tedavisi yapılırken boynunda şişlik tespit edilmiş, akciğer kanseri teşhisi konulmuş ve 6 ya da 12 aylık bir ömrü olduğu şöylenmiş.Kendisini radyoterapiye hazırlarken beynindeki sadece bir değil, iki tümörün birden varlığı ile bunun mümkün olamayacağını öğrendik. 8 haftalık kemoterapinin ardından tümörler küçüleceklerine daha da büyüdüler.Vücüdunun sol tarafını kullanamamaya başladı. Beynindeki tümörler için 4 gündür radyoterapi yapılıyor ve ardından akciğerindekiler için de aynı şey yapılacak..........

Annen için çok üzüldük ama biz de seninle aynı durumdayız. Eşimin de akciğer kanseri var, beyninde de iki tümör tespit edildi. Midesinde de bir tümör var.Şu anda hastanede ilaç tedavisi görüyor, sonuç alıyoruz. İletişim kurmak istersen e-posta adresim.........

**********

Yukarıdaki satırlar MacMillan Cancer Support 'un web sayfasından çevrilmiştir.

Sabah uyanıp, kalkıyorsak, nefes alabiliyorsak ve sağlıklıysak hayatta en çok buna şükretmemiz gerektiğini babam bu lanet hastalığa yakalandığı zaman öğrendim. Geri kalan dünyanın renkleri, cilveleri, akıp giden hayat....
Sevdiklerimiz ile ne kadar birlikteysek, ne kadar onlarla konuşup, sarılıp, öpebiliyorsak, onları sevdiğimizi söyleyebiliyorsak da bir o kadar anlamlı olan hayat!

Bir gün gelip de, yukarıdaki satırlar gibi, bir balyoz tepemize düşmeden, sıkıca sarıldığımız değerli varlıklardan, birini kıskacına almadan, bunun farkına varabilmişsek ne ala...

Hayat hep bardağın boş tarafından bakmak değil. Hayat bir kelebeği gördüğünde mutlu olmak, onunla sonsuza uçmak, bir kaplumbağa ile ağır adımlarla gidebilmeyi başarmak, bir yunusla denizin derinlerine dalmak, çocukla çocuk olmak....

İşte İngiltere'deki yardım dernekleri de bunu yapıyorlar. Bir bakıyorsunuz binmişler bisikletlere Peru'da pedal çeviriyorlar, bir bakıyorsunuz Klimanjero'da dağlara tırmanıyorlar. Yok bunlar beni aşar diyenler koşuyorlar, yok bu da olmaz diyenler, yürüyorlar, hayır ben illa efor sarfetmeyeceğim diyenler ise, bir kek yapıveriyorlar ya da mis gibi kokan taze bir kahveyi sıradan bir fincanla sunuveriyorlar. Bir bere örmeniz, hayal gücünüz size neyi yap diyorsa onu uygulamanız yeterli. Sonunda mutlu olan, gülümseyen birilerini mutlaka bulacağınızdan ve o mutluluğun sizi sımsıcacık tutacağından emin olabilirsiniz.

Sevgili GG bu konuda benim gıpte ettiğim çok sevdiğim bir arkadaşım. Biyolog.Kanser araştırmaları üzerine çalışıyor, babasını kanserden kaybetti, temmuz ayında, iki defa, birer hafta ara ile Cancer Research yararına koştu.Koşarken babalarımızın ve babamın 9 yaşındaki minik radyoterapi arkadaşı, dünyalar tatlısı Başak'ın adını sırtında taşıdı. (Ne yazık ki Başak'ı yarıştan birkaç gün önce kaybettik)


Geçtiğimiz pazar günü şirketlerinin bulunduğu köy yararına 10,5 km koştu.Ayrıca şirket içinde yapılan en güzel kek yarışmasına katılarak bağışta bulundu.(Bana da birinci seçilenin fotoğrafını yolladı)



Onun için, yaptıklarının anlamı için, söyleyecek söz bulamıyorum....Ama biliyorum ki yukarıdan biryerlerden bizlere gülümseyerek bakan işte kızım bu diyerek gurur duyan birisi var !

Bu seneki Cancer Research yararına yapılan yarışlara sadece gözlemci olarak katılabildim, sizler için de ancak fotoğraflarını çekebildim. Kısmet olursa bir dahakine ben de birşeyler yapmaya çalışan, hayallerini gülümsemeye çevirenlerden biri olmak niyetindeyim... O gün yarışların yapıldığı yerdeki yaşananlar o kadar anlamlı idi ki...Kocaman bir pano yapmışlar sevdiklerinize mesajlar yazıyorsunuz...
Sırtınızda da onların adını taşıyorsunuz. Sakat insanlar mı ararsınız, yaşlı insanlar mı ararsınız kimi isterseniz orada idi...Gördüklerimin içinde de en anlamlısı bebek arabasında çocuğu ile birlikte koşan bir anne idi, sırtında sevdiğinin belki de bebeğinin babasının adı...


Bu yazıyı okuduysanız ve sizler de birşeyler yapmak istiyorsanız, haydi hiç durmayın, hayallerinize doğru koşun ve onlardan oluşturacaklarınızla üzgün bir yüzü güldürün.Size ve hayallerine kim engel oluyor? İngiltere'de iseniz Cancer Research , Amerika'da iseniz Live Strong ve ya Heavenly Hats ,Türkiye'de iseniz Bir Dilek Tut Derneği , daha pek çoğu....


Kalbiniz, hayalleriniz sizi nereye götürürse, gülümseyen yüzlere doğru, sevgi ile, sonbaharınızı onların sıcaklığı ile ısıtmanız dileği ile....